Arap baharının treni Suriye durağında yavaşlamış olsa da, bütün bir bölgeyi temelden değişikliklere zorlayacak olan yolculuğuna devam edecektir. Artık bundan sonra işlerin eskisi gibi olmayacağı yönünde genel bir kanaat hasıl olmuş durumda. Bölgesel etkileri yanında, bu halk hareketinin dünya ölçeğinde de özgürlük ve hakkaniyete dayalı daha derli toplu, insani tarafı ağır basan yönetimlere kavuşma sürecini çabuklaştıracağı muhakkaktır. Bölgemiz ve dünya önümüzdeki yıllarda bütünüyle olmasa bile çoğunlukla despot, tahakkümcü idare ve rejimleri artık geride bırakacaktır.
Suriye, Arap baharı sürecinin tamamlanması açısından en kanlı ve daha çok zaman alan bir sürece sahne oldu. Bu sürecin nasıl biteceği de gün geçtikçe daha bir belirsizliğe gömülüyor. Şafak öncesi koyu karanlığa benzer bir durum yaşanıyor sanki. On dört ay’ı aşkın bir süreden beri diktatör rejim, acımasız bir şekilde halkını katletmeye devam ediyor. Şam ve Halep hariç tutulursa bir savaş alanı manzarasından daha beter bir durum arz etmektedir. Humus, İdlip, Hama ve Deyrizur gibi yerleşim birimleri âdeta bir hayalet kent durumuna gelmiş vaziyette. Geri kalan diğer yerlerde de korku ve endişe hakim. Temel gıda maddeleri başta olmak üzere ilaç ve mazot sıkıntısı hat sayfaya gelmiş. Olayların başladığı andan bugüne kadar ölü, yaralı ve kayıpların gerçek rakamı belli değil. Çünkü içeriden dışarıya ulaşabilen haberlerin sıhhat durumu şüpheli. Ölü sayısının on bine yaklaştığı ve bu rakamın daha fazlası kadar kayıp ile rejimin işkence ve zindanlarında tutulan binlerce insanın akibeti ve durumu kesin olarak belli değil. Olayları takip eden gazeteci, gözlemci ve insan hakları kuruluşlarının ilgili görevlileri her yere girip de olup biteni olduğu gibi öğrenme ve aktarma imkânına da sahip değiller. Kimi gazetecilerin ise akıbeti ya ölüm veya da rejimin kirli işlerini üstlenen Şebbiha’lar tarafından kaçırılıp alıkonulmak oluyor.
Bir yılı aşan bir süreden beri rejimin uyguladığı bu acımasız uygulamalar rejimin güvenlik ağının ne derece vahşi ve emredileni hiçbir insani duygu taşımadan yapabilen robot bir yapıya sahip olduğunu da göstermektedir. Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelerde ordu ve güvenlik güçleri hiç bu kadar acımasız olmamışlardı.
Suriye’nin kahraman halkı ise tarihin ender tanıdığı bir azim ve kararlılıkla direnişini sürdürüyor. Bunca imkânsızlıklar ve karşılaşılan en acımasız şiddet ve vahşete rağmen on dört ay pes etmeyen bu imanlı yüreklerin bu mücadeleyi sonuna dek sürdüreceklerinden şüphe yoktur. Tarih bu insanların kararlılık ve cesaretini altın harflerle yazacaktır.
Suriye devriminin ilk günlerinden şimdiye kadar sorunu çözmek için devreye konulan bölgesel ve uluslararası girişim ve çözüm çabaları da başarısızlığa uğramış durumda. Çünkü Suriye’nin dostları adı altında düzenledikleri toplantılarla bir araya gelen devletler, sorunu kendi ulusal çıkarları doğrultusunda ele aldıkları için çözüm sadedinde ciddi bir plan ortaya koyup yürürlüğe koyamadılar. Suriye üzerinden devam eden uluslar rası güç odaklarının rekabetinin ceremesini Suriye’nin mazlum halkı akan kanıyla ödemektedir. Uluslararası camia denilen yapı sadece sözde kalan açıklamaların ötesine geçmiyor ve olup bitene seyirci kalmaya devam ediyor. Zaten böylesi yapılardan başka bir şey de beklenir mi? Yapacakları bir tek şeyleri olabilir ki, o da askeri müdahaledir. Askeri bir müdahalenin ise, olmaması olmasından çok daha hayırlıdır. Irak, Afganistan ve Libya’nın durumuna bakınca böylesi bir müdahalenin neden olmaması gerektiğini anlamak zor değildir herhalde.
Dökülen onca Müslüman kanı yetmiyormuş gibi bütün bir bölgeyi sarabilme istidadına sahip ve bölgeyi iki kampa ayırıp içinden çıkılmaz bir ateş çukuruna dönüştürecek mezhep savaşları için gerekli şartlar da yavaş yavaş oluşturuluyor sanki. Bir tarafta Suriye’ye sürdürdüğü desteğini kesintisiz devam ettiren İran, Irak ve Lübnan Hizbillah’ı , diğer tarafta da Türkiye’nin de içine dahil edilmek istendiği ve başını Suudi Arabistan’ın çektiği körfez ülkeleri…Bölgede –Allah korusun- meydana gelecek böyle bir çatışma ve kamplaşmanın kime ne getireceği belli. İsrail yarım asırdır sürdürdüğü işgalini devam ettirecek. Kudüs’ün Yahudileştirilmesini gerçekleştirecek. Filistinlilerin hakları da unutulacak. Amerika ve batı dünyası ise, böyle bir olayı krizden çıkış için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirecektir. Daha şimdiden batılı silah tüccarlarının cepleri ısınmaya ve peşinden Amerikan ekonomisinde iyileşme yönünde sinyaller gelmeye başladı bile. Vahşi kapitalizm her zaman olduğu gibi bugün de insan kanı akıtma üzerine kurulu düzenini devam ettirme çabasında.
Son günlerde Başkent Şam’da meydana gelen ve birçok kişinin ölümüne sebep olan patlamaların Suriye krizini daha da içinden çıkılmaz hale sokma amacı taşıdığı anlaşılıyor. Suriye’nin Irak benzeri bir duruma düşmesi endişeleri her zamankisinden daha çok konuşulmaya ve dile getirilmeye başlandı. Bu durumun zaten kendini belli eden mezhebi ayrılık ve kamplaşma ateşini körükleyeceğinden endişe ediliyor. Lübnan’ın Trablusşam kentinde meydana gelen son olaylar bu yöndeki kaygıları daha da arttırmış durumda.
Peki, bu son patlama olaylarının gerisindeki güç kim? Baas rejimi, bunu El -Kaide yaptı diyor. Rejimle aynı dili kullanan batılı devletlerin yetkililerinden kimisi de parmaklarını El -Kaide’ye işaret etmiş durumdalar. Kimse durun bakalım, El -Kaide buraya nerden ve nasıl geldi demiyor. Esat rejimi bu patlamalardan memnun. Çünkü şimdiye kadar dünyayı aldatmak için uydurduğu yalanları doğrulayacak bir durum ortaya çıktı. Allah bilir ama bu patlamaları ya rejim kendisi yaptı, ya da perde gerisindeki büyük aktörlerden bazısı.
Bu patlamaların, büyük oyunu tezgâhlamakta olan istihbarat örgütlerinin işi olup olmadığını yakinen bilemesek de, gelişen olayların verdiği sinyaller hep o yönü göstermektedir. Rabbim Müslümanları zalimlerin şerrinden korusun ve aleyhlerinde çukur kazanları kazdıkları çukura düşürsün. Amin.
Doğruhaber Gazetesi