Türkiye'nin Afrin operasyonu devam ediyor; ABD, PYD'ye sahip çıkıyor. Şu an için PYD'nin bir numaralı patronu ABD'dir. Oysa düne kadar PYD'nin bir numaralı patronu Rusya idi. Rusya, bugün de PYD'nin tam bir izalesinden yana değildir. “ABD ve Rusya, birlikte neyi oluşturur?” diye sorulursa cevap “Uluslar arası sistem” olmalıdır.
Açık bir ifadeyle uluslar arası sistem, PYD'ye dönem dönem farklı kanatları üzerinden doğrudan sahip çıkıyor, dolaylı olarak ise istikrarlı bir biçimde bütün kanatlarıyla PYD'yi koruyor.
PYD, aslında kendi başına bir oluşum değildir; açıkçası PKK'nin Suriye koludur. Dolayısıyla uluslar arası sistemin koruduğu aslında PYD de değildir, PKK'nin kendisidir. PKK, Türkiye'de ortaya çıktığı 1970'li yıllardan itibaren uluslar arası sistemle bağlantılı Türk solunun koruması altında büyüdü. 1980'den itibaren ise Türk ulusalcı sosyalizmi, Arap ulusalcı sosyalizmi ve Kürt ulusalcı sosyalizminin ortak korumasına alındı.
Türk ulusalcı sosyalizmi adına PKK'yle iletişim kurup onu Marksist çizgiden ulusalcı sosyalizme doğru götüren Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek'tir. Arap sosyalizmi adına PKK'ye Lübnan'da saha açan, Suriye BAAS Partisi Lideri ve Suriye Eski Devlet Başkanı Hafız Esad'dır. PKK'yi Hafız Esad ve kimi Filistinli ulusalcı sosyalistlerle tanıştıran ise Kürt ulusalcı sosyalizminin kurucularından YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) lideri Celal Talabani'dir.
Esad, görünüşte Sovyetlerin himayesindeydi ama PKK'nin o dönemde en çok bağlantılı olduğu ülke ulusalcı sosyalizmin hep öne çıktığı, Mitterand döneminde ise iktidarı işgal ettiği Fransa'dır.
Bugün Fransız istihbaratı ile PKK arasındaki ilişkiler ne durumda? Kimsenin üzerinde durduğu yok. Ama Afrin operasyonu başladığında konuyu Birleşmiş Milletler gündemine götüren Fransa'dır. Türkiye'nin “Çözüm Süreci” diye adlandırılan PKK veya onun siyasi kanatları ile müzakere sürecini yürüttüğü bir dönemde, PKK'nin önde gelen kadın liderlerinin öldürüldüğü ülke de Fransa'dır.
Bir de Suriye'deki BAAS rejimine bakalım:
Suriye'deki BAAS rejiminin tarihî hamisi Sovyetler Birliği Rusya'sıdır. Ama aynı dönemde Sovyetler Birliği ile aynı blokta yer almayan Fransa da Suriye BAAS rejiminin önemli bir destekçisidir. Ya ABD ve güdümündeki yapılar?
BAAS rejimi, 1970'li yıllardan başlayarak İhvan-ı Müslimin'le mücadele adı altında dünyanın en vahşiyane zindanlarını kurmuş, kuşku üzerine gözaltına aldırdığı kişilere dahi dünyanın en ağır işkencelerini yapmış, sayısız kişiyi zindanlarda sorgusuz sualsiz öldürmüştür.
Kendi güdümündeki ülkeler için olmasa da Sovyet Rusya'nın güdümündeki ülkelerdeki işkenceler konusunda pek duyarlı olan ABD, Esad'ın bütün suçlarını görmezlikten gelmiştir. Esad, uluslar arası sistemin desteğini aldıkça cesaretlenmiş, nihayet 1982'de Hama katliamını gerçekleştirmiş, ABD ve güdümündeki ülkelerden çıt çıkmamıştır.
Sovyetler dağılmış ama Esad'ın himayesi onun kalıntısı Rusya'ya kalmıştır. Rusya, Sovyetleri aratmayacak şekilde Suriye BAAS rejimine sahip çıkmıştır.
Şu an Soçi Süreci var, hemen öncesinde Viyana Görüşmeleri vardı. Cenevre Süreci de bitmiş değil. Peki, bütün bu görüşme ve süreçlerde ABD ve Rusya'nın ortak noktası ne? Suriye BAAS rejiminin yıkılmasından, onun lideri Beşar Esad'ın devrilmesinden yana olmamak…
ABD ve Rusya, sahada rakip görünmüyor mu? Görünüyor. Ama söz konusu BAAS rejimi olunca iki taraf birbirine yakınlaşmaya başlıyor.
“BAAS nedir?” BAAS Mişel Eflak'ın kurucu önderi olduğu bir sözde Arap, ulusalcı sosyalist partidir. 1940'ta Şam'da Rum-Ortodoks Mişel Eflak ve Sünni Sosyalist Selahaddin Bitar tarafından kurulup 1947'de İskenderunlu bir Alevi olan Zeki Arsuzi'nin de katılımıyla kuruluşunu tamamlayan parti, diğer ulusalcı sosyalist yapılar gibi ilkin Pan-Arabizmi benimser göründü. Ama 1963'te Suriye'de iktidara geldiğinde yine diğer ulusalcı sosyalist partilerin halkları bölme fonksiyonunu icra etmek için yöneldikleri gibi bölgesel milliyetçiliğe, Suriye milliyetçiliğine yöneldi. İdeolojisini üç sacayak üzerine oturttu: Laiklik, Arap milliyetçiliği ve sosyalizm.
Türk, Arap, Kürt, Fars veya Tacik, bütün ulusal sosyalist yapıların özü bundan ibarettir. Milliyetçilik üzerinden halka açılırlar; Marksist-ateist müktesebatlı bir laiklik üzerinden halkı, geleneksel değer ve bağlarından koparıp boşa çıkarırlar, boşluğa çıkardıkları o halkı sosyalizm üzerinden yeniden örgütlerler, sözde “uluslaştırırlar”, gerçekte Batı güdümünde var olan bir sömürge yapısına dönüştürürler. Dolayısıyla Batı'nın İslam dünyasındaki vazgeçilmezleri arasında yerlerini alırlar.
ABD ve Rusya, Suriye BAAS rejimi ve PKK/PYD'den neden vazgeçmiyor?
Bizde okuma zayıf olduğu için olayların arka planına yöneliş de zayıftır. Olayların arka planını irdeleyiş, çoğu zaman kuşkuculuk ve komplo teorileri ile ilişkilendirilir. Bu yüzden sorunlar hep yüzeyde kalır, doğru anlaşılmaz.
Açık ve net ifade etmek gerekir ki ABD ve Rusya'nın BAAS rejimi tutumunun arkasında uluslar arası güçlerin II. Dünya Savaşı'nın ardından İslam dünyasındaki ulusalcı sosyalist yapıları “ortak kullanıma müsait” güçler olarak paylaşarak kullanma ve koruma stratejisine dayanıyor. Aradan geçen zaman, bu stratejiyi değiştirmiş değildir.
“BAAS rejimi ve PKK/PYD, pragmatist oldukları için Batı ile iletişim kurabiliyorlar”; “seküler oldukları için Batı tarafından kollanıp korunuyorlar. “Doğrudur elbette. Ama bunlardan hiçbiri, onların ulusalcı sosyalist olmalarından ve Batı'nın ulusalcı sosyalist yapılarla ilgili stratejilerinden bağımsız değildir.
Önümüzdeki dönemde bunun özellikle BAAS rejimi açısından değişmesi mümkün mü? Cenevre/Viyana-Astana/Soçi… Daha kaç müzakere türü geliştirilirse geliştirilsin, uluslar arası sistemin büyük temsilcileri ABD-Rusya ikilisi, BAAS rejiminin yerine uluslar arası sistemle uyumlu çalışacak bir alternatif bulmadıkları sürece BAAS rejimi yerinde kalacak ve dolayısıyla Suriye düğümü çözülemeyecektir.
Şimdilik onların buldukları çözüm parçalı Suriye'dir. Bir kısmında ABD, diğerinde Rusya'nın etkili olduğu; dolaylı olarak ise Suriye'nin kriz hâlinde kaldığı, sömürgeci güçler açısından birlik, Suriye halkı açısından parçalılığın hâkim olduğu bir Suriye'dir. Bu sömürgeci egemenliğin piyonu ise ulusalcı sosyalizm olacaktır.
Türkiye'nin bu denklemin arasına girip Suriye'nin bir kısmını o egemenliğin dışına taşıması ise şu an için ancak ABD ve Rusya'nın Suriye'nin bütünü konusunda anlaşamamasını icap ettiriyor. Gelecekte ise İslam dünyasının bir bütün olarak kendi sorunlarını çözmesine… İslam dünyasının Batı'nın dostluğunu da ondan ithal başta ırkçılık olmak üzere bütün zihniyetlerini de terk etmesine bağlıdır.