Suriye’de İslam dünyasının en ağır acılarından biri yaşanıyor. İslam’ın şehirleri bombalanıyor, Müslümanların çocukları katlediliyor, tehcir ediliyor, açlığa, dilenciliğe mahkûm ediliyor.
Savaşın kısa sürede biteceği sanılmıştı. Her şey bir anda bitecek ve Suriye’de yeni bir sistem kurulacaktı. Bu, Suriye gerçeği için inandırıcı değildi. Konunun tarafları, hep Suriye dışına işaret ediyorlardı: Suriye’de halk bir kez ayağa kalksa dünya, Esed’in zulmünü bildiğinden, hemen müdahele edecek, BAAS rejimini devirecek ve Suriye’de halkı temsil eden bir sistem kurulacaktı.
Galiba çoğu kimse, uluslararası sistemin bir ülkeye müdahele gerekçesinin insan hakları olabileceğine gerçekten inanmıştı: Uluslararası sistem, bir kurtarıcıydı! Onun tek derdi yeryüzünde insan haklarının ihlal edildiği bir karış yer bırakmamaktı! Madem, Suriye’de insan hakları ihlali vardı. O halde Suriye’ye de mutlaka müdahele gerçekleşecekti! Kurulduğu günden bu yana kapalı bir rejim tarafından yönetilen ve kendilerine uzanacak bir tek el bulamayan Suriye Müslümanlarının biraz dünyadan habersiz kalmaktan, biraz çaresizlikten buna inanmaları akıl kârı olabilir. Ama her gün dünyayı izleyenlerin de buna inanmaları olacak gibi değil:
1. Uluslararası sistemin derdi insan hakları ihlalleri olsa bu sistem, Bosna Müslümanlarını Sırbistan zulmüne, Çeçenistan Müslümanlarını Rusya zulmüne terk eder miydi? Bu sistemin müdahele gerekçesi insan hakları ihlali olsa ilk müdahele etmesi gereken yerin israil olması gerekmez miydi? Ya Arakan ve Orta Afrika…
2. Uluslararası sistemin Suriye müdahelesi, Suriye Müslümanlarının lehine miydi? Bunu da “Nihayetinde bir zalim gider, bir başka zalim gelir. Yeni zalim en çok eskisi kadar zalim olur” diyen Suriye halkı açısından anlamak mümkün… Ama ya konuya dışarıdan bakanlar? Dünyada uluslararası sistemin müdahele edip de huzur gören kaç yer var? Suriye’yi Kosova ve Bosna’yla karşılaştırmak gaflettir. Avrupa kıtasına dâhil her iki ülkenin çok özel konumları vardır. Avrupa’yı geçin… İşte Afganistan, Irak, Somali, Libya… Suriye’nin durumu bunlardan da farklı… Belki en çok Irak’a benziyor. Ama Suriye; Irak da değildir.
Irak, tarih boyunca neredeyse Batı işgali yaşamadı. Batı’nın Irakla duygusal bağı yok. Irak, Batı için nihayetinde bir enerji kaynağıdır. “Suriye – Lübnan – Filistin” ise hem coğrafya hem tarih olarak bir bütündür. Haçlılar, Kudüs’te tutunamamışlarsa bunda Mısır’ın yanında Şam’a hâkim olamamalarının büyük etkisi vardır. Kudüs bir kartalın başı; Mısır onun bir kanadı, Lübnan ve Şam ise onun gövdesi ve diğer kanadı gibidir.
Uluslararası sistem için israil’in güvenliği en önemli kriterdir; israil’in güvende olması ancak Lübnan ve Suriye’nin kontrol altında tutulması ile mümkündür.
Irak’ın aksine Avrupa bilincinde Suriye, hep kaybedilmiş bir yurt olarak kaldı. Suriye, İslam’dan önce yüzyıllardır Roma ve Bizans’ın elindeydi.
Fetihten sonra da İslam dünyası ne zaman zayıf düşüp Batı güç kazanmışsa, Suriye sahillerine göz dikti. Suriye sahilleri, Batılı Hıristiyanların Müslümanlardan en erken geri aldıkları coğrafyadır. Bu geri alış Endülüs’ten bile öncedir. Önce Bizans, sonra Haçlılar, oldukça erken bir dönemde Suriye sahillerini işgal ettiler. Suriye sahillerinde Haçlıların acı hatıraları vardır. Suriye’yi ele geçirmek, Batı için tarihi bir özlemdir, bir ütopyadır. Batı, modern çağda güç kazanır kazanmaz Suriye sahillerine geldi. Napolyon’un 1798 – 1802 seferlerinin oraya uzanması anlamsız değildir. 1920’de Şam’ı İngilizlerden devralan Fransız General Garo’nun Selahddin’in türbesine gidip “Haçlı seferi şimdi bitti. Ey Selahaddin, işte biz geldik!” demesi o tarihî özlemin bir yansımasıdır.
Batı’nın Suriye’ye müdahelesini keyifle talep etmek doğru değildir.
Suriye Müslümanları, son savaşta Hama Katliamı’na benzer bir süreç yaşadılar. Tarih onlar için adeta tekerrür etti. Hama’dan önce, uluslararası sistemin emir eri Saddam Hüseyin, mazlum Suriye Müslümanlarına yardım umudu verdi. Kıyam başlayınca da efendilerini dinleyip yardımı yapmadı. Suriye Müslümanları katledildi; ne Batı ne de Suudi Arabistan ses çıkardı. Aksine baba Esed, yaşadığı sürece İslam dünyasının bütün diktatörleri gibi Suudi’nin dostu kaldı. Bugünkü katliam sürecinde de uluslararası sistem ve onun güdümündekiler, Suriye halkına umut verdi. Suriye halkında, Esed’e karşı savaşta zafer umudu oluştu. Suriye’ye ağır silahlar sevk edildi. Esed’in ordusu içinde bile ihtilaf oluştu. Ama sonra, “başkaları” denklemin içine katıldı. Batı’ya “Onlar varken ben bunu kendi halkıma izah edemem” bahanesini oluşturacak yapıların, Suriye’de öne çıkmasına özellikle izin verildi. Suriye, kan gölüne döndü. Suriyeli olmak savaş mağduru olmak anlamına geldi.
İslam dünyasının sorunlarının çözümü ancak kendi içinde mümkündür. Bunun da yolu herkesin birbirinin varlığını kabul ve buna tahammül edeceği bir fikrî ve fiilî ortamın oluşmasıdır. Suriye’de asıl problem şu an bunun yokluğudur. Her bir taraf diğerinin zaferinin kendisinin katledilmesiyle bir görmektedir. Gerçekler de o yöndedir. Bu gerçeğin yaşandığı hiçbir yerde savaş bitmez. Uluslararası sistem için Suriye’de savaşın sürmesi herhalde selamete tercih edilir. Öyleyse hâlâ bu fikrî yapıyı korumak, Batı’nın emellerine hizmet etmektir. Ne sebeple olursa olsun Esed’in katliamlarına destek verenler de Suriye’de zaferin çok erken geleceğini umanlar da herkes, Suriye gerçeği üzerinde yeniden düşünmek zorundadır.