Türkiye şartlarında her şeyin birbirine girdiği ve kaotik bir ortamın oluştuğunu ve süregelen olaylardan küresel güçlerin faydalanmak istedikleri kesindir. Bu sürecin oluşmasında Hükümet- Devlet'in yanlış Suriye politikası ve Çözüm süreciyle oluşan olumsuz tabloları okuyamaması veya okumak istememesi büyük rol almış ve zemin hazırlamıştır. Bu oluşan kaos ortamından sonuna kadar istifade etmeye çalışacaklardır. İşte en son olan Suruç'taki bombalı saldırı ve 30'ün üzerinde kişinin öldürülmesi bu amaçlarına ulaşmanın bir parçasıdır. Özellikle 19 ilden gelen farklı kişilerin olması ve bir yerde toplanmaları kaçınılmaz bir fırsat olarak seçilmiş. Tüm Türkiye'yi duygusal olarak etkileyecek ve bütün illere yayacak bir hesap sebebiyledir. “Gezi” olaylarında ayaklanmayan doğu, Kobani olaylarında da ayaklanmayan batıyı, birlikte harekete geçirmenin hesaplarıdır. Eylemin mantığı ve hedefini tespit etmek önemlidir. Suriye'de oluşan tabloyu Türkiye'ye taşımak ana hedefleridir. Bunun için ne kadar kurban verilmesi gerekiyorsa ondan çekinmezler. Suruç'taki son kurbanlar da bu hedefe ulaşmada bir basamak olarak görülebilir. Herkes bu meseleye “objektif” bir bakış açısıyla değil de kendi penceresinden bakacaksa sağlıklı bir netice alamaz. Ancak bu olayın kime yaradığını görmeye çalışırsa bir neticeye varabilir. Kan üzerine siyaset yapanlar ve bu olay üzerinden rant devşirmeye çalışanlar gerçek suçlulardır.
Olayın ilk dakikalarından itibaren “IŞİD'in olayı gerçekleştirdiği” algısı malum medya çevrelerince işlendi. Faillerle ilgili sağlıklı bir bilgiye ulaşılmadan bu propagandanın yapılması tesadüfî değildir. Hatırlanacağı üzere, Mersin'deki HDP'nin seçim lokallerine yapılan saldırıda da aynı dil kullanılmış, ancak daha sonra DHKP-C üyesi birinin yaptığı ortaya çıkmıştı. Burada IŞİD'in yapıp-yapmamasından ziyade, oluşturulmak istenen algıyı görmek ve analiz etmek önemlidir. Bu algıdan sonra gelen açıklamalar dikkat çekiciydi. Herkes sağduyu çağrılarını yaparken “Selhattin Demirtaş'ın halka “silahlanma” çağrısı yapması ve “kendi güvenliğinizi sağlayın” açıklamasını nereye oturtmak gerekir. Şirin çocuk! 6-8 Ekim olaylarından büyük bir menfaat devşirmiş olacak ki % 13'lük kaymağına karşılık halkı yeniden sokağa çağırmış bulunuyor. Birkaç gün önce Cemil Bayık'ın “çözüm süreci bitmiştir” talimatını yerine getirmektedir. Silahların bırakılması noktasında kamuoyunun kendisine yoğun baskısı üzerine “PKK beni dinlemez” açıklamasını yapıyordu. Buna karşılık kendisi, Cemil Bayık'ı dinliyor ve “silahlanma” çağrısı yapıyor. Hatırlanacağı üzere seçim sonrası “emanet oylara sahip çıkacağız” açıklaması Kandil tarafından fırçayla düzeltilmişti. Yani şirin çocuk! Kendi rolü dışına çakamıyor. Suruç olayında da kendisine biçilmiş rolü en iyi şekilde oynuyor ve oynamaya devam edecektir. Kendi iradesi elinde olmayan zevat “çözüm süreci devam etmelidir” terennümlerini dillendirmekten de geri kalmıyor. Seçim öncesinde “barışı ancak biz sağlayabiliriz” derken seçim sonrasında “beni dinlemezler” noktasına gelmiştir. Adıyaman'da öldürülen asker, Suruç olayı gölgesinde kaldı gibi… Eğer bu bombalı olay olmasaydı, çözüm sürecinin getirdiği malum noktayı konuşacaktık. Urfa'da iki polisin evde öldürülmesi de yeni bir sürecin başlangıcı olarak da görülebilir. ABD'ye sırtını vermiş bir yapının bugünkü şartlarda silah bırakmasına inanmak ancak saflık olur. Fakat kendi pozisyonlarını korumak ve daha çok rant devşirmek için bu terennümden vaz geçecek gibi görünmüyorlar.
Bütün bunlar yaşanırken Suruç olayının IŞİD'le ilgisi olur veya olmazdan ziyade oluşturulan algıda; dindar kesimlerin hedef ve suçlu gösterilmesini unutmamak; onların tasfiyesi üzerine de bazı hesapların olduğunu görmek gerekir. Farklı illerden kişilerin hedef seçilmesi ve bu kişilerin “sosyalist” kimliğini ön planda tutarak, muhafazakâr kesim töhmet altında bırakılmak isteniyor. Nitekim Adana- Seyhan'da bir kaç dindar kişinin iş yerleri yakılmış ve taranmıştır. Bunun en somut örneklerini 6-8 Ekim olaylarında görmüştük. Bu olayda da İslami yapıların töhmet altında bırakılması amaçlanmış ve bu propagandada malum çevrelerce yapılmaktadır. Dindar kesim olan tüm birey, grup ve cemaatler bu süreçte oynanan oyunun farkında olmalı ve birbirlerine kenetlenmelidirler…