Geçen yazıda Susa Cami katliamına götüren süreci kısacık da olsa anlatmaya çalışmıştık. Şimdi asker elbisesiyle gerçek yüzlerini kamufle eden ve camiyi ablukaya alan katillerin katliamı gerçekleştikleri anı müşahede edelim.
“BUNLAR DAĞDAKİLER”
Camiden Müslümanları dışarı çıkarırlarken o esnada sohbet halkasında bulunan 16 kişiden biri durumu fark etmiş ve yavaşça Hüseyin Çetinkaya’ya yanaşmıştı: “Abi, bunlar asker falan değil. Bunlar dağdakiler. Üzerlerinde asker elbisesi var ama şu ayaklarındaki Mekap ayakkabılara baksanıza.” Fakat artık çok geçti. Yine de bu Müslüman kaçmayı göze almıştı. Daha eli bağlanmadan kaçmalıydı. Netice zaten ölümdü. Kaçarsa bir ihtimal kurtulabilirdi. Ayağındaki yarı yırtık ayakkabısını çaktırmadan çıkardı ve aşağı doğru sokak boyu yıldırım hızıyla kaçtı. “Dur dur!” dediler ama duran kim? Daha işlerinin başında oldukları için ateş edip de köylüleri uyandırmak istemediler. Ve böylece bu Müslüman kurtuldu, halen hayattadır. Orada kalan 15 Müslümanın elleri arkadan bağlandı. Duvar dibine yerleştirilip acımasızca tarandılar. Hüseyin Çetinkaya’ yı ise yanlarında götürmek istemişlerdi. Yanlarında götürüp işkenceyle öldüreceklerdi. Yüzüne naylon damlatıp yavaş yavaş, acı çektire çektire öldüreceklerdi yüzlerce masum Müslüman Kürd evladına yaptıkları gibi. Hüseyin bu alçakça niyetlerini anlamıştı. Onu caminin ötesine kadar sürükledilerse de Hüseyin eli bağlı olduğu halde tavizsizce direndi ve kardeşlerinin birkaç metre ilerisinde tekbirlerle şehit düştü.
Eli kanlı örgüt mensupları maksadına ulaşmış bir halde kaçarak çevre köylere dağıldılar ve izlerini kaybettirmeye çalıştılar. Onlar izlerini kaybettirdiklerine inanıyorlardı ama daha sonra dünyanın sadece bu karanlık geceden ibaret olmadığını öğreneceklerdi. Zifiri karanlıklarda saklamaya çalıştıkları kara yüzleri, doğum sancısını çeken kutlu şafakla ortaya çıkacaktı çok geçmeden.
JI BU ZALIME XWUNXWARî BİJî CEHENNEM
Susa Camii olayında 10 şehit verildi 5 kişi yaralı kurtuldu. Şu an yaralı kurtulan 5 kişinin hepsi de yaşıyor.
Küçük bir kız çocuğu duvarın dibinde oturmuş dehşet manzarasına bakıyor ve “Ji bu zalımé xwunxwarî bijî cehennem” sözünü nakarat gibi tekrarlıyordu. Allah, öyle bir manzara karşısında o masum çocuğa bunu söyletiyordu şüphesiz.
Olay sonrası kanlar içinde can çekişen yaralıları, koca köyden bir tek şoför gelip de hastaneye götürme cesaretini göstermedi. Koca bir köy, böyle bir katliama karşı kör ve sağır kesilmişti. Aslında bu olayda köy halkı üç kısma ayrılmıştı. Bir kısmı maddi manevi katliama destek sunmuşlardı. Arabasıyla köye militan taşıyandan, silahıyla korumalık yapanlara kadar... Diğer bir kısmı ise, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” düşüncesinde olanlardı. Bunlar evlerine çekilip elektriklerini söndürmüş çoktan ölüm sessizliğine bürünmüşlerdi. Ve hedefte olan, yok edilmesi gereken bir avuç Müslüman... Onlar da camide gafil avlanmış kimi şehit olmuş kimi kanlar içinde hastaneye kaldırılmayı bekliyor. Araba var ama şoförlerden kimi şehit olmuş kimi ağır yaralı. Köyde riski göze alıp yardıma gelen başka şoför de yok. Bir iki yaralı böylece kan kaybından can verdi.
Bu olayın şüphesiz birçok hikmeti oldu, bilinen veya bilinmeyen. Bir hikmeti şöyle ki Kürdistan Müslümanları arasında bilinen ve “Onlara siz karşılık vermeyin. Bizden birkaç kişiyi öldürürler, sonra bizim karşılık vermediğimizi görünce öldürmekten vazgeçerler” diyen birçok sima, kâmil derecede kanaat getirdiler ki bu mürted örgüt topyekûn Müslümanları ortadan kaldırmadıkça durmayacaktır. Bu olay, onların da muhalefetini ortadan kaldırdı ve böylece Müslümanları hiçbir zaman olmayacak bir birliğe, beraberliğe kavuşturdu. Müslümanlar arasındaki bu birliktelik ruhu, özlenen bir hasletti. Ve bu, cami şehitlerinin kanının bereketiyle gerçekleşti.
SUSA BİR DÖNÜM NOKTASI OLDU
Susa Köyü bu muhterem şehitlerinden sonra çok güzel günler yaşadı. Sema ve yer bu topraklara bereket kapılarını belirgin ve ibret verici bir şekilde açmıştı. Hiçbir zaman görülmemiş bir mahsulât bolluğu, hayvan çoğalması, hayvansal ürün patlaması olmuştu. Bunu o dönem o çevrede yaşayanların çoğu bilir.
Silvan’da mürted örgüt tarafından katledilen Müslümanlar, Susa Mezarlığına getirilip cami şehitleri kardeşlerinin yanına gömüldüler. Burası artık bir şehitler gülistanına dönmüştü. Gün geçtikçe çok muhterem bedenler Susa toprağına bir tohum gibi düştü. Binlerce, yüz binlerce Müslümanı değişik şehirlerden susaya ziyarete çektiler, oluşan manevi atmosfere gark ettiler.
Susa Cami katliamından sonra mürted örgüt, Kürdistan’da rahat yüzü görmedi. Gün geçtikçe eriyip yok oldu. Ve bu, anlayanlar için Allah-u Teâlâ’nın vaadinin göstergesiydi. İslami güzelliğin yayılması, umulmadık yerlere manevi kokusunu ulaştırması durumu kimi karanlık odakların hesabını bozmaya başladı. Müslümanların göğsüne soktukları yaramaz ve şımarık çocukları kaybetmişti. Sıra onlardaydı. Susa üzerine bizzat kendileri gideceklerdi. Oluşan güzelliği bozacak, Susaya ikinci bir acı yaşatacaklardı. Bu en az cami katliamı kadar acımasız olacaktı. Hatta cami katliamını aratmayacak bir vahşette olacaktı!
Susa şehitliği ziyaretine dört bir taraftan gelen yüz binlerin ayağını buradan kesmek için yapılan insanlık dışı uygulama ve baskıların yanı sıra, cami katliamına bir şekilde katkıda bulunan ve katliamdan sonra köyde barınamayıp çıkmak zorunda kalan köylüler kışkırtılarak ellerine silahlar verildi. Gönüllü korucu adı altında silahlarını kuşanıp köye yerleşen cami katliamının hissedarları, işe şehitliğin tahrip edilmesiyle ve köyde bulunan şehit ailelerini, yakınlarını köyden kovmakla başladılar. Korucu başı olan insan görünümlü yaratık, “Tan Gazetesi’ni alın getirin şehitliklerinde oturup okuyalım” diyerek kinini alenen izhar ediyordu. Mezarlıktaki ağaçları söktürdüler, mezarları düzleştirerek tahrip ettiler. JİTEM elebaşları onlara adam vurmak, köyü dağıtmak için tam yetki ve güvence vermişti. Mazlum köylüler, silah zoruyla karakolun takviye gücüne dayanarak köyden Silvan’a sürüldüler. Evlerinden eşyalarını almalarına fırsat verilmeden köy boşaltılmıştı. Silah dipçikleri altında hakaretlerle... Kümes hayvanlarından büyük baş hayvanlara kadar bir köyün mal varlığı korucu ve JİTEM militanlarına kalmıştı. Her gün bir hayvanı kesip birlikte yiyiyorlardı. Sonra köylülerin hasat kıvamına ulaşmış ekinlerine dadandılar. JİTEM militanlarının sınır tanımaz zulmüyle ve devlet güc ünün bunlar tarafında kullanılmasıyla hak-hukuk tanımadan biçerleri ekinlere sürdüler. Köylülerin emeği, alın teri, varı yoğu talan edilerek kamyon üstüne kamyon buğdaylar Ofise sevk edildi. Komşu köylerden onlara selam verip tebessüm eden ve bir sürahi soğuk ayran veren adamın kapısına, bir römork dolusu mazlumların buğdayını döktürmeleri hiçbir zaman mazlumlar tarafından unutulmadı ve unutulmayacak. JİTEM yetkilileri ve devlet rütbesini taşıyan kaç adam bu mazlumların malından servetine servet kattı, ancak Allah bilir. Ama bilinen bir gerçek var ki bunlardan hiçbir tanesi yargılanmadı ve bu zülüm devlet adına işlendi ve yine onların yanına kâr kaldı. Devlet adına bunun tespiti çok kolay bir şey, yeter ki adaletin ikame edilmesi istensin. Bütün bu mağdur mazlumlar yaşıyor ve o köyden kovulmaktan bu yana değişik şehirlerde halen yarı aç yarı tok yaşamlarını sürdürüyorlar. Hepsi bulunup konuşturulabilir. Eğer söylemlerinizde samimi iseniz, bakın bakalım devlet adına ne zulümler yapılmış!
SORUMLULAR HESAP VERSİN
Daha sonra köyden çıkartılan köylülerin köylerine dönmek isteyince çoluk çocuk köyün girişinde karşılaştıkları vahşete tanıklık edildi.
JİTEM rütbelisi, koruculara adam vurma talimatını vermişti. “Yeter ki adam vurun, gerisi bana aittir” demişti. Susa Köyü girişinde işlenecek cürüm, cami katliamını geride bırakacaktı. Korucular mevzi almış, keleş namlularını eli boş köylülerin üzerine nişan almıştı. Köylüler bir yaşındaki çocuktan seksen yaşındaki yaşlıya kadar toplanmış, masumane bir tavırla evlerine dönmek istiyorlardı. Bunca talandan sonra kuru bir ev de geride kalmışsa yine de şehir sokaklarında kalmaktan daha iyiydi onlar için.
Korucular laf dinlemedi. Mevzilerinden fırlayanlar hedef gözeterek çocuk, kadın, erkek demeden insanları taramaya başladılar. Köylülerin mermilere karşı mukavemeti, yerden aldıkları taşla karşılık vermekti. 10’dan fazla yaralı var, ama büyük bir mucize yaşanıyor. Bu kez mermileri vücut deliyor ama hiçbir tanesi öldürmüyordu! Allah (CC) kurşunlardan öldürme özelliğini almıştı adeta! Cami şehidi Adnan Kantar’ın anne ve babası yara almış, annesi alt çenesinden aldığı kurşunla, alt çene dişlerini kaybetmişti. Cami katliamında tam 4 olgun çocuğunu bir anda şehit vermiş Mustafa dayı, ilerleyen yaşına rağmen elinden taşını düşürmüyordu, geride kalan tek oğlu bu olayda yara almış yerde kanlar içinde yatıyordu. Kadınlar başına üşüşmüş onu hastaneye yetiştirmek için babası Mustafa dayıdan yardım istiyorlardı: “Evinizde erkek kalmadı. Bari bu oğlunuz kurtulsun. Diğer yaralılardan vazgeçtik bunu hastaneye yetiştirelim” diye feryat ediyorlardı. Elinde taşıyla koruculara doğru hamle yapan Mustafa dayı, “Bırakın onu, elinize taş alın ve atın, bir taş da bir taştır. Bugün burada hepimiz şehadet şerbetini içeceğiz!” diye haykırıyordu.
İki yazı dizisi ile Susa’nın tüm gerçekleri anlatılamaz ki… Yerde yatan yaralı kadın ve çocuklardan her birisinin hayat hikâyesini mi, bayramlarda çocuklarının ve akrabalarının Susa’daki mezarlarını ziyaret etmek isteyen anne babalara yapılan vahşeti mi, bu ziyaret yolunda coplanan anne ve bacıları mı, yakalanıp türlü işkencelerden geçenleri mi, cezaevlerine atılanları mı?... Hangi birisini anlatalım?
Devlet adına yapılan bu vahşetlerin kabulü için, bu mağduriyetleri yaşayanların haklarının iadesi ve sorumluların ortaya çıkarılıp yargılanması için devlet iradesi kendini gösterebilecek mi?
Susa’yı hakkıyla anlatabilmek için hacimli bir kitap yazmak lazım gelir. Biz şimdilik bununla iktifa edeceğiz. Rabbim, Susa Camii şehitlerinin şahadetlerini kabul etsin ve bizi de onların şefaatinden mahrum etmesin!
Mehmet Baran / doğruhaber