26 Haziran 1992’de, Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı Yolaç (Susa) Mahallesi’ne gelen asker kılığındaki PKK’lilerin yaptıkları vahşi katliamın üzerinden tam 28 yıl geçti.
Şehid aileleri ve yakınları, olay öncesi ve sonrası meydana gelen hadiseleri aktarırken, özellikle şehidlerin şehadetlerini önceden hissettiklerine vurgu yaptılar.
Şehadet gecesini karanlık ve garip bir vakit olarak tanımlayan mahalle sakinlerinden ve olayın canlı tanıklarından Taliha Fidancı, “Bizim evimiz caminin tam karşısındaydı. Olaydan bir hafta önce de caminin etrafında yabancılar çevreyi gözetleyip gelenleri takip ediyorlardı. Ben de sürekli şehidleri uyarıyordum. Onlar da bana, ‘Allah büyüktür. Biz Allah'tan başka hiç kimseden korkmayız.’ diyorlardı. Camide çok vakit geçiriyorlardı. Namaz, tespih ve salavatlarını bitirdikten sonra camiden çıkıyorlardı. Gerçekten hayatlarını Allah yoluna adamışlardı. O gece, cami çıkışı onları eve, yemeğe davet etmiş, hazırlık yapmıştım.” dedi.
“Eğer camidekileri şehid etmeselerdi evlerimizi ateşe vereceklerdi”
Asıl planlanan vahşetin detaylarını aktaran Fidancı, “Onları bekledim, gelmediler. Sonra onları çağırmaları için çocuğu gönderdim. Çocuk gitti, belli bir süre çocuk da gelmedi. Sonra kalabalığın sesini işitip dışarı çıktığımda camiyi tarayanlarla karşılaştım. Giyinme şekilleri askerlere benziyordu. Camiye doğru gidip baktığımda, camidekiler şehid edilmişlerdi. Evime geldiğimde ise pencere kenarlarına benzin bidonları bırakılmıştı. Yani eğer camidekileri şehid etmeselerdi evlerimizi ateşe vereceklerdi.” ifadelerini kullandı.
Fidancı, “Şehidlerin yanına gittiğimde şehid Medeni yaralıydı. Said'i aradım bulamadım. Etrafımız kalabalıktı. Kimse yardımımıza gelmedi. Köylümüz Süphan oradaydı. Eline 4 aylık küçük bir çocuk alarak havaya kaldırdı ve ‘Cami için bir tek bu çocuk dahi kalsa, yine de camiye gidecek ve siz onu da yakalamazsanız erkek değilsiniz. Siz zannetmeyin ki camiler boş kalacak, Müslümanlar bitecek.’ dedi. Bu sözleri duyan kalabalık evlerine girip kapılarını kapattılar, lambalarını sündürdüler.” şeklinde konuştu.
“Şehidleri birçok defa gördük, onlarla karşılaştık”
Cami katliamından sonra şehidlerin varlığına şahid olduğunu söyleyen Fidancı, “Zaman, zulüm ve eziyetle geçti. Askerler, daha sonra köye giren koruculardan zulüm ve eziyetler gördük. Köyde hayatımız hep zulüm ve kederle geçti. Şehidlerin yetimlerine köylülerden durumu iyi olanlar maddi destekte bulundular. Allah hepsinden razı olsun. Şehidlerin çocukları büyüdü çok şükür. Şehidleri birçok defa gördük, onlarla karşılaştık. Birçok mucizevi durumlara şahit olduk. Şehid Said'in evine gittiğimde bazen onu görüyordum. Şehidlerin hayatı hep iyilikle geçti. Kimse onların hakkında kötü sözler duymadı, kendilerinden rahatsız olmadı.” diye belirtti.
Fidancı, “Yaşamlarını Allah'a adamışlardı. Allah için çalışıp mücadele ediyorlardı. Amaçları sadece çocuklara Kur’an'ı öğretmek, Resulullah’ı anlatmak ve onun sünnetini uygulamaktı. O yüzden Allah onlara şehidliği nasip etti. Rabim bizleri onların hayırlarından nasiplendirsin. Allah bizlere onların yolundan gitmeyi nasip etsin. Rabbim çocuklarımıza onların yolundan gitmeyi nasıp etsin. Ölene kadar Kur’an'la büyümeyi ve Resulullah’ın aşkıyla ölmeyi nasip etsin.” temennisinde bulundu.
“O gece şehid olacaklarını hissetmişlerdi”
Şehadet öncesi gerek eşinin ve gerekse kayınlarının konuşmalarından bazı kesitler sunan Şehid Mehmet Sait Fidancı'nın eşi Ferihe Fidancı, “Şehid, hayatını Allah yoluna adamış, bir şehid gibi yaşiyordu. Sürekli şehadetten bahseder, şehid olmayı çok arzulardı. Şehidin arkadaşı geldi, ondan tütün istedi. Şehid, kendine bir tabakalık tütün bırakıp geri kalanın hepsini arkadaşına verdi. Kendisi için tütününün kalmadığını söylediğimde ‘Allah büyüktür, merak etme bu benim içeceğim son tabakadır’ dedi. Sanki şehid olacağını hissetmişti.” şeklinde konuştu.
Kayını Şehid Medeni ile aralarında geçen diyaloğu aktaran Fidancı, “Şehid kış aylarında İstanbul’da, yaz döneminde ise burada çalışıyor, tütüncülükle uğraşıyordu. Olay öncesi Silvan’a gitmek istediğimi söylediğimde kayınım Medeni burada kalmamı istemişti. Sanki şehid olacağını rüyasında görmüş, hissetmiş ve onun için benim köyden ayrılmamı istemiyordu. Ertesi günü kahvaltıdan sonra kayınım Şehid Medeni’nin aracıyla Silvan’a gittim. Onların tüm ısrarlarına rağmen o gece Silvan’da kaldım.” ifadelerini kullandı.
“Şehid Zeki: Anne, sen şehid anası olmak ister misin?”
Yine aynı şekilde kayınlarının kendi anneleri ile olan şehadete ilişkin istek ve tembihlerine vurgu yapan Fidancı, “O akşam, evde yemek yerlerken Şehid Zeki annesine ‘Anne, sen şehid anası olmak ister misin?’ diyor. Şehid Said de annesine, ‘Ana, eğer biri beni şehid ettikten sonra Müslüman olursa ve sana, oğlunu şehid ettiğinden dolayı pişman olduğunu söylerse, onu affet. Beni nasıl evladın olarak kabul ettiysen onu da evladın olarak kabul edip kin besleme.’ diye tembihte bulunuyor.” dedi.
Şehadet anında ilçe merkezinde olmasına rağmen o duyguları hissettiğini söyleyen Fidancı, “Yemekten sonra evden çıkıp camiye gidiyorlar ve orada şehid ediliyorlar. Ben, o vakitlerde Silvan'daydım. Gece saat 23.00 sıralarında aniden bir ses kulağımda çınladı. Yerimden fırladım. Annem ne olduğunu sorduğunda camide bir şeyler olduğunu söyledim. Annem, ‘Kızım, sen buradasın. Nereden biliyorsun,’ diye sorunca görümcemin ‘Ah kardeş’ ağıtlarını duyduğumu söyledim. O gece artık içimde bir endişe ve telaş vardı. Nihayet ben, kaynanam, görümcem ve görümcemin kaynanası saat 02.00’de Silvan’dan yaya olarak Susa’ya geldik. O zamana kadar camidekilerin hepsi şehid olmuştu.” diye belirtti.
28 yıl boyunca çektikleri sıkıntılara da değinen Fidancı, “Şehidin şehadetinden sonraki 28 yıl bizim için çok farklı geçti. Çocuklar küçüktü ve çok zor koşullarda yaşadık. Korucular ve PKK tarafından köyde birçok zorluk ve işkence gördük. Onlar, sarhoş olup insanlara zulüm ediyor, bazı yerleri ateşe veriyorlardı. Etrafa gözdağı vermek maksadıyla silah sıkıyorlardı. En son köyden ayrılmak zorunda kaldık. Sonradan eşyalarımızı almak üzere köye geldiğimizde silahlarla önümüzü kesip bize eziyet ettiler. Yani çok zulümler gördük, acılar çektik.” ifadelerini kullandı.
“Şehidlerin ilahiler söylediklerine şahid oldum”
Şehidlerin ölmediklerine ve diri olduklarına şahidlik eden Fidancı, yaşadığı çok farklı bir olayı şöyle anlattı:
“Şehidin şehadetinin üzerinden 3 ay geçmişti. Bir gün sabah namazımı kılıp şehidlerin mezarına geldim. Mezarlığa vardığımda sırtımı şehid eşimin mezar taşına yasladım. Bir süre sonra büyük bir odanın içerisinden ilahi sesleri geliyordu. Odaya baktığımda şehidlerin hepsi orada sohbet ediyor, gülüyorlardı. Aralarında ilahi söyleyen biri vardı. Sesinden tanıdım, o şehid Medeni’ydi. Şehid Medeni ilahisini bitirdikten sonra beni fark ederek ‘Bu kadının burada ne işi var’ dedi. Onun öyle demesiyle korkup uzaklaştım. Evin önüne kadar geldiğimde dahi hala titriyordum ve o anı hala unutmuş değilim.”
Fidancı, “Bir cuma akşamı mezarlığa geldiğimde şehid Sait ile Meki'nin mezarlarının aralarında oturdum. Geri dönüp eve vardığımda eldivenleri elimden çıkardığımda avuç içinde yazılar gördüm ve çok şaşırdım. Büyük fontta yazılmış harf ve rakamlar vardı. Harfler, şehidlerin baş harfleriydi ve en sonunda eşim şehid Sait'in ismi yazılıydı. O yazıları incelemem 5 dakikadan fazla sürmedi ki, elimi bile yıkamadan kendiliğinden silindi. Yani şehidlerin bu tür mucizelerine çok rastladık.” şeklinde konuştu.
İLKHA