Halep'le ilgili çok söz söylendi, söyleniyor ve söylenmeye devam edecek ne yazık ki.
Böylesine güç durumlar için en tesirli sözü yüzyıllar öncesinde çağları delen sesiyle büyük şair Fuzûlî dile getirmiş:
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil
Çektiğim elemi bir ben bir de Allah'ım bilir
Evet, söylesem tesiri yok bilirim.
Zira mezhebi din addeden bir güruha hakikati anlatmak nefes israfından başka bir şey değildir.
Mezhebin Şii ve ya Sünni olması hiçbir anlam ifade etmiyor.
Sussam gönül razı değil. Çünkü Halepli annenin “mesajımı dünyaya iletin” sözü belimi doğrultmama engel.
Moğol ordusunu aratmayan mütecaviz rejim güçlerinin zulmü arş-ı alayı titretirken sessiz kalmak…
Dilsiz Şeytan olmak…
Ne zor denklem rabbim!
Esed, Rusya ve İran blokajından Şiiliğe düşman bir senaryo üretme çabasındaki saftirik, kimin tarafından yazıldığı belli olmayan bir senaryonun gönüllü oyuncusu olmaya amade.
Ümmetin içinde çıkacak bir mezhep savaşı da Batı dünyasının süslü rüyası…
Oynanan bu oyunda aktörlerin aynı çabada olduğunu fark etmemek, ne büyük gaflet!...
Eğer içinde bulunduğu durum gaflet değilse ümmet için korkunç bir ihanet...
DAEŞ'in yaptıkları nasıl bütün Sünnilere mal edilmemesi gerekiyorsa, İran ve Esed'in yaptıklarını da bütün Şii'lere mal etmemek gerekir, bu da bir hakikat...
Suriye'ye gelince, Suriye kelimenin tam anlamıyla bir bataklık…
Zira İslam tarihinde fitne ateşinin harlandığı diyardır Suriye.
Bu bataklıkta çarpışan bileşenlere bakıldığında, her biri farklı saiklere hizmet etme çabasında…
ABD, küresel güçteki etkisini pekiştirme, Arap dünyası üzerindeki hegemonyasını koruma, son kullanma tarihi geçmiş silahlarını kullandırma, karakol olarak kullanabileceği bir alan oluşturup gayri meşru çocuğu israil'in sınırını güvence altına alma çabasında…
Rusya, okyanus ötesinden gelen ABD'nin at koşturmasına fırsat vermeme, Suriye üzerinden Akdeniz'e açılma, müttefik gördüğü Esed'i yalnız bırakmama gayretinde…
Esed, babadan kalma zulüm otağını koruma, yıllardan beri devam eden azınlığın çoğunluğa tahakkümünü devam ettirme uğraşında...
İran, içinde olabilecek bir kavga ve kaosu evinin dışında karşılama, etki alanını genişletme, Şia'nın hamisi olduğunu kabul ettirme, karakol olarak gördüğü Suriye ve Lübnan'daki gücünü koruma telaşında…
Türkiye'nin bulunma gerekçesine gelince:
Türkiye, sınırında yuvalanmış bir terör örgütünün yuvasını dağıtma, sınırı olmayan deniz aşırı ülkelerin sınırında oynadığı satrançta seyirci kalmama amacında...
Çünkü bu, bekası için olmazsa olmazdır.
Mazlum ve mağdur halkın tahliyesi hususunda Türkiye, bu bileşenler içinde insani yerde duran tek güç.
Tahliye edilenlere saldıranların tutumundan Şii - Sünni kavgasını devşirme çabasına girenler, farkında olmadan Batı dünyasının İslam dünyası için biçtiği gömleği giyme teşebbüsü var.
İran'ın Suriye'deki tutumunu kabul etmek mümkün değildir, ancak bunu mezhep kavgasına doğru evirmeye çalışmak da en amiyane tabirle ahmaklık veya aymazlıktır.
Soğuk kış günlerinde, gecenin geç saatlerine kadar ev ev dolaşan, mülteciler uyumadığı müddetçe gözüne uyku girmeyenleri şuna buna yandaş sayan tatlı su İslamcılarının sanal kahramanlıkları üzerinden mezhep çatışmasına sürüklenmek ümmetin başına gelebilecek en büyük felaket olur.
Zaten yaptıkları da ego tatmininden başka bir şey değildir.
Bir yetimin başını okşamayan ekran kahramanlarının gerçeklerle yüzleşmesi için alana inmesi gerekir.
İHH gibi, Umut Kervanı gibi ve adı anılmayı hak eden birçok gönüllü vakıf ve dernek bu alanları iyi bilir.
Yoksa alana inmeden, ekran karşısında yardım kolisiyle poz verme çabası güden ucuz kahramanların tavrı, beleş cennet yolcularının ucuz şövalye olma çabasından başka bir şey değildir.
Allah bizi bu çabadan beri kılsın!