Suudi hanedanının İslam dünyasındaki konumu, geçmişi bir tarafa bıraksak bile son yıllarda üstlendiği rol itibariyle siyonizmin entari giymiş hali gibi acayip bir portre oluşturuyor.
Ortdadoğu meselelerinde artık israilliler gibi konuşuyorlar, israilliler gibi gelecek projeksiyonları çiziyorlar, israilliler gibi oturup kalkıyorlar. israilin dost bildiklerini dost, düşman bildiklerini düşman biliyorlar.
Halıhazırda işgal ettikleri konum, israil adına tüm israil karşıtlarına racon kesmek şeklinde bulunuyor. Hal böyle olunca da Suud hanedanının israil için ifade etmeye başladığı anlam, Samiri'nin “Kutsal buzağı”sı gibi ulvi bir mertebe şeklinde oluyor. Birçok meselede artık israil sükût edip mikrofonlar “Zıpçıktı Prenslerin” ağızlarına uzatılıyor.
Mesela ülkesini büyük bir badirenin içerisine sokacağından zerre kadar şüphe etmediğimiz yeni yetme Prens, son Amerikan turundan sonra basın organlarına verdiği mülakatlarda Netanyahu'nun burnundan fışkırmış gibi bir eda ile konuşuyor:
“İran'la savaşabiliriz… İran, İhvan ve diğer terör grupları şeytan üçgeni oluşturmuş… Şeytan üçgeni yeniden Halifeliği tesis etmek istiyor… El Kaide ve IŞİD İhvan sayesinde ortaya çıktı…” gibi sözler!
Son yıllardaki uygulamalar ise beterin beteri…
Sisi darbesindeki başat rolü… Körfez bölgesini israil'in uzantısı yapma gayretleri… Enver Sedat'ı bile sollayan israil ile ittifakı… İhvan'ı, Hamas'ı, Hizbullah'ı terör örgütü ilan etmesi… Halen süren Yemen'i Suriyeleştirme faaliyetleri… Ve hiçbir şekilde dillendirilmeyen Suriye yıkımındaki derin etkisi… Say say bitmeyecek daha nice ihanetler!
Aslında Suudi'nin günah galerisini ortaya dökmenin pek de bir faydası yok gibi. Çünkü zaten her şeyi artık açıkça yapıyorlar. Burada önem kazanması gereken şey, Suudilerin günah galerisini sümen altı etmek adına başkalarının günah galerilerinde mankenlik yarışını sürdürenlere odaklanmak daha fazla önem arz etmektedir.
Son devirde Ortadoğu'ya müdahil olmayan bölge ülkesi ve İslami camialar neredeyse yok gibi. Dolayısıyla tümü haklı ya da haksız her türlü eleştirinin hedefleri oldular. İran, Irak, Türkiye, Katar, Mısır; IŞİD, El Kaide, İhvan, HAMAS, Hizbullah vs vs… Yoğun, ağır eleştirilerden nasibini almayan hiç kimse kalmadı. Ama nedense Suudi hanedanı ne Irak'taki yıkıcı faaliyetlerinden, ne Suriye vahşetindeki katkılarından, ne Yemen'de işlemeye devam ettiği korkunç katliamlarından, ne Tel Aviv'le dostluk – Gazze ile düşmanlık politikasından ötürü hiçbir zaman medya-siyaset-sivil toplum kesimlerinden hak ettiği eleştirilere muhatap olmadı. Esrarengiz bir el, her daim Suudi'nin yıkıcı faaliyetlerini örtbas etmeyi bugüne kadar ısrarlı bir şekilde sürdürdü.
Attığı her ihanet adımı, elin gavuruna akıttığı her milyar dolarcık meblağlar sadece ve sade “Tarafsızlık ilkesi” gözetilerek “HABER” tadında kısacık metinlerle geçiştirilme yoluna gidildi.
Özellikle tüm İslami camialar ve sivil toplum kesimleri, kontrollerindeki medya araçlarıyla, periyodik basın açıklamalarıyla deveden pireye kadar hemen her alanda haber, yorum, analiz, basın açıklamaları vs. yapmaktan geri durmaz iken, söz konusu Suudi hanedanının katmerleşen ihanetleri olunca nedense sükûtu altın olarak kabulleniyorlar.
israil'e, Amerika'ya etmedik laf bırakmayanlar nedense söz konusu Suudi olunca birçoğu yüzünü çeviriyor. Ne Sisi darbesindeki rolünden dolayı, ne HAMAS ve İhvan karşısındaki siyonistçe tutumdan dolayı, ne Yemen'deki cürümlerinden dolayı nedense çoğu kesimin ağzını bıçak açmadı. Suriye yıkımındaki kabarık faturaların tümü hep “Suudi düşmanlarına” kesilirken Suudi'nin bu işlerden münezzeh tutulması enteresandı.
Suudi'nin bölgesel yıkıcı faaliyetlerine göz yumulmasının bir nedeninin “Ekonomi bağlantılı siyasal mülahazalar”dan kaynaklandığı söylenebilir. Oysa genel çerçevede meseleye bakıldığında zihinler etrafında kalın bir çeper örüldüğü gözlerden kaçmamaktadır.
Bu örülen çeperin harcı ise hem merak konusu olmakta, hem de önem kazanmaktadır. Acaba “Çeperin harcı” nasıl bir maddeden üretilmiş ki bu denli dayanıklı kalabiliyor?
Dayanıklılık “Keramet” ürünü mü, yoksa “Petro-Dolar”ın tartışılamayan üstünlüğü mü? Suudi bağımlılığını mecburi kılan ideoloik ya da dinsel bir bağlılık ufukta görünmediğine göre…
Neticede cepten mideye, oradan zihinlere uzanan ince bir yol vardır!