Seksenli yıllardaki gibi gündem oluşturmasa da, Mustazafların siyasi hareket kararı almalarıyla birlikte kardeşlerimiz arasında “Tağut” ve benzer kavramlar yeniden konuşulmaya başlanmıştır.
Tevhidi düşüncedeki titizliğine inandığımız samimi birçok kardeşimiz, “Siyasete girmekle, özellikle partileşmekle tağutu kabullenmiş ve benimsemiş olmayacak mıyız…” gibi sorular yöneltmektedirler.
Her şeyden önce Tevhidî düşünce mensubu Müslümanlar olarak tağutu reddetmek, tağuta karşı çıkıp onu yıkıp devirmek göreviyle, tağuttan kaçmayı, tağuta hiç görünmemeyi, tağutla hiç burun buruna gelip onunla muhatap olmamayı birbirine karıştırıyoruz. Böyle yapmakla tağutu reddettiğimizi zannederek bununla avunuyoruz.
Unutmayalım ki tarih boyunca tağut hiçbir zaman köylerde, mahallelerde, ücra köşelerde olmamıştır. Tağut her zaman ülkelerin merkezlerinde olmuştur. Nitekim peygamberler de aynı şekilde ülkelerin merkezlerine, bizzat tağutların üzerlerine gönderilmişlerdir. Daha somut bir şekilde gösterecek olursak, Darunnedve nasıl ki Arap dünyasının merkezi olan Mekke’de idiyse, onun mukabili ve alternatifi olan Darulerkam da aynı şekilde Mekke’deydi. Yani Tevhid ve Tağut kapışması ülkenin merkezinde cereyan ediyordu.
Böyle olunca, her hangi bir ülkenin ücra köşelerindeki bir takım İslami dersleri ve benzer çalışmaları Tevhid-Tağut savaşın merkezleri olarak gösteremeyiz. Öncelikle tağutlar neredelerse bizler de oralarda olmalıyız.
Köyde veya mahallede çocuğunu okula göndermemek, gönderenleri şirkle ve tağutu benimsemekle itham etmek, dört yılda bir oy kullanmamak ve kullananları küfürle itham etmek tağutu reddetmek midir, yoksa tağuta hiç görünmemek, tağuttan kaçmak, tağutla hiç muhatap olmamak mıdır?
Meydanlarını Peygamber Sevdalılarıyla doldurduğumuz kentlerin yönetimini Peygamber Düşmanlarına bırakmanın ne anlama geldiğini düşünmeli değil miyiz, asıl bunun hesabını Allah Teâla’ya nasıl vereceğimizi düşünmeli değil miyiz?
İsteyerek veya istemeyerek Peygamber Sevdalılarından alınan vergilerle büyük oranda Peygamber Düşmanlığının finanse edildiğinin, İslam’la savaşıldığının hesabını nasıl vereceğimizi düşünmemiz gerekmez mi?
Özellikle Peygamber Sevdalılarının meydanlarını doldurduğu kent merkezlerinde yüzlerce, binlerce gökdelenlerin yükseldiğini görmüyor musunuz? Bunların her bir dairesinden alınan en az beş on bin liranın hangi rakamlara ulaştığını ve bunların nerelere aktarıldığını hiç düşünüyor musunuz?
Peygamber düşmanlarının ellerinde bulunan belediyelerle, belediyeler bünyesinde kurulan kültür merkezleri ve derneklerle ne gibi yozlaşmaların, ahlaksızlıkların ve İslam düşmanlıklarının yürütüldüğünü görmüyor musunuz, biliyor musunuz?
Bugün yaşadığımız kentleri veya ülkenin tamamını Müşrik Mekke kabul ederek ona göre hareket edecek olursak sayısız yanlışa imza atmış oluruz. O zaman bize sormazlar mı, sizin Medineniz neresidir diye? Yani siz de bir gün buradan sürüleceksiniz, bir başka memlekete hicrete zorlanacaksınız, orası tamamen sizin Medine’niz olacak ve daha sonra oradan gelip burayı fethedeceksiniz öyle mi” demezler mi?
Aynı noktadan hareket eden bazı kardeşlerimiz Mekke’nin ilk yıllarındaki müşriklerin tekliflerini ve Allah Rasûlü’nün (s.a.v) onlara verdiği cevabı hatırlatarak şu anda yapılanın yanlış olduğunu ileri sürmektedirler:
“Eğer maksadın reislikse seni başımıza reis yapalım, zenginleşmekse seni Mekke’nin en zengini yapalım, seni Mekke’nin en güzel ve soylu kadınlarıyla evlendirelim” teklifleri karşısında Rasûlullah (s.a.v): “Bir elime Ay’ı bir elime Güneş’i koysanız bu davadan vazgeçmem” cevabı gibi de bugün siyasetten uzak durulması gerektiğini savunmaktadırlar.
Söyleyin Allah aşkına, şu anda bize böyle teklifler mi yapılıyor. “Aman siyasetten uzak durun da, reislik mi istiyorsunuz, zenginlik ve ekonomik güç mü istiyorsunuz, her ne istiyorsanız verelim” mi deniliyor? Hatta bunun tam tersi olmuyor mu? Siyasi hareket kararı alındıktan sonra başlatılan iftira ve karalama kampanyalarını görmüyor musunuz? Hele bir de bir parti kurulsun, bir seçime girilsin, seyredin siz asıl o zaman başınıza gelecek olanları!
Yani demek istediğimiz odur ki, şu anda yaşadığım bu ülke ve bu kentler ne Mekke’dir, ne Medine’dir. Buralar biz Müslümanların ellerinden okus fokuslarla, dipçiklerle, darbelerle ve bir takım şeytani yöntemlerle gasp edilmiş öz topraklarımızdır.