Müslümanların sadece kendi ülkelerinde değil küresel anlamda da alabildiğine büyüyüp güçlendiği ve baş edilmesi çok zor bir rakip haline geldiği her dönemde İslam düşmanlarının aklına gelen ilk mücadele taktiği, her zaman böl, parçala, zayıflat ve sonra yut, taktiğidir.
Peki, İslam bölünür mü? Tabii ki hayır. Ancak Müslümanlar için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değil sanırım. Çünkü büyük bir güç, kuvvet haline gelen her siyasi, toplumsal, dinsel hareket aslında ortaya çıktığı andan itibaren bölünme tehdidi altına da girer. Bunun hem iç dinamiklerden kaynaklanan hem de dış düşmanlardan kaynaklanan sebepleri vardır. İçeride, Müslümanları oluşturan bireyler arasındaki fikri ayrılıklar, insafsızca yapılan eleştiri ve tartışmalar, uygun görmesek bile rekabet ve iktidar mücadeleleri… Dışarıdaysa İslam’ı kendisine rakip, engel veya düşman olarak gören, başta Yahudi ve Hıristiyanlar olmak üzere diğer devletlerin, kışkırtma, teşvik ve hatta silahlı yardımları, Müslümanlar arasında ilk önce insafsızca fikri tartışmalar daha sonra silahlı çatışmalar ortaya çıkarabilmektedir. Savaş meydanlarında Müslümanlarla baş edemeyeceklerini anlayan dış güçler İslam’ı ve Müslümanları zayıflatmanın en kolay yolunun onları bölmek ve hatta böldükten sonra da birbirleriyle savaştırarak birinin gücünü diğerinde tüketmek olduğunu iyi bilir ve, bu amaçla sürekli Müslümanların içinde fikir ayrılıkları, rekabet ve iktidar mücadeleleri oluşturmaya veya var olanları büyütmeye çalışırlar.
İslam tarihine baktığımızda bunun sayısız örneklerini görebiliriz. İslam’ın baş edilmesi imkânsız bir güç ve imparatorluklar yıkan bir devlet haline gelmeye başladığı örnek halifeler döneminin – Allah onlardan razı olsun- hemen sonlarından itibaren yukarıda stratejisini açıkladığımız planın yürürlülüğe konulduğunu açıkça görmekteyiz. Daha sonraları Emevi, Abbasi, Selçuklu ve hatta Osmanlı imparatorluğuna karşı uygulanan plan ve projeler hep aynı taktik çerçevesinde geliştirilmiştir. Böl, parçala, zayıflat ve sonra yut…
Osmanlı için söyleyecek olursak, Batı, birinci dünya savaşının sonunda Sevr ve Mondros anlaşmalarıyla bu emeline ulaşmış ve Osmanlıyı 50 küsur devlete bölerek tarih sahnesinden silmişlerdir. Osmanlıdan ayrılan bu 50 küsur devletin içinde de ayrı fitnelerle tefrikalar yaratmışlardır ve hiçbirisini rahat bırakmamışlardır. Müslümanlar için aslında büyük bir güç ve enerji kaynağı olan çeşitli ırk, millet, mezhep, meşrep, gurup ve tarikatları, İslam düşmanları alttan alta daima karıştırmış ve mensuplarını kışkırtarak, etkileyerek ve hatta direk kullanarak, diğer İslami gruplar veya milliyetler arasına kin ve nefret tohumları ekmiş ve böylece Müslümanları birbirlerinden soğutarak İslam kardeşliğini unutturmuş, birbirlerine düşman etmişler. Hem de Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerimde Müslümanlara, “Hepiniz toptan Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın ve sakın tefrikaya düşmeyin, yoksa gücünüz kuvvetiniz dağılıp gider.” şeklindeki açık ve net emrine rağmen.
Allah bütün Müslümanlara Allah’ın dinine hep beraber sımsıkı yapışmayı ve tefrikaya düşmemeyi emrediyor. Ancak Müslümanlar birbirleriyle uğraşmaktan, birbirlerini suçlamaktan, birbirini tekfir etmekten ve birbirleriyle savaşmaktan geri durmuyorlar. Resulullah efendimizin, “Kılıçlarıyla –silahlarıyla- karşı karşıya gelen ve savaşan Müslümanlardan öldüren de ölen de cehennemdedir.” yüce buyruğunu bilmelerine, hatta ezberlemelerine rağmen. Mazeretleri hazırdır; ama şöyle derler, ama böyle… Ama, ama, ama…
Alın bir ama daha;
Ama Resulullah bu hadisine hiçbir istisna koymamış ve ama şöyle olursa Müslüman kardeşinizle savaşabilirsiniz, onu öldürebilirsiniz, vahşice katledebilirsiniz, kafasını kesip kahramanca poz verebilirsiniz dememiş. Resulullah efendimizin sözü bir çocuğun anlayabileceği kadar açık ve net; “Kılıçlarıyla –silahlarıyla- karşı karşıya gelen ve savaşan Müslümanlardan öldüren de ölen de cehennemdedir.”
İşte günümüzde başta Suriye ve Irak’ta yaşanan savaş olmak üzere bütün İslam coğrafyasında Müslümanların çektiği acıların, düştükleri zilletin özeti budur. Tarih boyunca gayri İslami güçlerin Müslümanlara karşı uyguladığı taktik de budur. İslam her şeyin, her problemin, her hastalığın ilacını, çaresini ürettiği gibi bunun da ilacını üretmiştir. Vahdet…
Ama vahdet kimilerine göre acı bir şurup. Milyonlarca Müslüman’a acı çektirmek pahasına bile olsa onlar asla bu acı şurubu içmeyeceklerdir. Geriye tek bir şey kalıyor, o da mahşer meydanın da Allah’ın huzurunda “Allah’ım Müslümanların kanına girdim ama…” demeleri.
Sizce Allah’u Teâlâ bu mazeretlerini kabul eder mi bilemem, ama bence asla.
Selam ve dua ile, Allah’a emanet olun.