Takvayı elde etmenin ilk şartı, farzları kusursuz bir şekilde eda etmek ve haramlardan uzak durmaktır. Farzları eksik bırakan kimse nafileleri ne kadar çok yaparsa yapsın takvalı olamaz. Yine haramlardan sakınmayan bir kimse ne kadar hayır hasenat yaparsa yapsın takvayı elde etmiş olamaz.
Takva haramlardan öte şüpheli şeylerden de sakınmayı gerektirir. Şüpheli şeylerin mekruhlar gibi haramlarla komşulukları vardır. Hakkında kesin bir hüküm bulunmayan şeylerde, takvaya uygun olanı, haram olma ihtimalini göz önünde bulundurarak o fiilleri terk etmektir.
Hakeza helal ve mubahlar konusu da öyledir. Bunlardan ihtiyaç duyulacak kadar istifade edip iktisatlı olmak ve israftan sakınmak takvadır. Helal ve mubah olan şeyleri ölçüsüz kullanmak saçıp savurmak takvayı bozar. Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, bir hadisi şeriflerinde şöyle buyururlar:
"Helâl belli, haram da bellidir; ancak bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden kaçınan kimse dinini ve ırzını temiz tutmuştur. Şüphelere düşen harama da düşmüş olur. Nasıl ki, bir çoban, koruluğun kenarında koyun otlattığında, koyunlarının her an sınırı geçip koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylere yakın olmak da öyledir." (Ebu Davud Tirmizi)
Şüpheli alan, haramın en yakın komşusudur. O alana girenin bir süre sonra haram sahasına düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Şu hâlde, haramlardan kesin bir şekilde korunmak için takva yolunu seçmek lazım. Böylelikle takva, şüpheliler ile haramlar arasında bir tampon bölge işlevini görür. Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle bizleri uyarıyor:
"Yakıtı insanlar ve taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış olan o dehşetli ateşten sakının." (Bakara: 14)
Tefsir âlimleri, bu ayeti kerimede sözü edilen taşların, putlar olduğunu söylerler. Burada yakıtı taşlar olan bir cehennemin dehşeti yanında, insanı ürperten bir başka tehdit daha vardır. O da putlarla beraber yanma, aynı mekânda birlikte bulunma, onların tâbi tutulduğu muamelenin aynısına maruz kalmanın cezası ve zilletidir.
İmandan sonra salih amelin değer kazanması için takvaya sarılmak gerekir. Kıyamet günü, kişinin amelleri terazide ihlası ve takvası nispetince ancak değer kazanabilir. Takva ile salih amel, ruh ve kalbin terakkisinde iki esastırlar. Salih amel ile manevi karlar elde edilir. Takva ile de bu kar korunur, fesada gitmekten uzak kılınır. Zarar ve ziyan yollarını kapamayan biri, kazandığından çok daha fazlasını kaybedebilir ve bu yolun sonu iflasa çıkar.
Evet, en büyük iflas ahiret iflasıdır. Kişinin ömür boyu işlediği güzel amellerinin işe yaramadığı, hebaya gitmesinin iflasıdır. Bakınız bu iflasla alakalı peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem nasıl bizleri uyarıyor:
"Ümmetimden müflis o kimsedir ki; kıyamet günü namaz, oruç ve zekât gibi amellerle gelir. Ancak buna karşılık ona buna sövmüş, iftira etmiş, kiminin malını yemiş, kiminin kanını dökmüş ve kimini de dövmüştür. Ahirette onun bu iyilikleri hak sahiplerine dağıtılır. İyilikleri yetmediği zaman da hak sahiplerinin günahlarından alınıp kendisine yükletilir ve cehenneme atılır." (Müslim)
Riyazet alimleri, takvayı elde etmeyi şu üç kategoriye ayırmışlar:
1-Küfürden, şirkten takva: İmandan dönmeyi ateşe girmek gibi tehlikeli görerek onun hükmünü yok edecek şeylerden korunmak. Kişi ancak bu şekilde kâmil bir imana kavuşmuş olur ve cehennemde ebedi kalmaktan korunmuş olur.
2-Masiyetten takva: Büyük günahları işlemekten, küçüklerde de ısrardan sakınmak. Amelde takvanın en yaygın manası budur. Bu takva olmadan kalbin nurlanması mümkün değildir. Bu hususta bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır: "İrtikâp edilen her küçük bir günah, kalbe siyah bir nokta olarak işlenir. Zamanla bu noktalar çoğala çoğala kalbi simsiyah eder bırakırlar." (Buhari)
3-Masivadan takva: Kalbini, Allah'ı anmaktan, Allah'ın korkusundan ve Allah'ın muhabbetinden alıkoyan her şeyden uzak tutmak. Şeytana gafil avlanmaktan ancak bu takva ile korunabilir. Zira şeytan, insanın hep Allahtan gafil olduğu anlarda avlar ve günahlara bulaştırır.
Demek ki takva bir kalp meselesidir. Kalbi sürekli Allah'a bağlamanın, Allah'ın muhabbetiyle dolup taşmanın bir ruh halidir. Nitekim peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, bir gün kalbine işaret ederek ashabına: İşte takva buradadır." deyip bunu üç kere tekrar etmiştir.
İhlas ve takva dolu bir hayat dileğiyle!