Son bir haftayı üst üste gelen gelişme/mahkemeler dolayısıyla hayal kırıklığıyla geçirdik. Temennilerle de olsa umutlandığımız birçok konuda aslında söylem ve eylemler sadece ipe un serme cinsinden olduğu için fayda göremedik.
Halep koridorunun mazlum ve çaresizlere yol açacağı umudu, ezik ve güdük bir siyaset nedeniyle Halep'in boynuna dolanan bir ölüm kordonu oldu.
One minute'yle başlayan israil'e efelenmeler, Mavi Marmara davasının düşürülmesiyle Filistin meselesi ümmet/Kudüs meselesi olmaktan uzaklaştırıldı ve siyoniste diletilemeyen özür siyonistin Kudüs'ü resmen başkent ilan edeceği zaman ve zemine daha güçlü olarak taşıdı.
On dört yıldır, anayasayı ve sistemi değiştirme yönünde politika üreten, umutlar devşiren, arka dayanağı mağduriyetlerle sağlamlaştıran dindar nesil(!) yetiştirme arzulusu(!) AK Parti hükümetinin doğum sancıları adeta ‘dağ fare doğurdu'yla bitti. Daha da ‘ırkçı ve şövenist' bir yapıya dayalı anayasa taslağı 150 yıldır yaşanan mağduriyetleri daha da katmerleştirecek.
Bu ve benzeri olaydan niçin yenik, kandırılmış veya umutları başka bahara taşınmış olarak çıkıyoruz?
İslami değer ve ilkelere bağlı fikir ve eylem üretemediğimiz için; hem bireysel hem yönetsel açıdan pragmatist/günü kurtaran strateji ve buna bağlı konjonktür adını verdiğimiz kandırmalarla zaman kaybediyoruz. Günü kurtarma, anlık badireleri atlatma adına seviniyor; ama bilmeden geleceği mayınlıyor, nesillerimizi mahvediyoruz.
Orta bir ümmet diye vasıflandırılan bizlerin insanlar üzerine “adalet örneği, hakkın şahitleri, iyiliğin emredicileri, kötülüğün nehyedicileri” olarak Medine'deki Resulullah, Kerbela'daki Hüseyin, Cebeli Tarık'taki Tarık b. Ziyad, Kudüs'teki Selahattin gibi tarih yazmamız lazımken İslami iradeden mahrumiyetle Afganistan, Çeçenistan, Musul, Gazze, Halep'te tarihe maruz kalıyoruz.
Hayat dinamik, cevval ve akışkandır. Hayatı ve tarihi söz, irade ve eylemleriyle etkilemeyenler; sözü, eylemi, stratejisi olanlar tarafından tarihe konu mankeni yapılır ve boyunduruk ipi boyunlarında zilletle yönlendirilirler.
Halimiz hiçbir ama'yı, lamı cimi kaldırmayacak kadar insanlığa yeniden örnek ve şahit olacak ümmet olmamız gereğini salık vermektedir.
Ayrılığımız ve birbirimize bilenen öfkemiz hiçbir mazereti geçerli bırakmayacak şekilde ulus/mezhep taassubundan uzaklaşıp vahdet çizgisinde buluşmamızı gerektiriyor.
Bu uğurda mücadele vermek her Müslüman üzerine bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu terk ettiğimiz ve ihmal ettiğimiz için kendimiz, insanlık ve ümmet küresel oyunların figüranı olarak emperyalist tahakküm ve modern şirk ilahlarının elinde inim inim inlemektedir.
Bugün mübarek viladetinin sene-i devriyesinde bulunduğumuz Efendimiz, Seyyidimiz Hz. Muhammed aleyhisselam'ın günümüz için söylenmiş hadislerinden birkaçını hem halimize tercüman hem de derman olması umuduyla sözümüze taç eyleyelim:
“… Ecnebiler çoğalacak ve Müslümanlara galebe edecekler… Sonradan gelen nesiller, önceden gelenlere sövüp sayacaklar.
Mihnet, bela, musibet artacak, rahat ve huzur kalmayacak, kimse eliyle bunları önleyemeyecek.
İlim azalacak, cehalet, anarşi ve cinayetler artacak, adam öldürmek hafif sayılacak.
Hainlere emin, emin olanlara hain denilecek ve ‘'şurada emin bir insan vardır'' denilecek kadar emin insan sayısı azalacak.
Kişiye, şerrinden korkulduğu için ikramda bulunulacak. Görünüşte dost esasında düşman sayısı artacak, sözler yalan ve birbirine muhalif; amir ve memur çok, doğru iş yapan az olacak.
Haram işlemeyi kolaylaştıran imkânlar artacak, gençler günah işlemeye ve kötülük yapmaya çok meyledecekler.
İmanı kalpte tutmak, kor ateşi elde tutmaktan daha zor olacak, kişi gece mü'min yatacak sabah kâfir olarak kalkacak veya bunun tersi olacak.
Dünya işlerine dalıp ahiret işleri unutulacak, Allah'ın kitabıyla hükmetmek ayıp sayılacak…”