TAŞ

Elindeki kitabı kapattı. Koltuğuna yaslanıp başını geriye doğru kaldırdı. Yorulmuştu. Elleriyle şakaklarına hafif bir masaj yaptı. Biraz rahatlamıştı.

Elindeki kitabı kapattı. Koltuğuna yaslanıp başını geriye doğru kaldırdı. Yorulmuştu. Elleriyle şakaklarına hafif bir masaj yaptı. Biraz rahatlamıştı.

Bakışlarıyla yeni taşındığı odasını süzdü. Her şey tam istediği gibiydi. Sağ duvardaki kitaplık tıklım tıklımdı. Tek tek özenle yerleştirmişti kitaplarını. Masası ceviz kaplamaydı. Üzerindeki bilgisayarla internete giriyor, her konuda kolaylık yaşıyordu. Koltuğu, paf koltuğuymuşçasına rahat ve ortopedikti. Karşı duvarda deniz manzaralı bir tablo, onu hayaller alemine sürüklüyordu. Sol tarafındaki pencereden üniversitenin çam ağaçlarıyla kaplı yeşil alanını seyrettikçe, ruhuna bir dinginlik geliyordu. Manzara, adeta canlı bir natürmorttu.

Bu odaya yerleşmek için az mücadele etmemişti hani. Meslektaşlarıyla çekişmesini hatırladıkça tatlı bir tebessüm belirdi dudaklarında

Doçentti Atilla Bey. Bu mevkiye gelmek için uzun yıllar uğraşmış, gecesini gündüzüne katmıştı. Hayat maratonunda hedeflediği her şeye sahipti. Sürekli yükseldiği bir kariyeri, geniş ve konforlu bir evi, lüks bir arabası, iyi bir eşi ve bir de 6 yaşında bir kız çocuğu vardı. Daha ne isteyebilirdi ki?

Fakat bir de profesör olabilseydi. Ah! O günleri de görebilecek miydi? O zaman mutluluğuna diyecek olmazdı.

Aniden daldığı hülyalardan sıyrıldı. Kapı vurulmuştu.

-Gir! Dedi yüksek sesle.

İçeriye elinde çay tepsisi ve günlük gazeteyle Osman Efendi girdi.

-Hocam! Size taze çay getirmişem. Yeni demledim.

-Sağ olasın Osman Efendi. Ellerine sağlık.

-Aha bu da gazeteniz hocam. Bi emriniz var mı?

-Teşekkür ederim Osman Efendi. Sana zahmet oldu.

-Estağfirullah hocam!

Üzerindeki mavi önlüğüyle saygılı bir şekilde kapıyı çekip gitti. Gerçekten tavşan kanı gibi kıpkırmızıydı masasında duran çay. Hamarattı Osman Efendi. Tüm öğretim görevlileri çayını methederdi. Lezzetle yudum yudum içerken, elini günlük gazeteye uzattı.

İlk sayfaya baktığında gördüğü manzara karşısında solunum borusuna kaçan ağzındaki çay burnundan akmış, şiddetle aksırmıştı. Masanın üzerindeki kitaplara ve bilgisayar klavyesine kadar sıçrayan damlalar, neşesini kaçırdı.

Vahşetti gördüğü manzara: Birkaç aylık bir bebek sedye üzerinde kalabalıklar arasında taşınıyordu. Çıplak görüntüsünde göğsüne, başına aldığı onlarca mermi vardı. Gazete, olayı “Bebek Katili İsrail!” diye sür manşetten vermişti.

Midesi bulandı aniden. Tiksinti duydu. Hemen gazeteyi kapatıp çöp kutusuna fırlattı.

Nereden çıkmıştı şimdi bu huzursuzluk? Ne güzel hayaller düşlüyordu. Zehir olmuştu Osman Efendinin o güzelim çayı. Filistin, İsrail zulmü altında kan ağlıyormuş. Bebekler öldürülüyormuş. Her gün yüzlerce insanın evi başına yıkılıyormuş. Nice anneler kocasız nice çocuklar babasız kalıyormuş. Çocuklar ve gençler İsrail askerlerine karşı taşlarla savaşıyormuş. Tek silahları sapanlarmış. “Bana ne!”  dedi kendine. “Bu onların kaderi. Beni ilgilendirmez.”

Pencereye yöneldi; açtı. İçeri dolan güzelim çam kokusunu çekti içine. Yerdeki kozalaklar arasında yürüyen kızlı – erkekli öğrencileri seyretti. Neşeli, mutluydular. Aralarında şakalaşıyor, yerden topladıkları çam kozalaklarını birbirine atıyorlardı.

Saatine baktı. Artık gitme zamanıydı. Masasını topladı. Ceketini giydiği gibi soluğu arabasında aldı. Kontağı açıp yola çıkarken, az önce odasında yaşadıklarını unutmuştu bile. Filistin, İsrail, bebekler, acı, ızdırap, ölüm… Hepsini çalışma odasına kilitleyip hapsetmişti.

Arabasını müzik eşliğinde keyifle sürerken direksiyondaki elleriyle de tempo tutturmuştu. Aklına kızına oyuncak almak geldi. Onu sevindirecekti. “Babacığım! Deyişini yerim senin” dedi kendi kendine. Tabi bu arada eşine de sürpriz yapmalı, sevdiği kırmızı gülleri almalıydı.Akşam yemeğinin garnitürünü görünce, eşine övgüler düzdü. Yemeğin çeşnisini şimdiden damağında hissetmişti.

Yemekten sonra nümayişli oturma salonuna geçmişlerdi. Kızına aldığı konuşan Sindi bebeği ve eşine verdiği kırmızı güllerin mutluluğuyla doluydu yüreği. Küçük kızı, konuşan Sindi bebeğine ne de çok sevinmişti.

Akşam haberleri için televizyonu açıp ailece karşısına oturdular. Biraz sonra spiker yeni bir haber veriyordu: Sayın seyirciler! Dün akşam saatlerinde Gazze’nin Nuşayrat mülteci kampını basan İsrail askeri birlikleri, henüz bir kaç aylık olan bir kız çocuğunu öldürdüler. Adeta kalbura dönen bebeğin…

Gerisini duymadı Atilla Bey. Boğazına bir şey takılmışçasına yutkunuyor, gözlerini ekrana gelen bebeğin cesedinden ayıramıyordu. Etrafında binlerce öfkeli insan vardı. Kara koca tankları taşlayan nefret yüklü çocuklar, ellerinde sapanlarla direniyordu.Genç bir kalabalık da sürekli ağlıyordu. Annesi olmalıydı. Gayri ihtiyari eşinin elini sıktı. Sanki içinden bir şeyler kopuyordu.

Ekrana kızı yaşında bir kız çocuğu yansıdı. Ağlıyordu. Toz-toprak içinde sicim, sicim gözyaşları akıyordu yanaklarından.

Ansızın ayakları dibinde oturan kızının ayağa kalktığını fark etti. Kanepedeki Sindi bebeğini aldı ve ekranda ağlayan yaşıtı kız çocuğuna uzattı. “Ağlama!” dedi saf ve masum sesiyle.”Al! Bu senin olsun.”

Artık tahammülü kalmamıştı Atilla Beyin. Nereden çıkmıştı bu haber? Sırası mıydı? “Kapat şunu” dedi eşine sinirli, sinirli. Eşi yerinden sıçrarcasına kalkmış, hemen televizyonu kapatmıştı. Küçük kızı ise elinde Sindi bebekle televizyonun önünde kala kalmıştı.

Ertesi sabah arabasıyla üniversiteye giderken, yine unutmuştu akşam yaşardıklarını.Neşesi yerindeydi. Arabasını park edip temiz koridorlardan dudaklarında bir mırıltıyla çalışma odasına yöneldi. Kapının önüne geldiğinde kapıya afili bir yazıyla monte edilmiş, sarı renkli bir metal üzerine kazınmış ismine kasılarak baktı: “Doç. Dr. Atilla ÖZTÜRK.”

İçeri girdiğinde saatine baktı. Dersine on dakika vardı. Hazırlıklarını gördü. Yanına ders kitabını ve notlarını alıp amfiye yöneldi.

Sınıfa girdiğinde doğruca kürsüsüne çıktı. Yüksek sesle yoklamasını aldıktan sonra, karşısındaki öğrencilere baktı.

-Arkadaşlar! Diye başladı. Geçen dersimizde “Yapı Bakımından Sözcükler” konusuna başlamış, basit sözcükleri bitirmiştik. Bugün de türemiş sözcükler üzerinde duracağız.

Bir öğrencinin elini havada görünce durdu.

-Evet Engin! Seni dinliyorum, dedi.

-Hocam! Bize vereceğiniz ders notları varsa, not tutmayalım.

Sinirlenmişti Atilla Bey.

-Bakın arkadaşlar! Dedi. Kaç defa söyledim! Sınıfta konuştuğum her şeyden sorumlu olduğunuz için, not tutmanız menfaatiniz icabıdır. Hazıra konmak yok. Ancak size dersin sonunda yapım ekleri’nin alfabetik sıraya göre bir listesini vereceğim. Ayrıca vereceğim bibliyografyadan da faydalanabilirsiniz.

Tekrar kaldığı yerden devam etti.

-Sözcüklerin anlamını değiştirerek onları yeni ve başka bir sözcük haline getiren eklere yapım ekleri denir. Bu tanıma göre şu sözcükler hakkında ne diyebiliriz? Silgi, gözcük, taşlık…

Öndeki öğrenci elini kaldırınca;

-Evet Özcan seni dinliyorum, dedi.

-Hocam! Silgi kelimesinin kökü sil-mekten gelir. Aldığı –gi yapım eki, ona silmekle ilgili bir anlam yüklemiş, onu isimleştirmiştir. Yani başka bir anlam katmıştır.

Atilla Bey, gözcü kelimesini de başka bir öğrencisine sordu. Tamamen kendisini dersin havasına kaptırmıştı. Konsantresi yapım eklerine yoğunlaştığından aklında başka bir şey yoktu.

Bir ara son kelimeyi cevaplandıran ayaktaki öğrencinin sözünü kesip;

-Mehmet! Taş kelimesinin –lık ekiyle başka bir kelime türettiğini söylemen doğru dedi. Fakat taş kelimesinin ne olduğunu söylemedin.Taş kelimesi sana neyi hatırlatıyor?

Mehmet, diğer öğrencilerden tabiatı itibarıyla farklıydı. Hocasına baktı. Mehmet’in verdiği tek kelimelik cevap, bulunduğu kürsüden amfiye yayılıp duvarlarda dalga, dalga yankılandı:

-Filistin!

Gerisini hatırlayamadı Atilla Bey. Gözlerinin önünde tablolar canlandı birden: Kurşunlanmış, eller üstündeki bir bebeğin cenazesi…Elleri taşlı, başları puşuli çocuklar, gençler…Tanklar… Ağlayan kadınlar… “Katil İsrail” diye slogan atan insanlar… Askerler; acı, ızdırap, zulüm…

Gözlerini kapatsa da, kulaklarını tıkasa da kaçamayacağı bir gerçek vardı karşısında: Filistin!!!
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Ve Kuran Haberleri

2025 hac kayıtları 15 Kasım'a kadar yapılabilecek
"Gıdada haram ve helale dikkat edilmemesi toplumsal çöküntüye neden olur"
Kazasının olup olmadığıyla ilgili şüphesi bulunan kimsenin durumu
Kurban edilen hayvan kanının alna sürülmesi doğru mudur?
Namazda gözleri kapatmak mekruh mudur?