Değerli okurlar,
Bu kadar büyük acı ve kederi son bir iki aydır yükselen çığlıkla beraber daha iyi anlamış olduk. Duydukça da kendimizden biraz daha utanır duruma geldik.
Özellikle Rehber TV ve Kudüs TV'nin ekranları üzerinden ve İlke Haber Ajansı ile Doğruhaber Gazetemizin yayınlarıyla, aslında haberdar olduğumuz ancak yılların ağırlaştırdığı mağduriyetlere daha bir vakıf olmuş olduk.
Vakıf oldukça da yürekler yandı, gözler yaş doldu. İslami çalışmaları gerekçe gösterilerek cezaevlerine atılan yüzlerce dindar insanın çektikleri sıkıntılar bir yana, yakınlarının dışarıda duydukları hasret ve özlem, taş kalplileri bile gayrete getirecek boyutlarda.
Yapılan açıklamalara, ifade edilen duygu yüklü sözlere cevap, hepimizin ayaklar altına düşen onurunu kurtaracak, namusumuzu muhafaza edecektir.
Müslüman her bir birey olarak kıyamete kadar ‘tesanüt ve diğergamlık sözü' bizler için namustur.
Canavarın ağzından canları bahasına kurtardıkları namusumuzu, bizler bugün sözlerimize sadık kalarak ne kadar sahiplenmiş oluyoruz?
Bütün şer güçlerin karşısında hiçbir fedakârlık ve ceht'ten geri kalmayarak topluma karşı görevlerinin bilincinde bir dirayetle dimdik ayakta duranların, bu yaptıklarının unutulması veya unutturulmaya çalışılması bence ülkesel ve ülküsel bazda bir sorundur.
Ülke ve Bölge üzerinde şeytani hesapları olanlar; bize ak ile karayı, doğru ile yalanı, hakiki ile sahteyi ters tepsiler üzerinden ve kumpas dolu dosyalar marifetiyle farklı sunuyor olabilirler, fakat artık feraset ve dirayet zamanı…
Yükselen çığlıklar birçok şeyi beraberinde getirebilir. Makam ve mevkilerde artık dosyaları beklemenin bir mantığı kalmamıştır. Arş-ı Ala'yı titretecek feryatların sağır sultanları bile vicdana, izana ilzamı söz konusu iken asam veya ebkem davranmanın artık âlemi yoktur.
Değerli okurlar,
Taş kaynatan kadının haline muttali olan Ömer'in hane-i idaresine kalın kaplı dosyalar gitmemişti. Adalet timsali bütün hükümdarların, saraylarında maruzatları bekledikleri görülmemiştir. Halkın içinde ve halkın derdiyle dertlenmek onları ‘adil hükümdar' yapmıştı. Herkesin hanesine çekilip “suskun” ve “sakin” olduğu anlarda onlar, ailelerin içten içe haykırdıkları sesleniş ve serzenişe kulak kabartmışlardı; Hz. Ömer de öyle yapmıştı…
Bugün de tarihe ismini ‘adil' diye yazdırmak isteyenlere fırsat doğmuştur. Bunun için illa hükümdar olmaya gerek yok. Anayasa Mahkemesi üyesi, basın mensubu, sivil toplum hareketi yetkilisi veya normal bir vatandaş olarak bu işe doğru yoldan tavır koymak her birimizi birer ‘adil hâkim' veya ‘adil şahit' yapabilir.
Yüce Rabbimizin, “Ey Müminler! Allah için hakkı ayakta tutan hâkimler ve adaletle şahitlik eden kimseler olun…” buyruğuna nail olmak varken, bunun tersi istikametteki saplantılarda yol almaya çalışmak akıl kârı değildir.
Günlerdir, duyarlı basın yayın üzerinden dertlerini haykıran 28 Şubat veya diğer karanlık yapılanmaların mağduru insanların taleplerine “Yüce'lerden duyarsızlığımızın karşılığı olarak yanıt gelmeden” lütfen cevap verelim.
Artık hiçbir mazeret ileri sürmeden, hiçbir dosyayı beklemeden bizler, cezaevindeki mahkûmların ve onların dışarıdaki aileleri olan mağdurların durumlarıyla ilgilenme refleksini göstererek ‘adaleti sağlayan şahitler, hâkimler' vasfına nail olalım... İsmimizi iki dünyada da ‘iyiler'den yazdırmak için gereken adımı artık bir an önce atalım…
Bu arada, yeni eğitim-öğretim yılı dolayısıyla tüm öğrencilerimize ülkeye ve insanlığa faydalı birer fert olmaları yönündeki çaba ve gayretlerinde başarılar dilerim; manevi değerlerimizi eğitimin hiçbir kademesinde göz ardı etmeden topluma birer faydalı insan yetiştirmek isteyen ve bu manada gayretleri bulunan öğretmenlerimize de Rabbim yardımcı olsun, gayretlerini boşa çıkarmasın, diyorum…
Selam ve dua ile…