Taviz; “herhangi bir sebebe binaen hak, istek veya savlarının bir bölümünden vazgeçmek" şeklinde tanımlanabilir.
Birey olarak insanın toplumun ve hatta ülkelerin taviz verme-ödün verme travması yaşadığı durumlar çok olmuştur
İnsanlar arasında taviz konusu çoğu zaman alternatifsizliğe mahkûm olma sonucunu dahi doğurmuştur. Alternatif arayanlar da taviz vermekle suçlanmıştır.
Taviz konusu gayret ehli kimseler için bazen azim ve kararlık nişanı olmuş olsa da çoğu zaman alternatif üretememe seçeneksiz olma gibi sonuçlar doğurmuştur.
Mücadele sahasında başka bir alana haiz olmak ve başka bir harfe başvurmak suretiyle geri çekilmek caizdir(Enfal:16). Ayette geçen “Muteharrif” harf konusunda uzman ve bu mesleğin erbabı olan kimsedir. Bunun hem ameli hem de kavli-sözlü örnekleri vardır. Buna dil bilgisinde ibdal denir. İbdal, bir harfin kendisine en uygun harekeye uyumlu hale getirilmesidir. Mesela elif fethaya, vav ötreye, ya harfi de esreye daha uyumludur. Bu nedenle kendilerine en uygun harekeye uyumlu olsun diye bu harfler başka harfe dönüştürülür. Örneğin Kaale, “dedi” demektir. Aslı kavaledir. Elif fethaya daha uygun olduğu için vav elife dönüşerek “kaale” olmuştur. Burada görünüşte kimse vavı kaale almıyor ama aslında orada saklıdır. Kendisine uygun harekeyi bulduğu anda ortaya çıkıverir. Buna tebdil değil ibdal denir. Yani bu değişme değil dönüşmedir. Değişim değil dönüşümdür, genişlemedir. Evet tebdil caiz değildir. “Asla değiştirmediler”(Ahzab:23) buyrulur. Bu erdemliliktir. Bunlar tebdil etmediler; ama ibdal ettiler. Mesela bunlar belirli değil belirsiz adamlardır. Bu da bir tür ibdaldır. Ama dönüşüm olmadığı zaman, ibdal olmadığı zaman çaresizlik hissi oluşur, tıkanmışlık hali oluşur.
İnançlı ve azimli kimse inandığı uğruna bedel öder ki tebdil olmasın. İlkelerde sünnette tebdil olmasın. Allah'ın sünnetinde tebdil yoktur.(Ahzab:62) Ama ibdal vardır. Yukarıdaki örnekte vav her zaman gizli kalmaz. Uygun harekeyi ve formatı bulduğu an tekrar ortaya çıkar. Örneğin “Makale” lafzında vav hâlâ görünür değildir; ama “muka(v)ele” lafzında ortaya çıkıvermiştir. Çünkü mukavele işin ciddi ve kararlı tarafıdır.
İade bir eşyanın geri verilmesidir. Bu lafızda da vav saklıdır. Ama “a(v)det” lafzında vav geri dönmüştür. Avdet, şahsın geri gelmesidir. İadeden çok daha güçlüdür. Nitekim Allah (cc) insanı iade etmez. Avdet eder(Araf:29). Burada vav ortaya çıkınca iş değişir. Buna dair akla durgunluk veren haddi hesabı olmayan örnekler vardır
“Nereye yönelirseniz orada Allah'ın yüzü (rızası) vardır”(Bakara:115) bu ayete göre Allah'ın yüzünü tek bir cihette görmek tek bir yönle sınırlamak caiz değildir. Yani Allah'ın yüzünü, rızasını sadece bir yönle sınırlamak, takyit etmek caiz değildir. Bu taviz vermeme adına dahi olsa caiz değildir. Çünkü bu insanı seçeneksiz bırakmaktır. Demek ki, hedef ve ideal sahibi insan için alternatif yön çoktur. Yeter ki insanın muradı O olsun.
Her manevranın, her seçeneğin taviz diye nitelendirilerek reddedilmesi veya eleştirilmesi büyük sorunlara yol açıyor. Binaenaleyh “taviz” mefhumunu, tek alternatif, tek metot, tek usul diye anlamamak gerekir. Yoksa taviz takıntıya dönüşür. Tek seçeneğe mahkûm olma durumu ortaya çıkar. İnsan ivazsız-karşılıksız bedel ödememelidir. Taviz vermemek, ödenen bedelleri ivazsız-karşılıksız bırakmamalıdır. Öyle ya bazen taviz vermeme adına ivazsız kalma durumu oluyor.
O halde taviz hassasiyeti alternatifsiz bırakmaya yol açmamalıdır. Eğer iş böyle oluyorsa belki burada taviz verilmemiştir ama ivaz da yoktur demektir.