Bulunduğum çevrede “sıra” geceleri çok yaygındır. Eskiden eğlence amaçlı ve içerikli olan bu toplanmalar hamdolsun şimdi İslami derslere dönüşmüş durumda. Hemen her sırada İslami bir veya birkaç ders yapılır. Kimi sıralarda fıkıh, kimilerinde siyer, kimilerinde hadis ve kimilerinde de tefsir dersleri yapılır. Çoğu sıraların başında bir hoca efendi bulunur ya da diğerlerine göre bilgisi fazla olan biri hocalık eder. Bazı sıralar sırf tasavvuf içerikli olduğu gibi bazılarında da yukarıda bahsettiğim derslerden bir değil bir kaçı yapılır. Bu durumun sadece yöremize özgü olmadığını, farklı adlar altında ülkenin hemen her yerinde olduğunu biliyorum.
Dikkate sunmak istediğim konu, bu ders okumalarının pratiğe aktarılamaması problemi ile ilgilidir. Dersler pratiğimize ya hiç etki etmemekte ya da çok az etki etmektedir. Çoğu zaman bunun hayatımıza yön verme amaçlı olduğunun farkına bile varamıyoruz. Öyle ki insanlar bazen bu dersleri bir ayin gibi algılıyorlar. Bu derslerle İslami bir hizmette bulunduğunu düşünerek bir sorumluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Teorik olarak Kur’an-ı Kerim’in hayat rehberimiz olduğunda ihtilaf yoktur. Ancak çok sayıda hafızımız, imamımız, hatibimiz ve imam hatiplimiz ve yine çok sayıda tefsir sıra gecelerimiz olmasına rağmen toplamsal gidişatımız maalesef giderek kötüye gitmektedir. Birileri bu ıslah faaliyetlerine karşılık ifsat çalışmalarının çok daha fazla olduğunu savunabilir. Buna katılırım. Ancak olumlu gelişmeler, yapılan İslami derslerle doğru orantılı değildir. Okumalara ve faaliyetlere kıyasla alınan verim çok düşüktür. Bu durum hep kafamı kurcalamış ve bana rahatsızlık vermiştir.
Geçen hafta yapmış olduğumuz tefsir dersini faydalı olur düşüncesi ile günümüze uyarlamak istedim. Konumuz FETİH suresinin 2. Sayfası idi. Bir toplantıda bu ayetlerden hiç bahsetmeden doğrudan şöyle bir soru yönelttim: “Hizbullah-PKK çatışması başladığında yaygın kanaat ne idi ya da İslami cemaatlerin çoğu bu konuda ne düşünüyordu?” Verilen cevap aşağı yukarı şu şekilde idi: “PKK, Batı ve İsrail destekli bir örgüttür. Silahlı gücü düzenli bir ordu ile uzun süre savaşmaya elverişlidir Hizbullah kısa sürede teslim olmayacağı için hiç biri kurtulamaz. Bu çatışma bölgedeki diğer Müslümanlara da ağır zayiat verdirir. Bölgedeki Müslümanların da bu hareket nedeniyle mal ve canları tehlikeye girer.”
Bu açıklamalardan sonra Onlara Peygamberimiz ve arkadaşlarının Umre yapmak için Mekke’ye gittiklerinde arkada kalanlar (muhallefun) için Rabbimizin şöyle buyurduğunu söyledim: “Aslında siz Peygamberin ve mü’minlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız(…)” (Fetih-12) Çünkü muhallefuna göre “Mekkeliler, ta Medine önlerine kadar gelip Uhud ve Hendek savaşlarında bunları öldürmüşlerdi. Şimdi de yalın kılıç elini kolunu sallayıp bile bile düşmanlarına yem olmaya gidiyorlar. Bunlardan hiçbiri ailesine asla dönemez.” “Bu geride kalanların (muhallefun) düşüncesi yukarıda bahsi geçen Müslümanların düşüncesine benzemiyor mu?” dediğimde bu sefer hepsi birden bana “sen ne demek istiyorsun, sen bize münafık mı demek istiyorsun” demeye başladılar.
Hâlbuki Kur’an bunlardan münafık olarak bahsetmiyor. Onlara “muhallefun” diyor. Onlar da yeni savaşlarda yer almak istediklerine göre hâlâ kendilerini mücahit görüyorlardı. Ben onlara siz münafık değil, mücahitsiniz dediysem de öfkelerine mani olamadım. Sonra kendi kendime dedim ki: ‘İyisi mi sen yine eskisi gibi Kur’an’dan kendine dersler çıkarmaya devam et.
Başkası nasıl anlıyorsa öyle anlasın. Nasılsa herkes kendi hesabını kendisi verecek. Peygamber Efendimiz de Münafıkları bildiği halde onlara “siz münafıksınız” demedi.’
Devam eden ayetlerde, muhallefunun yeni savaşlarda Rıdvan ehline katılmak istedikleri ve açıkça ganimetten faydalanmaya çalıştıkları ancak Peygamberimizin asla buna izin vermemesi gerektiği emrediliyor. Henüz PKK’nın hepsini öldüreceğine inanılan Müslümanlar, ganimete yaklaşmadığından kimsenin onlara katılmak istediği görülmüyor. Hatta sanki kendilerinden katılmaları bekleniyor gibi naz eden muhallefunlar bile oluyor.
Ancak ganimete yaklaşıldığında bunlar katılmak için izin isteyeceklerdir. Bunlara izin verilirse işte o zaman büyük bir hataya düşülmüş olur. Umarım rehberi Kur’an olan Müslümanlar böyle açık bir hataya düşmezler.