Tekfir; birisini kâfir ilan edip onun küfrüne şahitlik etmek ve hüküm vermektir.
Te'min ise birisinin İMANINA şahitlik edip onu mümin ilan etmek ve müminliğine hüküm koymaktır.
Bu iki mesele; İslam ve Müslümanlarla alakalı olduğu için, yerinde ve ehli tarafından ele alınmadığı zaman, Müslümanların çok önemli iki sorunu haline gelmektedir. Çünkü bu iki meselenin de pratikte sonuçları, hatta yerine göre müeyyideleri, karşılıkları vardır.
Bu durum özellikle tekfirin, çok önemli bir akım haline, hatta zaman zaman da Müslümanların kanına, malına, namusuna zarar veren bir duruma dönüşmesine sebep vermektedir.
Te'minde ise; bu kadar önemli sonuçları olmamasına rağmen, özellikle hak etmediği halde, hatta belki kendisi bizzat uygun ortamlarda küfrünü ifşa ettiği halde, birisinin müminliğini ilan etmek, savunmak hem gereksiz hem de tekfirci akıma malzeme verip onu tahrik etmekten başka bir işe yaramayan bir durum söz konusudur.
Teminde mesele öyle bir boyuta vardı ki; bazıları, sadece hoşgörü adına; İslam karşıtı parti kurup İslam ve Müslümanlar ile mücadele verme pozisyonunda olan bir siyasetçiyi veyahut ta bir siyasi kesimi, partiyi, mümin konumuna koydular. Bazıları bu noktayı da aşıp Hıristiyan ve Yahudileri bile mümin pozisyonunda konumlandırdılar. Bu durum da tekfircilik gibi ifrat ve tefrit noktasına ulaştı. Müslümanlar arasında sorun ve huzursuzluk oluşturdu. Tekfircilere malzeme verdi. Mesele bununla da kalmadı. Bunlar da tersi taraftan bir tekfircilik cephesini oluşturdular. Bunlar da bu sefer dindar olan kesimleri tekfir etmeye, hatta zaman zaman canlarına kast etmeye kadar gittiler. Değişik ülkelerde ordu eliyle darbe yapmaya kadar bu işi vardırdılar.
Bununla beraber “Tekfircilik” İslam coğrafyasında ve Müslüman alemde en büyük sorunlardan biri haline gelmiş olma durumunu halen korumaktadır.
Özellikle Suriye, Irak, Afganistan gibi İslam coğrafyalarında, Müslümanlar arasındaki iç savaşların, birbirlerinin canlarına, mallarına, namuslarına karşı cüret etmeye kalkışmanın tek geçer yolu bu gün tekfircilikten geçmektedir.
Allahu Teâlâ’nın Müslümanların mallarını, canlarını, kanlarını, ırzlarını ve namuslarını birbirlerine haram etmesini aşmanın tek fetva merci, yani geçer akçesi bugün tekfir olmuştur. Tekfir olmadan Müslümanlar birbirinin malına, canına, namusuna kast etmeye teşebbüs edemez. Çünkü bu ebedi cehenneme kadar götüren bir durumdur. Bu zihniyet bu duruma karşı sadece kendilerini ve çevrelerini tekfir yoluyla ikna edebilecekleri zehabına düşüyorlar. Nispeten başarılı da oluyorlar.
İslam’ın ilk dönemlerinden bugüne, özellikle Haricilikten Vehhabilliğe ve günümüz tekfirciliğine ulaşana kadar Müslümanlar arasındaki iç savaşların, kan akıtmanın en önemli zemin oluşturucusu tekfircilik olmuştur.
Tekfircilik konusunda pek çok açıklayıcı referans olmasına karşın, özellikle merhum Üstad Bediüzzaman’ın kendi döneminde, Muhammet bin Abdülvehhab’ın Vehhabiliği ve Tekfirciliği ile birinci Dünya Savaşı sırasında İslam aleminin dağılmasında oynadığı rolü açıklarken ki fikir ve yaklaşımları çok kıymettardır, referanstır... Bundan da çok daha ötesi, ayetler, hadisler tekfir meselesini belli bir kayıt altına almışlardır. Öyle herkesin istediği gibi at oynatacağı laf atacağı bir alan değildir. İnşallah uygun bir zamanda konunun bu boyutunu ve önemini ele almak niyeti ve ümidi ile ....
Allah’a emanetsiniz