Biz düzeleceğiz ki toplumu düzeltebilelim. Önce biz güzel ahlaka bürüneceğiz, ev halkımız için hayırlı bir insan olacağız, toplumda dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, cömertliği, takvası, anlayış ve hoşgörüsü, affediciliği, sabrı, ayıpları örtmesi ile tanınacağız sonra bunları çevremizden isteyeceğiz. Yapmadığımız bir şeyi başkasından nasıl isteyebiliriz?
Kendimizi değiştirmeden başkasını suçlamaya hakkımız yok. Ayıplarımız dağ gibi büyürken başkalarının ayıplarıyla uğraşamayız. Değişim şart ama önce kendimizden, çocuklarımızdan, ailemizden başlamalıyız.
Söylediklerimizi yaşamayanlardan olunca ağzımızdan çıkan sözler rüzgârda savrulan çer çöp misali, ağaç yaprağı misali hiçbir değer ve ağırlık taşımaz. Muhatabımız, sen önce yaşa, ailene yaşat sonra bana ne anlatacaksan anlat der hal diliyle. Kur’an bile ısrarla uyarıyor, “ Ey iman edenler, yapmadığınız şeyleri niye söyleyip duruyorsunuz!” diye…
Bu meseleyle ilgili ben bir yerde ilginç, ibret verici bir hikâye okumuştum. Bir zamanlar Çin'de yoksul bir bahçıvan o kadar aç ve bitkin düşmüştü ki, dayanamayıp bir armut çalmış. Adamı yakalayıp cezalandırılmak üzere İmparator'un karşısına çıkarmışlar. Hırsız İmparator'u görünce ona şöyle demiş; "Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım, çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer affederseniz size paha biçilemez bir armağanım olacak." İmparator dudak bükerek; "Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?" demiş. Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatmış ve "Bu çekirdeği ekerseniz bir gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz." demiş. İmparator kahkaha atarak; "Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni." demiş.
Yoksul adam; "Haşmetlim bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu ancak, ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acılarla öldürür. Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz." Demiş gülümseyerek.
İmparator irkilmiş, suratını asmış, bir süre düşünmüş, sonra hırçın bir sesle; "Ben İmparator’um bahçıvan değil, o tohumu başbakana ver eksin de altın meyveleri görelim." Demiş. Yoksul adam, tohumu başbakana uzatınca başbakan telâşe içeresinde İmparator'a dönüp itiraz etmiş. "Ben ekim biçim işlerinde çok beceriksizim efendim, sihirli tohumu ziyan ederim. Bence bu tohumu hazinedar başı eksin." demiş. Hazinedar başı da hemen bir bahane bulmuş ve bu görevi başkasına devretmiş. Bir bir orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohum ekme görevinden kaçınmışlar. Sonra İmparator, doğan sessizliğin içerisinde bir süre düşünmüş. Başı önünde başbakana, hazinedara ve bütün görevlilere dik dik bakmış ve "Hadi bakalım bu hırsız bahçıvana tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim." Demiş. Cebinden bir altın çıkarıp yoksul adamın tutması için atmış. Herkesin ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermesini izlemiş. Sonra da gülerek; "Bas git buradan be adam, bugünlük bu ders hepimize yeter." Demiş.
Evet, kabul edelim ki toplumsal kirlenme had safhada. Kirlilik her tarafı kaplamış, tüm boyutuyla… Ahlaki kirlilik, din adına yapılan kirlilik, kültürel kirlilik, ekonomik ve siyasi kirlilik. Toplumun temizlenmeye ihtiyacı var.
Ancak kendileri de kirliliğe bulaşmış kişiler toplumu temizleyemez, toplumsal temizlik işine girişemez. Temiz bir toplumu temiz insanlar inşa edebilir. Kendisi hırsız olan, halkın malını talan eden bir kimse hırsızlığı önleyemez.
İslam’ı yaşamayan, İslam ahlakına sahip olmayan bir adam toplumdan İslam’ı yaşamasını isteyemez. Toplum da onu dinlemez zaten. Bu konudaki çabası havanda su dövme gibi olur.