Acizliğimiz, zayıflığımız ve hatalarımızdan mütevellid dağılmışlığımız, bizi aynı çemberin içerisinde döndürüp duruyor. İsraili ortadan kaldırmaya yemin etmemiş bir ümmet vicdanı, daha önceden olduğu gibi, ‘bu terör rejiminin katliamını durduramadık, bari yakıp yıktığı Gazze’yi yeniden ayağa kaldırmak için yardım edelim’ telaşı ile içindeki sızıyı dindirme derdinde.
Elbetteki maddi manevi olarak derhal yaralar sarılmalı ve bunun için elden gelen tüm imkanlar seferber edilmelidir. Ancak depremin, selin, yangının, kuraklığın ya da bulaşıcı hastalık gibi afetlerin yaşattığı bir dramdan bahsetmiyoruz ki. Lanetli bir canavarın her gün gözümüz önünde adeta dişleyip dişleyip parçaladığı çoluk çocuk genç yaşlı binlerce müminden bahsediyoruz.
Üstelik bu yırtıcı canavar, kurbanını parçalayıp da öyle uzaklaşıp gitmiş, avlanıp ölmüş filan da değil, uslanmış, yaşlanmış da değil. Maalesef vicdanlar mefluç olduğu kadar, akıllarda da sanki bir tutulma var. Kuduz köpek ısırmaya devam ederken, kimse onu durdurmuyor da, habire onun ısırdıkları için ahu figan ediyor.
Ne zelil bir zamanda nefes alıp veriyoruz. Haftalarca bedenleri katledilen mazlumları seyrede seyrede ruhunu yitirip öldürmüş milyarlarca insanla(!) aynı dünyada yemek içmek, konuşmak, çalışmak, dinlenmek gibi fiillerin hepsi en sahte hayat emareleri olsa gerek.
Sırf Aziz ve Hamid olan Allah’a iman ettikleri için müminlerden intikam alıp onları ateş dolu hendeğe atarken, karşısına geçip keyifle izleyen Ashab-ı Uhdud için, kahrolsun fermanını okuruz da, İbrahim(as) gibi elimize balta alıp da Nemrudun karşısına geçmedikçe ateşin gül bahçesine dönüştürülmeyeceğini unuturuz.
Kavminden diğer bebeklerin hepsi katledilirken, kendisi mucize eseri olarak katilin sarayında yetişen Musa(as)’ı okuruz da, firavunun sarayına bir direnişçi olarak geri dönmeden asanın bir işe yaramayacağını unuturuz.
Talut’a sekine ile inen melekleri okuruz da, Davut(as) gibi eline taşı alıp da düşmana atmadan, Calutların yıkılmayacağını unuturuz. Ve hakeza, gerçekler tarihsel bir nostalji yumağı değildir, hele hele bağırıp çağırdıktan sonra boşaltılan öfke ile değişecek değildir.
Artık yeryüzünde yaşayan herkes çok iyi bilmektedir ki, malum terör rejimi, sadece ufacık bir bölgenin belası olmadığı gibi kendisi de tek başına değildir. Ve çekilen acı da sadece orada evleri başlarına yıkılanların acısı değildir. Bugün her Müslüman, Kur’anı artık bu gözlükle okumalıdır.
İmanın, kardeşlik anlamına geldiğinin şuurunda olan her mümin, bugün, israiloğullarından bahseden kıssaları, birbirinin velisi olan yahudi, hristiyan, müşrik ve müslüman geçinen kimselerden sözeden ayetleri, Gazzede yaşananların penceresinden bir daha gözden geçirmelidir.
Ve şu anda, dünyadaki tüm sorunların bu melun kavimle doğrudan veya dolaylı olarak alakalı olduğunu bilmenin getirdiği sorumluluklar konuşulmalıdır. Çocuklara artık elifba öğretilirken, lanetli kavmi ve rejimini ortadan kaldırmak için çabalamadıkça okuduğu Kur’anın kendisinden şikayetçi olacağı öğretilmelidir.
Artık her ortamda, her derste, her sohbette, her vaaz ve nasihatte, İsrail o bölgeden defedilmedikçe nafile ibadetlerin kişiyi kurtaramayacağı da anlatılmalıdır. Sadaka verenler, iyilik edenler ve infakta bulunanlar, yaptıkları hayır hasenat için Allah-ü Teala’dan, bu lanetli kavmi helakini istemelidirler.
Hatta okullarda andımız değil ama, yeminimiz okutulmalıdır. Mesela şöyle olabilir:
“Elhamdülillah Müslümanım. Kafirler istemese de, Allah’ın nurunu tamamlayacağına, taraftarlarını galip kılacağına, direnen mustazafları yeryüzünün varisleri ve önderleri kılacağına iman ederim.
Sadece müminleri veli edineceğime, şeytan ve dostlarına düşmanlıktan ayrılmayacağıma, gazaba uğratılmış bu lanetli rejimin yıkılması için hiç durmadan çalışacağıma yemin ederim.
Varlığım Allah’ın dinine ve İslamın izzetine ve mümin kardeşlerimin kurtuluşuna feda olsun.
Ne mutlu Allah için sevene ve Allah için düşmanlık edene!