Kur'an-ı Kerim'de tevekkül; fiil ve türevleriyle birlikte kırktan fazla ayette geçmektedir ki, hepsinde de Allah'a tevekkül, O'nu Vekil bilme, O'na güvenip dayanma söz konusu edilmektedir. Kavram olarak tevekkül, geçen haftaki yazımızda da belirttiğimiz gibi, Allah'ı vekil bilme, O'na dayanmadır. Bunu iki şekilde anlamak mümkündür:
Birincisi; birisini veli, dost, yardımcı ve işine bakabilen bir kimse olarak güvenme, İkincisi ise; birisini kendi işi için vekil bilme, ona güvenip dayanmadır. İnsanın, kendine yüklenilen veya kendine düşen bütün görevleri yaptıktan, bütün çalışmaları yerine getirdikten ve bütün tedbirleri aldıktan sonra, işin sonucunu Allah'a bırakmasıdır; Allah'a güvenip sonuçtan endişe etmemesidir.
Şüphesiz ki ‘tevekkül' bazılarının anladığı gibi, havadan ekmek beklemek, gayret etmeden bir başarıya ulaşmak, yerinde oturarak Allah'tan bir şey beklemek değildir. Bu anlamda Allah (cc) kimsenin ‘vekil'i değildir. Bazı kimseler, insan olarak üzerlerine düşeni yapmazlar, gerekli çabayı göstermezler, emek sarfetmezler, sonra da işlerini Allah'a havale ederler. Tayin ettikleri ‘vekil'in, kendilerinin tüm işlerini görmesini beklerler. İslam'da böyle bir tevekkül inancı yoktur. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur:
“Allah'tan bir rahmet olarak, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için mağfiret dile ve iş konusunda onlarla danış (istişare et). Bir kere azmettiğin (kesin karar verdiğin zaman) Allah'a tevekkül et. Çünkü Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âli İmran, 159)
Görüldüğü gibi tevekkülün oluşum süreci açıktır. Yukarıdaki ayet-i kerime, belli bir konuda yapılması gerekenleri söyledikten sonra tevekkülün gereğine işaret ediyor. ‘Bir kere azmettiğin zaman' ifadesi, gerekli kararlılığı ve yapılması gerekli çalışmaları haber veriyor. İman edenler, Rablerinin kendilerini ne ile sorumlu tuttuğunu bilirler. Bunun şuurundadırlar. Bütün kulluk görevlerinin yerine getirilmesi, bu işin şartıdır. Zaten insan bunun için yaratılmıştır. Görevler yerine getirilmeden, güzel sonucu beklemek doğru değildir.
Doğrusu ise, mümin kendisine düşen görevi yapar, sonuç konusunda Allah'a güvenip bekler, O'nun vereceği karşılık ne olursa rızaen karşılar. İslam, müminlere ilim öğrenmelerini, emirlere uymalarını, rızıklarını aramalarını, Allah yolunda çalışma yapmalarını, düşmana karşı hazırlıklı olmalarını, din ve dünya işlerinde şuraya başvurmalarını, işleri kolaylaştıracak metotları bulmalarını, haksızlıktan kaçınıp her işlerinde adâlete uymalarını hulasa her güzel şeyi yapmalarını emrediyor. Elbette bu çalışmalar yapılırsa sonuç da güzel olacaktır.
Tevekkül bu anlamda, bütün çalışmaları yaptıktan, bütün görevleri yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzuru ve doyumluluk, bir yönden de Allah'ın vereceğine razı olma ahlâkıdır. ‘Tevekkül', güçlü bir iman ve Allah'ın emrine uymada sürekli bir kararlılıktır. Tevekkül eden, yaptığı tevekkülle bir faydayı elde eder, bir zarardan kurtulur. Onun hakkıyla yapacağı tevekkül ona böyle bir sonuç kazandırır ki, böyle bir sonucu başka bir şeyle elde etmek mümkün değildir.
Allah'a tevekkül, O'nun yardım ve desteğine güvenmektir, en uygun çalışmayı yapan, kulluk görevlerini yerine getirenlere iyi sonuç vereceğinden emin olmaktır. Kulun tevekkülü, Allah'ın o kuluna yeterli oluşunun bir sebebidir. Kur'an, müminleri tıpkı takvada olduğu gibi, böyle bir tevekküle teşvik ediyor: Onlar sürekli olarak ‘Hasbunallahu ve nimel-vekîl; Allah bize yeter, O ne güzel bir vekildir' derler (Âli İmran, 173)
Kâinatta her şey, bir sebebe bağlı olarak gerçekleşir. İnsanın kaderi; hedefini, amacını ve bu amacı gerçekleştirecek olan sebebi de içerisine alır. Bu, toprağın mahsul verebilmesi için, onun sürülmesi, ekilmesi, gübrelenmesi ve sulanması gerektiği gibi bir sebep-sonuç ilişkisidir. “Dua ve tevekkül, işlerin sonucuna etki etmez!” diyenler, amel işlemekle emredilmeyi, sebeplere yapışmayı görmezlikten geliyorlar demektir. Bir amel işlemeden, bir amaca ulaşmak için bir çaba sarf etmeden, emredilen şeyleri yerine getirmeden bir başarıya veya Allah'ın insana vadettiklerine kavuşmak mümkün değildir. Allah (c.c), mümin kullarının yalnızca Kendisine tevekkül etmelerini emrediyor. (Maide, 11; Tevbe, 51; İbrahim, 11)
“Müminler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.”