“(Ey peygamber!) Emrolunduğun şeyi apaçık olarak bildir. Müşriklere aldırış etme.” (Hicr: 94)
Bu ayet-i kerime aslında konumuzun tüm manalarını cami’dir. Az ve öz ifadeyle çok mana içermektedir. Arapların meşhur şairi Lebid, bu ayeti dinleyince secdeye kapanmıştı. Müşrikler “vay, Lebid de dinini terk etti, sabii oldu” dediler. Lebid ise, “hayır ben dinimi değiştirmedim, fakat bu sözün büyüklüğü karşısında secde ettim” demişti. Çünkü edebiyatın piri olan Lebid, hayatında ilk defa bu kadar kısa ve öz ifadeyle çok mana içeren bir söze şahit olmuştu.
Ayet-i kerimenin bize vermek istediği mesaj, tevhide davet yolunda çile, zorluk ve meşakkatlerin olmazsa olmazı olduğudur. Ancak şartlar ne kadar ağır olursa olsun, yol ne kadar dikenli ve çileli olursa olsun bunlara katlanıp yola devam edilmesi, Müşriklerin uyguladıkları baskı, şiddet ve sindirme politikalarına asla aldırış edilmemesi mesajını vermektedir.
Tevhid mücadelesine baktığımız zaman tevhidle şirk birbirinin zıddı olmakla birlikte hiçbir zaman birbirinden ayrılmadığını göreceğiz. Birinin girdiği yerde akabinden diğerinin de girdiğini göreceğiz. Dolayısıyla tevhid daveti, insanlık tarihi boyunca devam edegelen hak-batıl mücadelesinin sahnesi olmuştur. Bu mücadele hakkın temsilcisi olan ilk insan ve ilk peygamber Adem aleyhisselam ile batılın temsilcisi olan İblis arasında ta cennette iken başlamış, oradan yeryüzüne intikal ettirilmiş ve kıyamete kadar kesintisiz olarak devam eden ezeli savaşın adıdır.
Allah’u Teala, insanların tevhid akidesinden sapmaması ve kulluğun yalnızca kendisine has kılınması için, insanlara peygamberler göndermiştir. Gelen her peygamber: “Ey insanlar! Yalnızca Allah’a ibadet edin, sizin ondan başka bir ilahınız yoktur” mesajını tekrarlamıştır. Bu biricik cümle, tevhidin özü ve Nuh aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar hiç değişmeyen tüm peygamberlerin ilk ve ortak mesajıdır.
Peygamberlerin görev ve misyonu, tevhid inancını insanların akidesinde olduğu gibi hayatın tüm alanlarında da Allah’ın istediği ve razı olduğu şekilde egemen kılmak ve yaşanır hale getirmektir. Ama ne yazık ki her peygamberden kısa bir süre sonra, İblis ve avanelerinin olumsuz propagandaları neticesinde insanlar yozlaşmış bid’at ve hurafelere dalarak tevhid çizgisinden uzaklaşmış, tekrar şirk batağına saplanmışlardır.
Böylece bu iki akımın yani tevhid ile şirk temsilcilerinin görev ve misyonu da netlik kazanmıştır. Birinin işi yapmak, düzeltmek ve ıslah etmek iken; diğerinin ise bozmak, yıkmak ve tahrip etmek olmuştur. Birincisinin görevi gayet derecede zor ve meşakkatli iken, diğerinin ise kolay, meşakkatsiz ve külfetsizdir. Çünkü yapmak zor, yıkmak ise kolaydır. Şeytanın az bir çabayla muvaffak olmasının sırrı da buradan gelmektedir.
Tevhide davet yolu zorluk, çile, meşakkat, yalanlanma ve horlanma gibi kahredici şeylerle doludur. Şirk ve nifak cephesi, bu kutlu yolun yolcularını gaye ve hedeflerinden saptırmak için, sürekli çirkin yakıştırmalarla basitleştirmek suretiyle sindirme politikalarını izlemiştir. Müminlerin yaptığı bir iş ne kadar iyi, değerli ve isabetli olursa olsun mutlaka halka kötü ve yanlış olarak gösterilir. Beri tarafındakilerin ise doğru olsun yanlış olsun mutlaka iyi, çağdaş, ilerici ve medeni olarak gösterilip tanıtılır.
İşte bu çifte standartlı propaganda kampanyaları, her zaman şirk ve nifak cephesinin kasıtlı olarak yürüttükleri bilinçli bir politikadır. Bu politikanın gereği olarak en çirkin isimler takabiliyor ve en iğrenç iftiraları atabiliyorlar. Eskileri; ne konuştuğunu bilemeyen meczup, cinci, büyücü, üfürükçü ve kandırıkçı diye isimler takarak kötülerdi; şimdikiler ise, modern çağın kültürüne ve tekniğine uygun yaftalarla gerici, yobaz, anarşist ve din terörü gibi isimler takarak gözden düşürmeyi, itibarsızlaştırmayı tercih ediyorlar.
Gerçi onlara bu tarzdan malzeme veren veya kendilerinin kurdukları kuklaları her zaman vardır. Bunlar birbirlerini güçlendirir biçimde bazen rövanş yapar gibi hareket ederler. Sanki bir yerden düğmeye basıldığı zaman eş zamanlı iş başı yaparlar. Bunlar farklı kimlik ve kılıklarda görünseler bile hizmet ettikleri merkez veya su taşıdıkları değirmen aynıdır. Fark eden tek şey farklı kılıkta görünmeleri ve farklı cepheden vurmalarıdır.
Tarihte Her zaman şirk ehli nifak ehli ile birlikte İslam’a karşı yıkım kampanyasını yürütmüştür. Biri içten kemirip karıştırırken diğeri de eşgüdümlü olarak dıştan tehditler savurup saldırmıştır. Hatta şirk cephesini sürekli kışkırtıp cesaretlendiren ve gizliden düşmanla kirli ittifaklar içine giren daima nifak şebekesidir. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme karşı Medine münafıkları da oradaki Yahudilerle iş birliği yaparak taahhütte bulunmuşlardı:
“Eğer siz yurdunuzdan çıkartılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Şayet (Müslümanlar) sizinle savaşırlarsa mutlaka size yardım ederiz” dediler. Allah, onların yalancı olduklarına şahidlik eder. Andolsun eğer onlar, çıkarılsalar, onlarla çıkmazlar; eğer onlarla savaşılsa onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalarına dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez.” (Haşr: 11-12)
Tarihte belgelenmiştir ki, o vadettikleri gün (Yahudilerin Medine’den sürgün edilmesi) gelince ne onlarla birlikte Medine’den çıktılar ne de onlara yardım ettiler. Bu da gösterdi ki, onların vaatleri yalan, dostlukları aldatma, çürük ve temelsizdir. Nitekim büyükleri olan İblis de Bedir Günü, hep müşriklerin yanında görünmüş, sonuna kadar arkalarında duracağını vadetmişti; hep onları kışkırtıp savaşa teşvik etmişti. Ama götürüp işin içine koyduktan sonra dönüp kaçmıştı:
“Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım, dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce topukları üzerinde gerisin geriye döndü ve: Ben sizden uzağım, ben sizin göremediklerinizi görüyorum, ben Allah’tan korkuyorum; Allah’ın azabı şiddetlidir, dedi.” (Enfal: 48)
İşte bu şekilde İblis onları cesaretlendirmiş ve götürüp tuzağın içine koyduktan sonra da yüzüstü bırakıp kaçmıştı. Haddizatında onların ne vaatleri vardır ne de güvenleri! Tüm işleri hileli, çürük ve temelsizdir. Netice itibariyle tüm işleri sonuçsuz ve akimdir. Yeter ki müminler bu kesin kanıya varsın ve sahip oldukları gerçek potansiyellerini bilip kavrayabilsinler.
Bugün gerek batı ve gerekse doğu emperyalistlerini İslam coğrafyasına çağıran ve İslami değerleri onlara peşkeş çektiren yine bu yerli işbirlikçi şeytanın dostları değiller mi? Sözde normallaşme adı altında bu dostların hatırına Filistin topraklarını ve Mescid-i Aksa’mızı sahipsiz bırakan, Yahudi çetelere terk edilmesine göz yuman yine bu ihanetçi işbirlikçiler değiller mi? Suret-i haktan görünüp de batılın hesabına çalışan bu iğrenç ruhlular değiller mi?
İşte şirk cephesinin tevhid ehline karşı sürekli kullandığı propaganda araçları, ekipleri ve taktikleri! Onların işi gücü müminler arasında zaaf yaratmak, tespit ettikleri zaaf noktalarından yararlanarak bu kuklalar aracılığıyla onları karşı karşıya getirip birbirine kırdırmak ve belli aralıklarla darbeler gerçekleştirip var olan güçlerini kendi aralarında harcatmaktır. Artık rahat rahat tutacakları maşa varken niye ellerini ateşe soksunlar?
Tabi ki, bugün şirkin yuvalandığı Laik Batı Emperyalizmi, artık uzaktan izleyip seyirci kalmakla da yetinmiyor. Kuklaları içlerini rahat edemiyor olmalı ki, zaman zaman bilfiil işlerin içine giriveriyorlar. Hele ki, kendi içlerinde yükselen İslami uyanışı hiç hazmedemiyorlar. İslami bilincin gitgide yayıldığını ve kiliselerin birer birer kapanıp yerlerini camilere terk ettiğini görünce öfkelerini alamayıp daha da saçmalıyorlar. Başkentlerinde İslami tesettürün hızla yaygınlaştığını görünce beyinlerine kan sıçramış gibi delirip çıldırıyorlar.
İşte bunu hazmedemeyen İslam düşmanı batı, son zamanlarda İslamofobi diye bir terim çıkarmışlar. İstemedikleri veya kendi formatlarına sokamadıkları Müslümanları hemen İslami terör diye yaftalayıp dışlamaya ve linçe tabi tutuyorlar. İçlerindeki bu kin ve hınçlarından olmalı ki, kimi zaman İslam’ın yüce değerlerine, kutsallarına saldırıyor, yüce Kur’an’a ve sevgililer sevgilisi Hz. Peygambere dil uzatıyorlar. Kimi zaman da Müslümanların dinine ayar vermeye kalkışma edepsizliğini gösteriyorlar.
Ancak ne ederlerse etsinler, İslam’ın nurlu şafağı sökmüş, aydınlık güneşi doğmak üzeredir. “Kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” Bütün insanlığa indirilen Kur’an’ın evrensel mesajı, artık hızlı iletişim araçlarıyla bütün yeryüzü halklarına ulaşmakta, aktif ve etkili bir şekilde gücünü hissettirmektedir. Gelişen her yeni olay insanlarda merak uyandırmakta ve ilgilerini celp edip Kur’an’a yönlendirmektedir. İnşallah gelecek İslam’ındır.
Bu ara bütün dünya Müslümanlarına düşen görev ise:
1) Irki ve mezhebi ihtilafları bir kenara bırakıp tek ümmet bilinciyle bütüncül bir vahdet oluşturmak
2) Yapay sınırların ötesinde bütün İslam topraklarını tek vatan bilip bu geniş dünyayı sahiplenmek
3) Farklı bayraklar ve sembollere sahip olmakla birlikte bütün Müslümanları temsil eden “lailaheillellah” bayrağı altında toplanmak
4) Bütün Müslümanların ve mazlumların hak ve hukukunu savunacak “İslam Ordusunu” oluşturmak.
5) Kitle iletişim araçlarını müspet yönde kullanarak Müslümanlar lehine kamuoyu bilincini sağlamak…
MEHMET ŞENLİK