The Cemaat’in iktidara olan antipatisine paralel olarak Yahudilere olan sempatisinde belirgin bir artış gözlerden kaçmıyor; zaten kendileri de gözlerden kaçırmaya hiç niyetli görünmüyorlar. Bilâkis, parmaklarını gözümüze sokarcasına bu hakikati tekrar tekrar bize hatırlatacak vesileler buluyorlar – veya vesileler onları buluyor. Today’s Zaman’ın 18 Ağustos tarihli nüshasında çıkan bir yazı ile Sayın Fethullah Gülen’in the Atlantic dergisine verdiği mülâkatta, bu konuda birçoğumuz için şaşırtıcı gelebilecek örnekler var.
Türkiye’nin dış politikasında Batı’dan İslâm âlemine doğru yönelen çizgi değişikliğinin kimleri memnun, kimleri rahatsız ettiğini az çok biliyor, bilemediğimiz kısmını da tahmin ediyorduk. The Atlantic dergisindeki beyanatında ise, Sayın Gülen, kendi ülkesinin dış politikasını ecnebîye şikâyet etmek gibi, muhalif bir politikacı için bile mâzur görülemeyecek bir tavırla, bu gidişten hoşnut olmadığını açıkça söyledi. (Bkz. http://fgulen.com/tr/turk-basininda-fethullah-gulen/fethullah-gulen-hakkinda-haberler/fethullah-gulen-hakkinda-2013-haberleri/36483-fethullah-gulen-hocaefendiden-the-atlantic-ozel-roportaj)
Aynı mülâkattaki bir başka konu da Yahudiler ve Hıristiyanlar idi. Kendisine bu konuda “anti-Semitik olarak algılanan” geçmişteki bazı beyanları hatırlatıldığında, Sayın Gülen, “âyet ve hadisleri yanlış anlamış olabileceğinden” söz etti ve artık değiştiğinden bahisle, şimdiki düşüncesini şu sözlerle açıkladı:
“Şunu anladım ve daha sonra belirttim ki, Kur’ân’da veya Sünnette yer alan eleştiri ve lânetlemeler belli bir inanca bağlı insanlara değil, herhangi bir insanda olacak karakteristiğe yapılıyor.”
Ne var ki, Hocamız, sonradan anladığı bu gerçeği İslâm âleminin ve bugüne kadar gelip geçmiş İslâm ulemâsının henüz anlayamadığını ya sözlerine eklemeyi unutmuş, ya da engin tevazuundan bunu telâffuz etmeyip bizim anlayışımıza bırakıyor. Fakat biz yine de, Kur’ân-ı Kerimde yüzlerce âyetin bize anlattığı, lânetlediği ve kendileriyle dostluk kurmamızı yasakladığı bir topluluğun nasıl olup da “herhangi bir insanda olacak karakteristik” seviyesine indirgenebildiğini anlayamıyoruz! Eğer “Kur’ân’da kastedilen sadece bahsi geçen Yahudilerle sınırlı değildir; onun yanı sıra bu da vardır” gibilerden bir söz söylenseydi, buna hak verirdik; ancak Sayın Gülen bu “eleştiri ve lânetlemelerin” Yahudi ve Hıristiyanları içine alma ihtimalini kesin bir şekilde reddediyor ve sadece “içimizdekini” Kur’ân’ın hücum oklarına hedef olarak gösteriyor. Acaba Yahudileri Kur’ân’ın en keskin hücumlarından korumak hususunda gösterilen bu açık ve aşırı muhabbetin bilmediğimiz bir hikmeti mi var?
***
Today’s Zaman’daki yazı da(Bkz. http://www.todayszaman.com/news-323774-pm-erdogan-blamed-for-bad-counsel-from-advisers.html), Başbakanı Gezici diliyle bir hayli tenkit ettikten, onun ne kadar “nezaketsiz, tahammülsüz, hırçın, tahrikçi, tahkir edici ve istişareye kulak asmayan” bir yapıya sahip olduğunu bozacının şahitlerinden nakiller yapmak suretiyle bir güzel açıkladıktan sonra, aynı parti içinde olup da Başbakan gibi düşünmeyen önemli isimlerden nakiller yapıyor. (Bunu sakın “fitne çıkarmak” şeklinde anlamayın. Bu tür kaşımalar the Cemaat’ten geldiği zaman “yapıcı eleştiri” adını alır. Fitne ise, the Cemaat’e yöneltilen yapıcı eleştiriler hakkında kullanılan bir tabirdir.)
Yazının sonuna doğru ise, Today’s Zaman, sözü Yahudilerle ilgili bir yere getiriyor ve Başbakanı buradan vuruyor:
Meğer Sayın Başbakanımız, Şubat ayında Viyana’daki bir BM toplantısında anti-Semitizm ve faşizmin yanı sıra, Siyonizmi de suçlamış!
Hayret etmez misiniz: Dindar insanların sırtında yükselen bir cemaat, dindar bir başbakanı Siyonizme müsamaha etmekle değil, Siyonizmi suçlamakla suçluyor!
***
Meselenin alarm veren tarafı sadece bir cemaat yönetiminin İslâm âleminde İsrail için maslahatgüzarlık rolünü üstlenmiş olması değil; bu rolün artık kanıksanmış, hattâ hatırı sayılır bir kitle tarafından da benimsenmiş olması! Böyle bir davranışı vicdanlarında asla tasvip etmeyecek olan o kitle, aynı tavrı the Cemaat’in önderinde ve organlarında gördüğü zaman, hiç sorgusuz bir şekilde bunu kabullenebiliyor, hattâ onlardan bir kısmı bu hareketlerin yaman bir savunucusu olarak ortaya çıkıyor ve kendilerini tenkit eden Müslüman kardeşlerine karşı kılıç sallayabiliyor.
Mavi Marmara hadisesinden sonra İsrail’i Gazze üzerinde meşru otorite ilân eden talihsiz beyanat Müslümanlar üzerinde büyük bir şok tesiri yapmıştı – tıpkı 28 Şubat döneminde başörtüsü ile ilgili talihsiz beyanların yaptığı tesir gibi. Fakat bu defa 24 saat geçmeden, hiçbir Müslüman vicdanına sığmayacak olan o sözleri medyada kahramanca savunan yazılar peş peşe çıkmaya başladı ve bu tepkilerin havasını aldı. Aradan bir zaman geçtikten sonra ilk andaki tepkiler dile getirilmez, sonra da dile “getirilemez” oldu. Şimdi ise durum bildiğiniz gibi: İsrail’i İslâm toprakları üzerinde meşru otorite ilân edenler değil, buna karşı çıkanlar suçlu duruma düşüyor.
The Cemaat, en sonunda, Kur’ân’ın Yahudileri suçlamadığı iddiasını açıkça dillendirecek ve Siyonizme dokunulmazlık kazandıracak bir merhaleye gelmiş bulunuyor. Bizim değerlerimizi dünyaya taşımak gibi bir iddianın sahipleri, şimdi bunun tam tersini yapıyor ve başkalarının değerlerini bize yudum yudum içiriyor. Yoksa bu, artık bir kısım insanların herşeyi kabul edebilecek hale gelmiş olmasına güvenerek atılmış bir adım mıdır? Eğer böyleyse, yıllardır sürüp giden bir aşındırma faaliyetinin arkasında profesyonel bir mühendisliğin yattığından kuşkulanmak için yeteri kadar sebep var demektir.
***
The Cemaat’in dayandığı tabanın büyük çoğunluk itibarıyla iyi niyetli ve fedakâr insanlardan meydana geldiğini biliyoruz. Onların arasında bizim de tanıdığımız ve sevdiğimiz pek çok kimse var. Fakat onların da artık kendi üzerlerinde oynanan oyunları anlamaları için zaman gelmiştir. Bu saf ve samimî insanlar, lütfen, kendi içlerinde bir muhasebeye yönelsinler ve cemaate mensubiyetlerinden bu yana şeâir-i İslâmiye ile ilgili hassasiyetlerinin nasıl bir seyir takip ettiğini düşünsünler.
Aslında bu kadarına da ihtiyaç yok; sadece şu soruyu sorsunlar kendilerine:
Yahudilik, İsrail ve Siyonizm üzerine bugün söylenen bu sözleri bundan on sene önce işitseniz ne tepki verirdiniz?
Daha doğrusu, bu sözleri bundan on sene önce kimse söyleyebilir miydi?
Evvelce söylenemeyen bu sözlerin şimdi rahatça söylenebilir hale gelmesi kime ve neye hizmettir?
ÜMİT ŞİMŞEK / SON DEVİR