“… Hayır olarak ne işlerseniz muhakkak ki Allah onu bilir.”[1]
Rahman ve Rahim olan Allah (cc)’ın adıyla. Allah’a hamd, O’nun Resulüne salât-u selam olsun.
İslam dininin en çok önem verdiği konulardan biri de güzel ahlaktır. Güzel ahlak sahibi olmak, hayatın her alanında bunu sergilemek demektir. Evde, iş yerinde, komşularla ilişkilerde en önemlisi de ticari hayatta bu güzel ahlak kendini gösterebilmelidir.
Allah azze ve celle kullarına adalet ve ihsanı emretmiştir. Adaletli olmak, ahiret yurdunda rahat bir şekilde hesap vermemizi sağlayacaktır. İhsan ise umduğunu bulmaya ve ebedi saadete ulaşmaya vesiledir.
Adaletli ve insaflı olma konularında dikkate almamız gereken önemli düstur, Allah Resulü (sav)’nün şu hadis-i şerifleridir: “Kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe (kâmil manada) iman etmiş olamaz.”[2]
Bu Hadis-i Şerif’in önemi, hayatın büyük bir parçasını teşkil eden, kardeşlerimizle olan ilişkilerimizin yoğun olarak yaşandığı ticari hayata akseden yönüyle, ziyadesiyle ortaya çıkmaktadır. Mü’min kendine istediğini mü’min kardeşine de istemelidir. Durum böyle olunca hayatımızın her safhası huzurlu olur. Aksini düşünecek olursak çıkacak sonuçlar haset ve hırstır. Her iki haslet de dinimizce hoş karşılanmayan hasletlerdir. Hırs bilindiği üzere dünya sevgisini ve dünyaya olan bağlılığı artırır. Bundan doğacak sonuçlar da adaletsiz ve insafsız davranmamıza sebebiyet verir. Bu da hem dünyamıza hem de ahiretimize zarardır. Müslümanlara zarar ve zahmet verecek muamelelerden kaçınmalıyız. Çünkü Allah (cc) böyle muamele yapanları lanetlemiştir.
Zira zarara sebep olan her türlü muamele zulümdür, haramdır. Hülasa kendi nefsine reva görmediği bir şeyi hiçbir Müslümana reva görmemelidir. Hususi muamelelerde yapılacak haksızlıkları dört şekilde açıklayabiliriz:
Birincisi: Malını değerinden fazla övmemelidir. Zira böyle yapmak, yani gerçeği gizlemek zulüm olur. Hatta eğer alan kimse işin erbabı olup biliyorsa, olduğu kadar bile övmemelidir. Sözü beyhude ve faydasız kalır.
Yemin etmek ise, eğer yalan yere ediyorsa büyük günahlardan birini işlemiş olur. Yerinde yemin ediyorsa önemsiz bir şey için Allah’ın ismini anmakta ona saygısızlık etmiş olur. Hadiste: Vallahi öyle değildir ve vallahi böyleydi deyip yemin eden tüccarlara ve bugün git yarın gel deyip sözünde durmayan sanat sahiplerine yazıklar olsun, buyrulmuştur. Ve yine hadiste, kendi malını yeminle beğendiren kimseye kıyamet gününde Allah bakmayacaktır, denilmiştir.
Herhangi bir ticaret malını satmaya çalıştığımızda malı övmek ve yemin etmenin sebebi, o malı bir an evvel satıp kâr elde etmektir. Oysa bilinmesi gerekir ki kişiye yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden veya tasadduk edip devam ettirdiğinden başka malı yoktur. Onun için mal edinirken İnsan hukukuna riayet etmeliyiz. Zira Yahya b. Muaz (ra) şöyle demiştir; “Para akrep gibidir. Eğer onu elinde usulüne göre tutamayacaksan sakın tutma, aksi halde seni ısırır ve zehri ile öldürür.” ‘Usulüne göre tutma nedir?’ diye sorulunca; “Kişinin helal yoldan kazanıp yerinde harcamasıdır” diye cevap verir. Yani zulümle elde edilen mal helal olmaz.
İkincisi: Bir malı satarken eğer varsa ayıbını, kusurunu müşteriden gizlememeli, ne ayıpları varsa açıklamalıdır. Eğer gizlerse gerçeği gizlediği için Allah (cc) emrini dinlemediğinden zalim ve asi olmuş olur. Malın iyi tarafını gösterip bozuk tarafını gizleyen kişi; zalim, asi ve gerçeği gizleyenlerden olur. Bir gün Peygamberimiz (sav) birini buğday satarken gördü ve mübarek elini buğdaya daldırdı. Altının ıslak olduğunu gördü. ‘Bu nedir?’ diye sordu. Adam; ‘Yağmurdur’ dedi. Peygamberimiz (sav)’Neden ıslak tarafını üste koymadın. Bizi kandıran bizden değildir’ diye buyurdu.
Üçüncüsü: Miktarda ve tartıda asla hile yapmayıp doğru tartılmalıdır. Allah (cc) buyurur ki; “İnsanlardan, kendileri bir şeyi ölçerek aldıkları zaman tam alan; ama onlara bir şeyi ölçüp tartarak verdiklerinde eksik tutan kimselerin, vay haline!”[3] Selefin âdeti şu idi; bir şey alırken biraz eksik alırlardı ve bir şey verirken de biraz fazla verirlerdi. “Bu fazlalık bizimle cehennem arasında perdedir” derler, muameleyi doğru yapmamaktan korkarlardı. “Biraz fazlalık için ‘tuba’yı ‘veyl’e yani cenneti, cehenneme değişenler aptaldır” derlerdi.
Fudayl b. İyad kuyumculuk yapardı. Bir gün oğlunun, birine altın vermek için tartarken altının nakışları arasındaki kiri temizlemeye çalıştığını görünce “Oğlum bu yaptığın iş bir hacdan ve iki umre’den üstündür” dedi. Allah (cc) Kur’an’da bu konunun ehemmiyetini Hz. Şuayb (as)’ın uyarılarına kulak asmayan Medyen kavminin başına gelen felaketi naklederek şöyle beyan eder: “Şuayb şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Olduğunuz gibi devam edin. Ben de yoluma devam edeceğim. İleride alçaltıcı azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte beklerim. (Azap) Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri rahmetimizle kurtardık. Zalimleri ise korkunç bir çığlık yakaladı. Böylece yurtlarında diz üstü yığılıp kaldılar. Sanki yeryüzünde yaşamamışlar gibi izleri silinip gitti. İyi bilin ki, (daha önce) Semud kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen kavmi de öylece uzaklaştı.”[4]
Medyen toplumunun başına gelen bu olayların en mühim sebeplerinden biri alış-verişlerde tartıda hile yapıp halkı aldatmalarıdır. Bu ibretli kıssa; ticarette ve tartıda hile yapmanın Allah katındaki vebalini açık bir şekilde ifade etmektedir. O zaman biz de Müslüman olarak bu konulara çok önem vermeliyiz.
Dördüncüsü: Malın satış fiyatında hile yapıp gerçeği asla gizlememelidir. Ve yine Peygamberimiz açık artırmalarda başkalarının doğru sanıp fazla fiyat ile almaları için alıcı olmayanların fazla fiyat teklif edip alıcı görünmelerini yasaklamıştır. Böyle yapılır da malın gerçek fiyatını öğrenip aldatıldığını bilen kimse satış akdini fesh edebilir. Değerinden fazla fiyatla mal satmak yahut aldatıp değerinden ucuz fiyatla mal almak caiz değildir.
Bu olaylara günümüzde çokça rastlanmaktadır. Bu tip insanlar ellerindeki malın fiyatını kendi hazırlamış oldukları senaryolarla arttırıp gelip geçen insanların dikkatlerini bir şekilde kendi üzerlerine çekerek saf bir insanı tuzaklarına düşürüp kandırırlar. Yukarıdaki örneklemelerden de anlaşıldığı üzere anlatılan bu şekil haksız mal tasarrufları doğru değildir.
Haksızlıkla ve zulümle elde edilen malların bereketi olmaz. Ömrünün yüz yıldan çok olmadığını bilen, ahiretin de sonsuzluğuna inanan kimse, birkaç günlük ömür için ebedi hayatının ziyan olmasına razı olmamalıdır. O halde ticaret ehline, hıyanet ve aldatmanın tatlı görünmemesi ve dünya malının aslında fazla bir şey ifade etmediği şu ibretli mesele ile tefekkür edilmelidir.
Kur’an-ı Kerim’de zulüm ve haksızlığın sembolü olarak gösterilen Karun, toplumun problemleriyle ilgilenmeyen yoksulları gözetmeyen zenginlere örnek teşkil eder: “Karun, Musa’nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: “Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez” demişlerdi. Karun; “Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir” demişti. Allah’ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz. Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler; “Karun’a verildiği gibi bizim de olsa; doğrusu o büyük bir varlık sahibidir” demişlerdi. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise; “Size yazıklar olsun; Allah’ın mükâfatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” demişlerdi. Sonunda, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler; “Demek Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkârcılar başarıya eremezler” demeye başladılar.”[5]
Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere insanın gücü sınırlıdır. Yeryüzünde O’nun istediğinin dışında tasarruf etme hakkımız yoktur. O halde Rabbimize asi olmadan, helal rızık yollarından istifade edip Rabbimizi razı edip, toplumun selamete ulaşması için üzerimize düşen vazifeyi yerine getirme hususunda üzerimize düşeni yapmaya çalışmalıyız.
Allah’tan hepimize, her işimizde olduğu gibi ticaretimizde de adil davranmayı bize nasib eylemesini diliyor, sizleri Allah’a emanet ediyoruz.
İnzar Dergisi
[1] Bakara: 215
[2] Riyaz−üs Salihin 183/236
[3] Mutaffifin: 1, 3
[4] Hud: 93-95[5] Kasas: 76-82
Kaynaklar
Riyaz-üs Salihin
Kimya-yı Saadet
Ticaret ve İktisad ilmihali