Bir toplumda uygulanmak istenen her fikir, düşünce ve inanç toplumsal bir projedir. Toplumsal projeler, olumlu olumsuz, yapıcı yıkıcı veya ahlaki gayri ahlaki olabilir. Batı ve küresel emperyalizm son iki yüz yıldır İslam coğrafyasını kendi emelleri doğrultusunda dönüştürme amacındadır. Bu dönüşümü fiili ve kültürel işgal üzerinden yapmaktadır. Batı, kültürel işgal altında toplumsal projelerini genellikle ‘sinema, TV, tiyatro, gazete, kitap, eğlence, spor ve internet’ gibi vasıtalarla sürdürür.
İstanbul Sözleşmesi, KADEM ve LGBTİ grupları üzerinden son yıllarda ‘ahlak ve aile tahribine’ yönelik bir proje harıl harıl işlemektedir. Hükümet ve Diyanetin dahi bir şekilde dâhil edildiği bu proje çok derin mahfillerce desteklenmektedir. TEC(Toplumsal Cinsiyet Eşitliği) ismiyle yürütülen bu projeden henüz toplumun tamamı haberdar olmasa da son birkaç yıldır ‘öğrenci, genç, kadın ve aile’ toplumun her kesimi bu meşum projeden bir şekilde etkilenmektedir.
TECP, doğuştan gelen cinsiyet farklılığını reddeder ve ‘sonradan kazanılan/kabul edilen cinsiyet’ yaklaşımını kabul eder. Buna göre kadınlık ve erkeklik davranışları yeniden tanımlanıp değiştirilebilir. Bu proje, uygulama alanına en çok ‘kadın erkek ayrımcılığı var!’ algısı üzerinden yürütülmektedir. Ayrımcılık, hiçbir kulağa hoş gelmez. Bu kavram, bilinçli kullanılır ve bu ‘ayrımcılık’ kavramı altında doğuştan gelen kimi biyolojik farklılıklar yok sayılmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği koca bir yalan üzerine kurulmuştur. Bu yalan, ‘herkes denetimsiz olmalı, özgürleşmeli ve hiç kimse üzerinde ayrıştırıcı bir baskı hissetmemeli’ gibi kulağa hoş gelen donelerle meşrulaştırılır. Bu projeye göre ‘örf, gelenek, değer yargıları ve din’ kadın erkek ayrıştırmasını tetiklemektedir. Toplumsal cinsiyeti bir kalıp olarak dayatan din(!)le bir hesaplaşma çağrısı da bu proje destekleyicilerine aittir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunanlar için aile bir tehdittir ve kadın için tehlike içeren bir mekândır. Aile, sosyal hayatın çekirdeğidir. Buradaki ‘sevgi ve saygı bağları, dayanışma ve yardımlaşma, koruma ve kollama’ sosyal hayata bir sinerji ve güç katmaktadır. Batı, bugün aile mefhumundan kopuk olduğu için bizi de kendine benzetip ailesiz bir topluma evirmek istemektedir. Bu proje savunucularına göre aile, erkek egemen kültürün devamını sağlayan ataerkil bir kurumdur. Feminist algıyla yapılan araştırma ve haberler, aileyi şiddetin üretildiği bir mekân olarak tanıtmakta ve aileyi şiddet kavramıyla anmaktadır.
Bu proje savunucuları ailenin yanı sıra ‘namus, iffet ve edep’ gibi kavramları da ataerkil bir dayatma olarak görür. Nur Süresi 30 ve 31. Ayetler hem erkek hem kadını haram bakışlardan sakındırırken cinsiyet eşitlikçisi gulyabaniler bu üç kavramın erkek kontrolünü sağlamak, şiddet ve ayrımcılık üretmek için olduğu yalanına sarılırlar. TCE’ler, 18 yaş altı evlilikleri ‘küçük yaşta evlilik’ deyip mahkûm ederken bu yaş altı zinayı karşılıklı rıza diye savunmaktalar. Bu bağlamda ‘Biz kimsenin namusu değiliz, beden benimdir istediğim şekilde kullanırım!’ şeklindeki dövizleri hatırlayalım.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunanlar ile LGBTİQ savunucuları arasında güçlü bir meyil ve aleni bir işbirliği vardır. Bu proje savunucuları doğal cinsel bir meyilden ziyade kadın kadına, erkek erkeğe, iki cinse de cinsel meyil duyma ve cinsiyet değiştirme sapkınlığına taraftır. TCE arkasında insi ve cinni şeytanların olduğu Batılı bir projedir. TCE, ahlaksız bir toplum oluşturma üzerine bina edilmiştir. TCE politikaları bakanlıklar arası bütünleşik bir politikadır. Bu bütünleşik proje şu an en çok ETCEP ismiyle eğitim alanında uygulanmak istenmektedir ve şu ana kadar bu proje, 2 yıl boyunca pilot uygulama olarak 10 ilde, 40 okulda yürütülmüş, 57.000 öğrenciye ulaşılmıştır. Projenin pilot uygulama sonrası sürdürülebilirliği yetkililerce ifade edilmiştir. Her ne kadar MEB toplumsal tepkisellik üzerine 6 Ocak 2019 tarihli açıklamasında, "Bakanlığımızın gündeminde bu alanda devam etmekte olan bir proje yoktur." Dese de bu açıklama tatmin edici değildir.
Bir projenin savunucuları o projenin niteliği, kalitesi ve kimlere hizmet ettiği açısından önemli bir veridir. Bu projeyi bir şekilde normalleştiren ‘bizim mahalle’dekiler bilsinler ki bu proje Almanya, ABD, Fransa, İsviçre, Norveç ve Danimarka Büyükelçiliği, Avrupa Birliği, Ford, Rockefeller ve Soros Vakfı, TÜSİAD gibi kanımızı içmeye doymazlar tarafından desteklenmektedir.