Zahire bakarak evet diyebilirsiniz.
Hatta mutluluğa vesile olabilecek zahiri tablolar da sıralayabilirsiniz:
Genel olarak hemen herkesin evi var, arabası var. Ev eşyaları o biçim...
Tatil yapabilenlerin sayısı eski ile kıyas edilmeyecek derecede artmış.
Çocuklarını özel okullara gönderenlerin sayısı hakeza.
Gıda üretiminde ve kurulan sofraların yemeklerinde artan çeşitlilik...
Toplumun yediği önünde yemediği arkasında...
Eskiden ülkenin zenginleri sayılı iken ve bir şehirde zengini herkes tanır iken, sayılarının artmasından dolayı bugün zenginler birbirini tanımaz olmuş...
Bütün bunlar ve sayılmayan daha fazlası toplumun mutluluğuna vesile olabilecek şeyler. Ancak ben tekrar edeyim: Toplumumuz mutlu mu?
Maalesef toplumumuz mutlu değil.
Bir toplumun gerçek mutluluk tablosu maddi yaşantısı değil, evlilik ve aile tablosudur. Evlilikler ve aileler devam ediyor ve artıyorsa o toplum mutlu bir toplumdur.
Boşanma oranları katlanarak artan bir toplumun mutsuzluk oranı artıyor demektir.
Hele anne babası ayrılmış, dağılan ailelerden geriye kalan çocukların sayısı artıyorsa bu, toplumun geleceğini mutsuzluğun ipotek altına alacağı demektir.
Sokrates'e, öğrencilerinden biri evlilik ile ilgili sorunca, ona: Evlen evladım; ya mutlu olursun ya da filozof olursun, demiş.
Toplumumuzda evlenen yeni neslin büyük bir kısmı mutlu olamadıkları gibi filozof da olamıyorlar. Çünkü TÜİK'in açıkladığı oranlara göre yeni evlilerde boşanma oranları her yıl katlanarak artıyor. Çiftler evliliklerinin ilk yıllarında anlaşamayınca –ki bu anlaşmazlıkların çoğu normal evlilikte olabilecek şeylerdir- boşanma yolunu tercih ediyorlar.
Halbuki evlilikte, aile kurmada eşlerin birbirlerinin sıkıntılarına sabretmeleri lazım ve sabreden filozof olur.
Hatta daha ilerisi; bu sıkıntılara Allah için sabredenler belki keramet sahibi evliya olur.
Hikâyeyi biliyorsunuz; adamın biri namını duyduğu Allah dostu bir âlimi görmeye gider. Sorarak evini bulur ve kapıyı çalar. Kapıyı açan hanımından âlimi sorar, kadın huysuzca bir cevapla kocasına beddua da ederek, “dağa odun getirmeye gitti” der ve gittiği yönü gösterir.
Adam, ‘böyle bir âlimin, böyle bir kadını' diye şaşırır ve dağın yolunu tutar. Allah dostu âlim ile, kurtlara odun yüklemiş gelirken karşılaşır. Kendini tanıtır ve hayret içinde, evdeki kurtlaşmış kadını ve odun yüklemiş olduğu kurtları sorar.
Allah dostu; “ben evdeki kurda sabrettiğim için Allah da dağdaki kurtları benim hizmetime veriyor” der.
Bazen kadın huysuz bir kurt olabiliyor evde, bazen de erkek. Eşlere düşen; birbirlerini ıslah etmeleri ve sınırları zorlayarak birbirlerine sabretmeleridir.