Son dönemlerde Batı’nın en büyük başarısı belki de “düşünme”yi keşfetmiş olmasıdır.
Kur’anî bir tabir olan “tefekkür”, Müslüman dünyanın kahir ekseriyeti tarafından son iki asırdır el birliği ile neredeyse ortadan kaldırıldı.
Kur’an tarafından “Efelâ tetefekkerun (Düşünmez misin?)” soru sigası ile Müslümanlar düzenli ve belirli periyotlarla ikaz edilmesine ve hadisler vasıtası ile bir saatlik tefekkürün on yıllarca nafile ibadetten evla olduğu hatırlatılmasına rağmen, bu alanda ciddi bir gelişme kaydedilemedi.
Tefekkürü/düşünmeyi teknolojik gelişmelerine paralel olarak, “ think tank” kuruluşları üzerinden profesyonel anlamda kurumsallaştıran Batı (ABD, AB, İsrail) son iki yüzyıldaki başarılarının çok büyük bir kısmını buna borçludur.
Tahakküm etmek istediği bir toplumun sosyal, siyasal, kültürel veya iktisadi yapısını bu kuruluşları aracılığı ile tespit eden Batı, hemen işe koyuluyor ve teknolojisi vasıtası ile hangi topluma, nasıl bir uygulamada bulunacağına karar veriyordu.
Söz gelimi, Kürdistan’ın aşiret yapısı üzerinde araştırma yaparak toplumun âdeta anatomisini ortaya çıkaran İngilizlerin bu alanda elde ettiği bilgiler, dudak uçuklatacak türdendir.
İslam dünyasındaki etnik ve mezhep temelli kamplaşmalardan tutun (özellikle Şii-Sünni), Türkiye’deki Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Laik-dindar çatışmasına varana kadar bir kuyumcu titizliği ile elde edilmiş bilgiler, küresel ajandalarda durmaktadır.
Konu ile alakalı asıl olarak bilmemiz gereken ise, bu oyunları fark ederek buna karşı reel anlamda karşı koyabilecek veya ciddi tedbir geliştirebilecek potansiyeli bünyesinde barındıran yapıların, bu güçlerin hedefinde olduğu hususudur.
Mikro düzeyden makro düzeye, İslam dünyasındaki yapıların bu güçler tarafından hedefe konulmuş olması, yereldeki taşeronları ve medya organları vasıtası ile itibarsızlaştırılmaya çalışılması hep bu gayeye matuftur.
Geçenlerde katıldığım ve birçok devletin diplomatlarının da davetli olduğu bir toplantıda, rozetimi fark ederek benimle konuşmak isteyen yabancı bir davetli ile aramızda geçen diyalog, aslında anlatmak istediklerimi özetler niteliktedir.
“HÜDA PAR kimdir, nedir, bana anlatır mısın?” sorusuna birkaç kısa cevap verdikten sonra “Asıl olarak sen HÜDA PAR hakkında ne biliyorsun?” diye sordum.
Parti programımızı birkaç kez okuduğunu, İslami referanslar kapsamında dile getirdiğimiz hususların bu toplumla örtüşecek bir yapı arz ettiğini, söylemlerimizin çok güçlü olduğunu, hatta bunların bir bölgeye sığabilecek durumda olmadığını, parti programımızdan örnekler vererek anlattı.
Hayretimi gizlemeye çalışarak dinlediğim bu hakikatler karşısında, “Beni en az benim kadar tanıyor” demekten kendimi alamadım.
“Bir bölgeye sığmayacak derecede güçlü söylemleriniz var” cümlesi, esas olarak küresel güçlerin taşeronluğuna soyunmuş yereldeki unsurların (devlet-örgüt) bu camiaya yönelik saldırılarının da perde arkasını aralıyordu.
Partimizin ve bünyesinden çıktığımız camianın harici fanatizminin son versiyonu olan tekfircilikten uzak, makul ve mutedil bir yapıya sahip olduğunu ve bu yapısı ile Müslüman halklar nezdinde kabul ve teveccüh göreceğini öngören küresel şeytani akıl, think tank kuruluşları aracılığı camiaya yönelik bir mücadele yöntemi belirlemiş durumdadır:
Hareketi kriminalize etmek, terörize etmek ve en nihayetinde de marjinalize ederek tamamen etkisizleştirmek.
Camia, suça bulaştırılmaya çalışılacak, algı operasyonları yolu ile halk nezdinde camianın “dehşet” yani terör olduğu vurgusu, emperyalist medya üzerinden yürütülecek psikolojik hareket kapsamında sürekli işlenecek.
Yirmi yılı aşkın bir süredir uygulanagelen bu şeytani taktikleri her seferinde feraset ve basireti ile boşa çıkarmaya çalışan camianın, bu hikmetli ve erdemli tavrını devam ettireceği görülmektedir.
Şiddeti bir yol ve yöntem olarak kullanmayı reddeden HÜDA PAR’ın da son bir buçuk yıldır siyasal alanda ortaya koyduğu sabırlı, kararlı ve hikmetli tutum, bu bölge üzerinde hesap yapan oyun kurucu güçleri iyice tedirgin etmiş durumdadır.
HÜDA PAR camiasının kadınlarına yönelik saldırılar, yereldeki unsurların spontane geliştirdikleri olaylar gibi gözükse de, bu camianın sinir uçlarını iyi bilen küresel güçlerin devrede olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Ellerindeki bu son kozlarıyla da HÜDA PAR camiasını çatışmaya sürükleyerek çözüm sürecini sabote etmeyi başaramayan güçlerin, toplumun bir diğer sinir ucu olan “bayrak” üzerinden bu emellerini gerçekleştirmeye çalıştıkları gözlerden kaçmamaktadır.