İsmail Duman/ Dünya Bülteni
Ortadoğu'nun kırılgan coğrafyası Lübnan, bir kez daha mezhep çatışması senaryoları ile yüzleş(tiril)iyor.
Kuzey Lübnan'daki Trablusşam şehrinde, "Aleviler ile Sünniler arasında mezhep merkezli çatışmalar yaşandığı" haberlerini servis eden Batı kaynaklı haber ajanslarının, Suriye merkezli oluşturulmaya çalışılan "mezhebî kamplaşma"nın Ortadoğu'da kaçınılmaz olduğunu fısıldamaya başlamaları, son derece manidar(!).
Türkiye medyasına baktığımızda da olayların arka planının ve tarihsel sürecinin ortaya konulması yerine, hazır paket haberlerin servis edildiğini görüyoruz.
Öncelikle ne olmuştu, bir hatırlayalım...
Geçtiğimiz hafta, Trablusşam'daki Cebel Muhsin bölgesinde yaşayan Alevilerle (Nusayri) Bab'ut-Tebbane bölgesinde yaşayan Sünniler arasında, 2008 Ağustos ayından bu yana yaşanan en şiddetli çatışma patlak verdi. 2008 Ağustos ayında da 20 kişinin ölümüyle sonuçlanan çatışmalar olmuş; yapılan arabuluculuk neticesinde olayların büyümesi engellenmişti. Daha sonra ufak çaplı birtakım olaylar meydana gelmişse de, bu denli bir gerilim yaşanmamıştı.
Geçtiğimiz hafta başlayan ve yavaş yavaş durulduğu gözlemlenen olaylarda 10'dan fazla ölü, 100'den fazla yaralı bulunuyor.
Peki, ne oldu da 2008'den bu yana durağan seyreden bölgedeki tansiyon tekrar yükseldi? Suriye'deki krizin gün geçtikçe derinleştiği böyle hassas bir dönemde, Trablusşam'daki olayları nereye oturtmalıyız?
Bu sorulara bölgedeki mahalli kaynaklara ve yapılan açıklamalara başvurarak cevap bulmaya çalışacağız.
Her şeyden önce, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanlığı'nı yürüten Dr. Muhammed Nureddin'in bölge ile ilgili bir uyarısını hatırlatarak başlayalım. Nureddin, Trablusşam'da Aleviler ile Sünniler arasında yaşanan bir gerginliğin, "Lübnan'daki hatta Suriye ile Suudi Arabistan arasındaki krizin aynası olduğunu söylüyor". Diğer bir ifadeyle; bu gerginliklerin mezhebî temelli değil, 8 Mart(Suriye/İran) Koalisyonu ile 14 Mart(Suudi Arabistan/Amerika) Koalisyonu arasındaki siyasi konumlan(dır)malar temelli olduğunu ifade ediyor.
Suriye muhalefetinin silahlı mücadeleye başvurmasıyla, özellikle Suriye'nin Hums şehrine olan yakınlığı sebebiyle Trablusşam'ın Suriye sınırındaki bölgeler, gerek insan koridoru gerekse de silah koridoru olarak stratejik bir konum kazandı. Bölgedeki Selefi grupların, Libya, Ürdün gibi diğer ülkelerden Suriye'ye savaşmaya gelen kimselerle beraber bölgeye geçişleri, son aylarda daha bir hız kazandı. 2 Mayıs günü, içlerinde Libyalıların da bulunduğu 20 kişinin, Arida bölgesinden Suriye'ye kaçak yollarla girerken yakalanması ve yine 4 Mayıs günü Lübnan'dan Suriye'ye yapılan füze sevkiyatının ortaya çıkarılması, Trablusşam'ın Suriye krizinde yeni bir cephe olarak telakki edilmeye başlandığının basit örnekleri...
Burada şu noktaya da dikkat çekmeliyiz ki Kuzey Lübnan'daki birtakım Selefi grupların, Amerikancı politikaları ile meşhur olan 14 Mart Koalisyonu'nun en önemli unsuru olan Saad Hariri liderliğindeki El-Mustakbel Partisi ile sırf "Sünni" kimliği gerekçesiyle dirsek temasında oldukları, bölgede bilinen bir gerçek. Nitekim bu gerçeği, Lübnan'a yaptığımız ziyaretlerde farklı kaynaklardan defaatle işitmiştik. Dolayısıyla, bölgenin hassas bir zamandan geçtiği bu günlerde, bu dirsek temasının ne denli istismara müsait olduğu da tartışma götürmez bir hakikattir.
Şimdi biraz gerilere gidelim...
Trablusşam'daki bu olayların asıl patlak verdiği tarih, Nisan ayının sonlarına dayanıyor. Libya'dan yola çıktıktan sonra Mısır'ın İskenderiye Limanı'na uğrayan ve daha sonra Lübnan'ın Trablus Limanı'na doğru yola çıkan "Lütfullah 2" isimli silah yüklü geminin, Lübnan Donanması tarafından durdurulmasıyla, Trablusşam'daki gerilimin ilk kıvılcımları çakmış oldu. Suriyeli muhaliflere ulaştırılacağı tahmin edilen silahların, el-Müstakbel Partisi'nin yardımıyla Lübnan'a sokulmasının planlandığı bilgisi, bölgedeki tansiyonu yükseltmekle kalmadı; ardı sıra gelen operasyonlarla, Cebel Muhsin bölgesinde yaşayan Alevilerle Bab'ut-Tebbane bölgesinde yaşayan Sünniler arasındaki sözlü tartışmalar, sıcak çatışmaya dönmeye başladı. Bu tarz ufak gerilimlere alışık olan bölge halkı, bu durumun geçici olduğu düşüncesiyle ortamın yatışacağını düşünürken; bölgeye çıkartma yapan üst düzey Amerikalı diplomatların yaptığı bir dizi görüşmeler(!) ve ziyaretler(!), bölgede çıkması muhtemel fitnelerin habercisi oluyordu.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey Feltman ve ABD'li senatör Joseph Lieberman'ın Mayıs ayının başında Lübnan'a yaptığı ziyaret, akla onlarca soruyu getiriyordu. İşin ilginci, İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Rıza Rahimi de aynı günlerde temaslarda bulunmak için Lübnan'daydı. Bu rastlantı, 8 Mart Koalisyonu'na karşı ABD'nin 14 Mart Koalisyonu'nu güçlendirme çabası olarak yorumlandı. Nitekim Feltman'ın, ilk ziyaretleri arasında, çizdiği zikzaklarla Lübnan'ın bukalemunu unvanına kavuşan İlerici Sosyalist Partisi Başkanı ve Dürzî milletvekili Velid Canbolat'a yer ayırması, bu söylemleri güçlendiriyordu(Aynı Velid Canbolat'ın yaklaşık 1 hafta sonra Suudi Arabistan'da gizlice Saad Hariri'yle bir araya geldiği haberi, fotoğrafı netleştiriyor aslında). Amerikalı heyetin, diğer yandan, Lübnan'daki Suriye muhalefetini örgütleme çabası içerisinde bulunması da zaten beklenen bir durumdu. Öyle ki Joseph Lieberman, Lübnan-Suriye sınırında bir dizi temaslarda bulunduktan sonra, Vadi Halid bölgesine geçerek Suriyeli göçmenlerle görüşmüş; bu görüşmeler esnasında bölgeye silah takviyesinin/geçişinin gündeme geldiği belirtilmişti.
"Lütfullah 2" gemisindeki silahlara el konulması ile bölgede tırmanan gerilim, Amerikalı diplomat ve senatörlerin ziyaretleri ile daha da kışkırtılmış ve en sonunda bölgeden –ufak çaplı da olsa- ilk silahlı çatışma haberleri, Mayıs'ın ilk haftasında gelmeye başlamıştı.
Bölgedeki bu oyunlara fazlasıyla alışık olan mahalli gruplar, bu süreçte muhtemel gerginlikleri önceden sezerek, açıklamalar yapma ihtiyacı hissetmişlerdi.
İlk açıklama "bölgedeki muhtemel mezhebî ve hizipsel fitnelere" karşı, Ümmet Hareketi lideri Şeyh Abdunnasır Cibri'den gelirken, Trablusşam'daki önde gelen hareketlerden olan Tevhid Hareketi lideri Şeyh Bilal Şaban da, mahalli bir gazeteye verdiği röportajda şunları söylemişti: "Hums'ta yaşananlar, bizim içimizi kanatıyor. Ancak bir yandan da orada yaşananlar, anında Trablusşam'a yansıyor. Maalesef bazı Müslüman gruplar, birtakım siyasi unsurların planlarına aracı kılınıyor. Asıl amaç, Mikati'yi düşürmek ve Hariri'yi bu koltuğa çıkarmaktır. Bu süreçteki en tehlikeli şey, mezhepçilik ve taifeciliktir". İleride yer vereceğimiz açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, Şeyh Bilal Şaban, aslında 14 Mart Koalisyonu'nun bölgedeki sıcak atmosferden faydalanarak oluşturmaya çalıştığı gerilimlere vurgu yapıyor ki bu röportajından sadece 3 gün sonra korkulan oldu ve Cebel Muhsin bölgesinde yaşayan Alevilerle Bab'ut-Tebbane bölgesinde yaşayan Sünniler arasında şiddetli çatışmalar başladı.
Peki, bu şiddetli çatışmaları tetikleyen şey neydi?
12 Mayıs Cumartesi günü, Trablusşam'da ikamet eden 25 yaşındaki Şadi el-Mevlevi isimli Selefi gencin, Lübnan Emniyet Güçleri tarafından gözaltına alınması, bölgede beklenen muhtemel gerginliğin "meşru" sebebi/tetikleyici oldu. Suriye muhalefetine yaptığı yardımlarla tanınan Şadi el-Mevlevi'nin neyle suçlandığı hakkında resmi bir açıklama olmamakla birlikte, bölgede El-Kaide'nin yerel bir kolunu kurma girişimi dolayısıyla gözaltına alındığı kuvvetli bir ihtimal... Nitekim el-Mevlevi ile birlikte içlerinde Ürdünlü, Katarlı ve Filistinli üç kişinin de bulunduğu beş kişi daha gözaltına alındı ve bu kimselerin Suriye'ye giriş-çıkışları tespit edildi. Hakeza "Feth'ul İslam" adlı Filistinli grubun da bu oluşumun içerisinde yer aldığı haberleri, daha önceden yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında pek de mantıksız gelmiyor. Yine, Fethi Yeken'in öncülüğünde kurulan ve vefatına kadar başkanlık ettiği İslami Amel Cephesi'nin yöneticilerinden Cemil Raad'ın Selefi gruplar hakkındaki "bölgeyi Suriye için geçiş noktası kılmak ve emniyet güçlerini bertaraf etmek istiyorlar" iddiası, Lübnan-Suriye sınırındaki hareketliliğin ne derece kaygan bir zemine sahip olduğunu gösteriyor.
İşte, Cebel Muhsin bölgesindeki Alevilerle Bab'ut-Tebbane bölgesindeki Sünniler arasındaki ilk çatışmalar, Şadi el-Mevlevi'nin tutuklanması neticesinde başladı. Trablusşam'daki hemen hemen bütün yollar kesildi ve karşılıklı çatışmalar yaşandı. Olayları ilk başlatanın hangi taraf olduğu bilinmemekle birlikte; asıl önemli olanın, "bu süreci kimin hazırladığı" olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
Bölgedeki gelişmelerin bu zamana kadar bahsettiğimiz arka planına bakmadan, sadece mezkûr tutuklama hadisesinden yola çıkarak "Şii-Sünni" çatışması devşirmek, en basit ifadeyle, "basit gazetecilik" olsa gerek. Mesela, gerekli bağlamı bilmeden, Lübnan Arap Demokratik Partisi Genel Sekreter Yardımcısı ve partinin siyasi ilişkiler sorumlusu Rıfat Iyd'ın açıklamaları pek bir şey ifade etmeyecektir; ancak, bütüncül bir okuma yaptığımızda, bu açıklama belki birçok şeyin de cevaplanması anlamına geliyor. "Son dönemde Trablus'ta yaşanan güvenlik olaylarının 14 Martçı liderler tarafından hayata geçirilmeye çalışılan bir Amerikan projesi olduğunu söyleyen" Rıfat Iyd, "Trablus olayları medyada yansıtıldığı gibi Cebel Muhsin ile Babu't- Tebbane kentlerinin halkı arasında yaşanan olaylar değil, bu olaylar el-Mustakbel partisi tarafından Lübnan ordusuna karşı başlatılan önceden planlanmış olaylardır" diyor ve olayların, Lübnan ordusunun el-Mustakbel partisi yanlılarının Suriye'ye silah sokmaya çalışmasını engellemesiyle başladığını ekliyor.
Şadi el-Mevlevi'nin tutuklanmasının ardından Trablusşam'daki birtakım dini ve siyasi grupları jet hızıyla bir araya toplayan el-Müstakbel Partisi milletvekili Muhammed Kibare'nin, olaylarının nihayeti ermesi şartını, Mikati Hükümeti'nin istifasına bağlaması olayın arka planını okuduğumuzda taşların daha bir yerine oturmasını sağlıyor. Nitekim benzer ve daha sert bir açıklamayı da Saad Hariri yapmıştı.
Lübnanlı yazar Hasan Malat da Trablusşam'daki olayları, sadece bir tutuklama hadisesine bağlamanın basit kaçacağını ifade ederek, olayın zeminindeki kutuplaşmalara ve entrikalara odaklanmak gerektiğini söylüyor.
Olayların tırmanması üzerine, bir basın açıklaması yapan Tevhid Hareketi, Şadi el-Mevlevi'nin tutuklanmasının meşru olmadığına vurgu yaparken; olayların bir kişinin omzuna yüklenmesi suretiyle gerçek aktörlerin gizlendiğini ve asıl sebeplerin saman altı edildiğini ifade etti. Yine, Tevhid Hareketi lideri Şeyh Bilal Şaban da, el-İntiqad haber sitesine verdiği röportajda şunları söyledi: "Olaylar sebepsiz yere tırmandırılıyor. Bu olayın gözaltına alınanlarla hiçbir alakası yoktur. Olaylar, tahrikler neticesinde asıl mecrasından çıkmıştır. Bu da Trablusşam'daki tüm gruplara ders olmalıdır. Aksi halde, yeni bir iç savaş bizleri beklemektedir. "
Ümmet Hareketi ise, olayların sebep ve zemininin, Feltman ve Lieberman'ın Trablusşam'a yaptıkları ziyarette aranması gerektiğini belirterek, yanlış yerlerde gezinmenin sadece vakit kaybı olacağını açıkladı. Benzer bir şekilde, Lübnan Müslüman Âlimler Birliği de Amerikalı diplomatların mezkûr ziyaretlerine değinerek, Lübnan'ın silah sevkiyatının merkezi haline getirilmeye çalışıldığına dikkat çekti.
Konu hakkında bir açıklama da İslami Amel Cephesi'nden gelirken; belki de içerdiği tespitlerle en ilginç açıklama olma özelliği taşıyordu. Amerikalı diplomat ve senatörlerin bölgeye yaptıkları ziyaretin kötü kokular yayılmasına sebep olduğunu söyleyen Cephe, son gelişmeler ve gerginlikler neticesinde esas amacın Trablusşam'ın yeni bir Bingazi'ye dönüştürülme çabası olduğunu belirtti.
Netice olarak; Ortadoğu'nun hassas bir dönemden geçtiği böyle bir süreçte, servis edilen haberlerin doğruluğunu ve sıhhatini sorgulamak, her şeyden önceki ahlakî bir vazifedir. Suriye krizi üzerinden sıklıkla gündeme getir(t)ilen "Şii-Sünni çatışması" tezinin, yeni bir "Medeniyetler Çatışması" teorisi -farklı bir versiyon olarak- gibi bölgede işlevsel kılınmaya çalışıldığını göz önünde bulundurarak hareket etmek ve küresel aktörlerin ekmeğine yağ sürmekten teberri etmek şarttır. Nitekim şu da unutulmamalıdır ki bu yazımızda görüşlerine ve beyanatlarına yer verdiğimiz İslami Hareketlerin hemen hepsi Sünni Hareketlerdir.
Trablusşam'daki olayların, bugün durulduğu gözlemleniyor. Ancak bu, sürekli bir istikrarın garantisi anlamına gelmiyor. Bahsettiğimiz üzere, bölgeye dair planları olanlar, bu kargaşa ve gerginliklerden faydalanarak, amaçlarına ulaşma çabası içerisindeler. Bu sebeple, Muhammed Nureddin'in bölgeye dair yaptığı "hatırlatma"yı yineleyerek yazımızı nihayete erdirmek istiyoruz ki böylece bundan sonraki süreçlerde bu hatırlatma, bölgeyi değerlendirme kıstasımız olsun:
"Trablusşam'da Aleviler ile Sünniler arasında yaşanan herhangi bir gerginlik, Lübnan'daki hatta Suriye ile Suudi Arabistan arasındaki krizin aynasıdır."