Bir süredir ABD, Rusya, Türkiye, İran, Suriye ve bağlantılı gruplar arasında sahada deyim yerindeyse askıda kalan siyasi ve askeri denge, ABD askerlerinin kısmi çekilmesi ve Türkiye’nin başlattığı askeri harekatla beraber yeniden hareketlenmeye başladı.
Bu seferki hareketlilik bölgesi, Amerika’nın kısmen terk edip Türkiye’nin operasyon yaptığı Suriye’nin kuzeydoğusu ve Trump’ın petrol bahanesiyle asker konuşlandırdığı doğu tarafı oldu.
“Fırat’ın batısı” denince nasıl ki farklı örgütler akla geliyor idiyse, “Fırat’ın doğusu” denilince de ilk akla gelen SDG/YPG oluyor. SDG ismi paravan bir isim olduğu gibi kapsamı da abartıldığı şekliyle olmadığını herkes bilir. Ana kumanda YPG’nin elinde. YPG’nin insan gücünün dayanağı Kürtlerden teşkil edilmiş durumda ve Suriye Kürdistanı ile birlikte anılıyor. Dolayısıyla YPG ancak Kürt topraklarında kaldığı sürece bazı realitelere tekabül edebiliyor.
Trump’ın son çekilme kararıyla birlikte başlayan Türkiye’nin askeri harekatı karşısında tutunamayacağını gören YPG, çareyi Suriye hükümet güçlerini ve Rus askerlerini kendi bulunduğu bölgelere davet emekte buldu ve bir nevi teslim olmaktan başka çare bulamadı. Türkiye’nin önce çekilen Amerika ile sonra yerleşen Rusya ile yaptığı anlaşma, YPG’lilerin sınırdan 30 km uzağa gitmelerini beraberinde getirdi. Sınırdan 30 km uzaklara gitmek, beslendiği ana kaynağını yani Kürtlere ait olan yerleşim yerlerini tamamen terkederek Araplara ait olan bölgelere çekilmesi anlamına geliyordu. Pratikte ise kimi iddialara yansıdığı şekliyle Suriye ordusunun bünyesine girerek artık özerklik talep eden bir formattan Suriye ordusunun birer neferi olarak hayatta kalma çabasına gireceklerdi.
“Amerikan ihaneti” karşısında şok yaşayan YPG, Şam yönetiminin boyunduruğundan başka çaresi kalmadığı gibi, Ruslar aracılığıyla yapılan görüşmelerde pek fazla pazarlık kozlarına da sahip değillerdi artık.
Ancak Amerikan güvenlik bürokrasisinin Trump’a geri adım attırarak Deyrezzor çevresindeki petrol kuyularına az sayıda bir askeri müfreze ile geri dönüş yapması, YPG’nin çaresizliğine derman olmaya başladı. Petrol bölgesine dönüş kararından sonra bizzat Trump’ın “General Mazloum” güzellemelerine başlaması, aynı zamanda Kürt topraklarında olmasa da YPG için yeniden “İstihdam” imkanlarının oluşması anlamına geliyordu.
ABD’nin petrol kuyuları bölgesi konusunda kararlı bir tutum almaya başlaması, çareyi Suriye ordusuna sığınmakta bulan YPG için yeni fırsatlar ve pazarlık kozlarını beraberinde getirmeye başladı.
Suriye İçişleri Bakanlığı tarafından kısa süre önce YPG’ye dönük “Suriye ordusuna katılmaları” çağrısı reddedildi ve “talebin resmi usullerle SDG komutanlığına yapılması” gerektiği hatırlatılarak "Safların birleştirilmesi, SDG’nin özel statüsü ve yapısını tanıyan ve koruyan siyasi bir anlaşmayla başlamalı" ifadelerine yer verildi.
Peki ama yeni misyon için petrol kuyularının bekçiliği söz konusu iken uzun vadede YPG’yi hangi görevler beklemektedir?
Trump, Bağdadi ile ilgili yaptığı basın açıklamasında bu bağlamda birkaç vurgu yaparak şunları söyledi: “Petrolü güvence altına almak için asker bırakıyoruz. Petrol pek çok açıdan değerli. IŞİD’in cebini doldurdu, bu birincisi. İkincisi, Kürtlere yardım ediyor. Esasen petrol Kürtlerden alınmıştır. Ve üçüncüsü, bize faydası olabilir, biz de bir miktar alabilmeliyiz.”
“Petrol ve Kürtler” söz konusu olduğunda, ABD’nin YPG’yi 30 km geriye çekme konusunda neden Türkiye ile uyumlu bir tablo sergilediği daha rahat anlaşılabilir.
PYD’li İlhan Ahmed ise şunları söylemekteydi: “Trump’ın neyi kast ettiğini anlamadım. ABD petrol sahalarının korunmasından bahsediyor. Fakat bu, Kürtlerin kendi tarihi topraklarından ayrılmaları hesabıyla olmamalıdır. Kürtlerin kendi topraklarından başka yerlere taşınması uygun değil. Nüfusu değiştirmek etnik temizliktir.”
Kürt bölgesinden uzaklaştırılıp Arapların bölgesinde yer bulmayı kabullendiği görünen YPG’ye tam olarak nasıl bir misyon biçileceği şimdilik merak uyandırsa da, ABD’nin Suriye genelinde henüz gerçekleşmemiş bazı emelleri doğrultusunda seferber edilebileceği ihtimali ağır basmaktadır.
ABD’nin Suriye için öngörüp bir türlü başaramadığı en büyük emeli, kendi ifadeleriyle “İran’ın Suriye’deki varlığını bitirme” stratejisidir. Çünkü asker bulundurmayı ve YPG’yi istihdam etmeyi petrole dayandıran Amerika, bu konuda sadece aldatmaca söylemlere yönelmektedir.
Neticede Suriye petrolleri, belki orada yerleşmenin masraflarını karşılayabilir. Ama uğruna savaş verilecek büyüklükte bir rezerv barındırmaktan uzaktır. Hal böyle olunca kalıcılığı ve YPG’yi istihdam etmesi her ne kadar şimdilik petrol gerekçesine dayandırılsa da bu sadece aldatıcı bir söylemdir ve asıl Suriye stratejisini gölgelemeye dönük bir manevradan ibarettir.
İlhan Ahmed’in aklındaki soru işaretleri kaladursun, belki bundan sonra öngöremediğimiz yeni gelişmelerde ve İran’ın Suriye’den çıkarılması stratejisinde YPG Amerikan kara gücü olarak bir süre daha değerlenmeye devam edecek gibidir.