Trump, bugün iş başı yapıyor, ABD'nin herhalde 45. başkanı olarak göreve başlıyor. İslam dünyası ve Trump, birbirimize çok uzağız… Ama Trump'la çok şeyin değişeceğine dair bir beklenti var, Trump gelirse dünya alt üst olacak ya da her şey yoluna girecek gibi zıt beklentiler…
Hâlbuki bir Müslüman olarak yakîn derecesinde inanmamız gerekir: ABD veya Trump, yeryüzünün ilahı değildir. Hiçbir kul, yeryüzünün kaderini değiştirme kabiliyetiyle donatılmamıştır. Müslüman, umudunu ve gücünü buna yakîn derecesinde inanmaktan alır. Onu, dünyayı kim yönetirse yönetsin ayakta tutan, bu imandır.
İslam'ın yayılma sürecinde Bizans ve Sasani arasındaki çatışmadan yararlandığı muhakkaktır. Ama İslam'ı o iki güce rağmen yeryüzüne hâkim kılan, Müslümanların imanıdır. O iman var oldukça her güç yenilmeye mahkûmdur. O güç niteliğini yitirince bir veya iki düşmanın güçlü ya da güçsüz olması anlamlı değildir.
Trump'tan beklenen, ABD'nin derin yapısının kontrol edemeyeceği kadar dengeyi bozmasıdır. Devletler, bazen kontrollü olarak dengeyi bozarlar; denge bozulması kontrol edilebilir olduğu sürece devletlerin güçlenmesine katkı sağlar, kontrol edilemediğinde ise devleti yıkıma götürür.
ABD'de başkanların aday olma sürecinin kontrolü sağlama amaçlı uzun bir yolu vardır. Ön seçim yerine geçen parti içi seçim süreci sıkı tutularak istenmeyen kişilerin başkanlığa aday olması engellenir. Bu sistem, ABD'nin iki büyük partisinden Cumhuriyetçi Parti'nin bir mensubu olarak Trump için de işledi. Cumhuriyetçi Parti, ABD'nin çok renkli ve etnikli toplum dengesini bozacak kadar Avrupa Beyazcılığı ırkçılığına, sermaye konusunda sınıflar arasındaki farkı keskinleştirecek kadar kapitalizme kaymış ve istenmeyen bir adayı çıkarmış olabilir. Bu aday, ABD'yi alt üst edebilir. Ama Müslümanlar güçlü değilse bunun bize ne kazancı olur?
ABD, İslam âlemine gittikçe daha çok yerleşme yolu arıyor. Suriye ve Irak'ta yeni konsolosluklar, yeni üsler açma yoluna gidiyor, sömürgeci bir güç olarak İslam dünyasının kalbine fiili olarak yerleşmeye çalışıyor. İslam âlemine yerleşmek isteyen sadece ABD de değildir, başka güçler de vardır, olacaktır da.
Bu hücuma karşı İslam âleminde istenmeyen iki akım vardır: Biri, Müslümanların küreselleşmeyi kabullenip kendilerini dünya vatandaşı olarak görmelerini, otorite olarak uluslararası güçler adına ABD'yi tanıyıp hayatlarını öyle dizayn etmelerini istiyor.
İkincisi, Müslümanlardan dünyada değillermiş gibi davranmalarını, dünya ile bütün bağlarını koparmalarını öneriyor.
İlki, Müslümanların dünya düzenine tabi olmalarını önererek ikincisi Müslümanların dünyada yaşadıklarını onlara unutturarak Müslümanların devletlerin idare edilmesi için getirdikleri her tür teklifi aşağılıyor, boş görüyor, kendilerine ait bir sistem geliştirmelerini engelliyor. Kendilerine ait bir sisteme sahip olmayanlar ise başkalarının sistemine tabi olmaya mahkûm kalır.
Birbirine zıt ve hatta birbirine düşman görünen bu iki akım, gerçekte aynı noktada birleşiyor. Her ikisi de Müslümanların dünyaya hâkim olma, Allah'ın dininin siyasi bir güç olarak da yeryüzünde kaim kılma hedefini siliyor, Müslümanları seküler güçlerin kölesi haline getiriyor.
Kur'an'ı ve sünneti rehber edinen İslam âlemi, her iki akımı şuurla aşıp yeryüzüne hâkim olma hedefini korursa, ki koruyacaktır, Trump veya bir başkası, ABD'nin dengesini bozan ya da ABD'yi dengede tutan bir başkan gelse de uluslararası gücün en önemli muhalifi olarak ayakta duracaktır. Bugün şuurla muhalif olan, yarın elbette iktidar olacaktır.