ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'ın Trump'un tweet darbesiyle görevden uzaklaştırılması kadar, CIA Direktörü Mike Pompeo'nun Tillerson'un yerine atanması da tartışmalara konu oldu.
Konuya eğilen analistler, Pompeo'un 15 Temmuz darbe girişimi dahil bölgesel konular hakkında dolu dizgin siciline dikkatleri çekerek bundan sonraki süreçte ABD'nin Ortadoğu'da uygulayacağı felaket senaryolarına eğildiler.
Ortaya çıkan Pompeo portresi kısaca şöyle özetlenebilir:
Pompeo; biraz Muhammed bin Selman, biraz Netanyahu, biraz İmarat Prensi El Nahyan, biraz YPG, Türkiye açısından da az buçuk FETO gibi bir portre ortaya koyuyor. Tüccar mantığıyla diplomasi yürüten Tillerson'un yerine asker kökenli olması, Pompeo'nun militarist eğilimlere açık birisi olduğu gerçeğine ışık tutuyor. Zaten analistlerin ortaya döktüğü kabarık sicili, bu eğilimi teyid etmeye yetiyor.
Ortadoğu'daki her hareketi, her türlü manevrayı “israil'in güvenliği” açısından ele alan dört dörtlük bir siyonist kafaya sahip. Haliyle Trump yönetiminin Tillerson'un paralelinde çalıştırdığı damadı Kushner'e ihtiyaç bırakmayacak bir canlı türü niteliği taşıyor.
Özetle, Pompeo'nun işbaşına getirilmesi, ABD'nin zaman zaman başvurduğu “Aşırı güvenlikçi” bölgesel politikaya geri dönüşü simgelemesi açısından daha fazla dikkat çekici bulunuyor.
Kaldı ki ABD'nin “Aşırı güvenlikçi” politikalara yönelmesi için kulis üstüne kulisler yapan, bu uğurda milyarlarca doları peşkeş çeken, kurdukları flörtle israil'i bu anlamda koçbaşı olarak öne süren hatırı sayılır kitle var bölgede. Suudi, BAE, Mısır, yedekteki Körfez ülkeleri bunlara örnek gösterilebilir.
Tillerson'un iddiası, görevden elçektirme gerekçesinin İran'la ilgili olabileceği yönünde. Bununla beraber Trump kadrosunun büyük oranda asker/istihbaratçı kökenli “Şahinlerden” oluşmuş olmasını değerlendiren Beril Dedeoğlu, ABD'nin yeni bölgesel politikasında olası değişimler konusunda şu ihtimalleri sıralamış:
“Yeni kadroların Ortadoğu'da iktidarları değiştirmeye yönelik faaliyetlerinin artacağı, İran'ın sıkıştırılacağı, Suudilerin “modernlerine” alan açılacağı, Türkiye'nin daha sert biçimde keskin tercihlere zorlanacağı ve Avrupa'nın ABD iradesine boyun eğmeye itileceği öngörülebilir.”
Trump yönetiminin Ortadoğu'da artık keskin “Güvenlikçi/operasyonel” politikalara yöneleceği hususu neredeyse kesin gibi. Bu durumda bölge politikasını bir tarafa bırakıp sorun yaşadığı bir bölge ülkesi olarak Türkiye ile ilişkilerin hangi yönde seyredeceği önemli.
Malum olduğu üzere ABD ile Türkiye'nin büyük çaplı bir anlaşmazlığı yok. En büyük anlaşmazlık konusu Suriye sahasında faal hale getirilen YPG üzerine düğümlenmiş durumdadır. Trump yönetiminin beklenen “Güvenlikçi” politikası, ironik midir bilinmez, Türkiye'yi adeta esir alan “Güvenlikçi” politikalarla aynı döneme denk gelmiş durumdadır.
Anlaşmazlık noktasında ABD, bir bütün olarak Türkiye ile ters düşmek yerine CB Erdoğan ile ters düşmüş durumdadır. 15 Temmuz sonrası oluşan ve Afrin konusuyla zirveye ulaşan güvenlikçi politika bugün büyük oranda “Eski Türkiye” mimarlarının tekeline girmiş durumdadır. “Beka sorunu” üzerinden estirilen milliyetçilik fırtınası eşliğinde kutsallaştırılmaya başlanan güvenlikçi politikalar, ister istemez bizleri 1990'lı yılların acı hatıralarına kadar götürmektedir.
Bu durumda milliyetçi soslu güvenlikçi politikaların ABD ve NATO ile kalın bir bağının bulunduğu gerçeğini asla ıskalamamak gerekmektedir. 1990'lı yıllarda yine milliyetçi/güvenlikçi politikaların beka sorunu üzerinden pazarlandığı ortamda yine o günün en büyük tehdit faktörü “Çekiç Güç” formülü devreye sokularak enteresan bir çapraz ilişki geliştirilmişti. Çekiç Güç, o dönemlerde PKK'yi bugünlere taşıyan ana etkenlerden birisi haline gelmişti. Üstelik bu durum “Beka sorunu” yaşayan Türkiye'nin aşırı güvenlikçi politikalarla idare edildiği bir dönemde gerçekleşmişti.
Tarih bir kez daha tekerrür eder mi bilinmez. Güvenlikçi politikaların emanet edildiği milliyetçi kadroların kadim ABD-NATO bağlantıları göz önünde bulundurulduğunda bugün tek anlaşmazlık konusu olarak duran Suriye YPG'si konusunda ABD ile Türkiye'deki güvenlikçi paydaşların bir ortak nokta bulmama ihtimalleri çok zayıf.
Böyle bir ihtimal belirdiğinde ABD tarafından kellesi istenen CB Erdoğan nasıl bir tavır takınmak zorunda kalır, bekleyip görmek gerekecek.
Keza ABD-NATO konseptinin dışına çıkma ihtimalleri olmayan şimdilerin güvenlikçi bürokrasisi, olası CB Erdoğan itirazlarına nasıl bir tepki verir, onu da bekleyip görmek gerekecek.