KATAR - Mısır, Suriye ile Kürt meselesi hakkında İLKHA’ya konuşan Müslüman Âlimler Konseyi Genel Sekreteri Ali Muhittin Qaradaği, önemli değerlendirmelerde bulundu.
Kürt meselesini değerlendiren Qaradaği, Şeyh Said kıyamının İslami hilafeti yeniden tesis etmek için olduğuna inandığını kaydetti. Tüm ırklara devlet olma hakkı tanınırken Kürtlere verilmediğini de belirten Qaradaği; “Kürtlerin yeni bir devlet olmasa bile federal bir yapı içerisinde kendi kendilerini yönetmeleri gerektiğine inanıyorum.” şeklinde konuştu.
Suriye’deki kanı durduracak her türlü girişimin desteklenmesinde bir sakınca olmadığını ifade eden Qaradaği; 2. Cenevre görüşmeleri yapılıyorken varil bombalarından kurtulan masumların Yermük Kampı’nda açlıktan ölüyor olmasının gayri insani olduğunu, batının bu tutumunu ve siyasetini eksik bulduğunu ifade etti.
Mısır’da gerçekleşen askeri darbenin adil sultana karşı çıkmak, olduğundan icmaen haram olduğunun altını çizen Qaradaği, Mısır darbesinin tam bir diktatörlüğe geçiş olduğunu söyledi.
Qaradaği ile yaptığımız röportajdan detaylar:
Türkiye’deki Kürt meselesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Erdoğan Hükümeti’nin tutumunu nasıl buluyorsunuz? Özellikle İslam’ın bu konu hakkındaki çözümü nedir?
Aslında İslam ümmetinin birlikte yaşamaları gerekiyor. Nitekim Allah Enbiya Suresi’nin 92. ayetinde “Hiç şüphe yok ki siz tek bir ümmetsiniz. Ben, sizin Rabbinizim, sadece bana kulluk edin.” buyuruyor, istenen budur. Maalesef 20. Yüzyılın başlarında başlayan Osmanlı hilafetine karşı milliyetçi devrimler gerçekleşti. Bilindiği üzere Osmanlı hilafeti Müslümanların birliğini temsil ediyordu.
Osmanlı’da diğer ırklar gibi Kürtlerin de bir konumu vardı
Osmanlı’da itimat edilen dillerden biri de Kürtçe dili idi. Birçok alanda Osmanlı hilafetini desteklemede Kürtler büyük rol oynamıştır. Örnek olarak Sultan Abdülhamit’in kurduğu ordunun büyük bir kısmı Kürtlerden oluşuyordu. Sadece Türkiye Kürtleri değil tabi. Aslında o zaman Türkiye diye bir şey de yoktu. Hepsi Osmanlı hilafeti idi. Osmanlı Hilafeti şimdiki Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki Kürtleri kapsıyordu. Kürtlerin bir konumu vardı. Diğer halklar da öyle. Araplar, Türkler, Farisiler hepsi Osmanlı devletine bağlıydı. Daha sonra milliyetçi devrimler oldu. Araplar, Türkler, Farisiler milliyetçi devrimleri ile Osmanlı hilafetini bitirdiler. Daha sonra, tabir ettikleri gibi hasta adam Osmanlı toprakları, 1916 yılında Sykes Picot antlaşmasıyla sömürge ülkelere dağıtıldı. Bazı İslam ülkeleri hariç Osmanlı Devleti’nin büyük bir bölümü İngiltere, Fransa, İtalya ve diğer bazı ülkelere dağıtıldı. Osmanlı hilafetinin altında olan bu Müslüman coğrafyası maalesef sömürgeci ülkelere dağıtıldı.
Tüm ırklara devlet olma hakkı tanınırken Kürtlere verilmedi
Doğal olarak da bütün ırklar, örneğin Araplar haklarını istediler ve istekleri yerine getirildi. Farisiler aynı şekilde haklarını istediler ve hakları kendilerine verildi. Türkler de haklarını istediler. Onların da bu istekleri yerine getirildi. Ve her bir ırka bağımsız devlet kurma hakkı verildi. Irklardan böyle bir talep gelmiş ise bazı ırklara bu hak verilip diğer bazılarına izin vermemek doğru değildir. Tüm ırklara devlet olma hakkı tanınırken Kürtlere verilmedi.
Ülke ya herkesi kapsayacak ya da hiçbirini temsil etmeyecek. Bazılarına ırklarından dolayı talep ettikleri hakları veriliyorsa, diğerlerine de verilmesi gerekiyor. Biz istiyoruz ki Müslümanlar aynı mizanla hep beraber olsunlar ama maalesef bu mizan bozuldu, Irkçılık ortaya çıktı.
Şeyh Said’in kıyamı İslami hilafeti yeniden tesis etmek için idi
Buna rağmen Kürt halkı 1924 yılında hilafet kaldırılana dek Osmanlı hilafetinin yeniden tesis edilmesini istiyordu. Allah rahmet eylesin Piranlı Şeyh Said’in kıyamı, İslami hilafeti yeniden tesis etmek içindi. Tabi Atatürk, ona çok sert bir karşılık verdi. Şeyh Said yaklaşık 300 arkadaşıyla beraber esir düşmüş ve Diyarbakır’daki kalelerin altında idam edildi. Kürt halkı Osmanlı devletinde herhangi bir ayrılma talebinde bulunmamışlar. Ama her ırk kendi devletini kurup kendi kendini yönetmek isteyince Kürtler de doğal olarak bunu talep ettiler.
Daha sonra Atatürk’ün yeni tesis ettiği rejim, adeta Kürtlere yaşam hakkı vermedi. Düşünebiliyor musunuz? Kürtler kendi dilleri ile konuşamaz hale geldiler. Hâlbuki bakın Allah Azze ve Celle, Rum Suresi’nin 22. ayetinde şöyle buyurmuştur: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.”
Kürtlerin yeni bir devlet olmasa bile federal bir yapı içerisinde kendi kendilerini yönetmeleri gerektiğine inanıyorum.
Cumhuriyet rejiminde Kürtler, kültürlerini yaşama hakkından tutun siyasi, iktisadi ve insani haklarından mahrum bırakılmış, geri bırakılmıştır. Türklerin yaşadığı yerde Türkçe konuşuluyorsa Kürtlerin yaşadığı yerde neden Kürtçe konuşulmasın? Ne var bunda? Ve neden bir Türk gibi hakları olmasın? Son dönemde en azından Kürtlerin normal bir vatandaş olmaları konusunda adımlar atıldı. Ben ve Âlimler Birliği’miz bu adımı destekledik. Ben şahsen Türkiye’nin bölünmesinden yana değilim çünkü ülkenin bölünmesi maslahatımıza değildir. Ama Kürtlere siyasi idari alanda kendilerini yönetmeleri konusunda tam hakların verilmesini istiyorum. Kürtlerin yeni bir devlet olmasa bile federal bir yapı içerisinde kendi kendilerini yönetmeleri gerektiğine inanıyorum. Irkçılık konusunda İslam'ın çözümü ise bütün Müslümanlar; Arap, Türk ve Kürtler dahil tek bir ümmet olabilme şuuru kazanabilmelerinden geçmektedir.
Suriye’de akan kan durmak bilmiyor, Suriye konusunda bize neler söylemek istersiniz? Cenevre anlaşmaları sonuç verdi mi?
1. Cenevre’de Esat yönetimi ile muamelede bazı kaideler kondu. Bunlardan biri Esat hükümetinden bağımsız muhaliflerin bulunduğu bir hükümetin kurulmasıydı. Sonrasında 2. Cenevre yapıldı. Tabi 1. Cenevre gibi 2. Cenevre görüşmeleri de amacına ulaşamadı. Buna rağmen Âlimler Birliği olarak Suriye’deki kanı durduracak her türlü girişimin desteklenmesinde bir sakınca görmüyoruz.
Birleşmiş Milletler’den istenen varil bombaları ile masumların ölmesini engelleyecek bir kararın alınmasını sağlamaktır. Daha sonra Cenevre anlaşmaları devam ediyorsa etsin. 2. Cenevre anlaşmaları yapılıyorken varil bombalarından kurtulan masumlar Yermük Kampı’nda açlıktan ölüyorlar, bu insani bir şey değildir. Maalesef batının tutumu ve siyaseti istendiği düzeyde değil.
Öncelikle Mısır’da askeri cuntanın, özgürlük ve adalet adı altında göstericileri öldürmesi ne manaya geliyor? İslam’ın bu konudaki hükmü nedir?
Herkesin malumudur, Mısır’da yaklaşık 70 seneye yakın çok büyük emekler ve çabaların sarf edilmesiyle kurulmuş bir hükümet vardı. Mısır halkının bütün bileşenleri ile beraber - İhvan olsun diğer gruplar olsun- yaptıkları çalışmaları, çabaları bir halk devrimine dönüştü. Ve Hüsnü Mübarek azledildi. Daha sonra hükümet kuruldu. Yeni halk meclis ile hükümete yeni bir reis seçildi. Seçimlerin sonucu olarak Dr. Muhammed Mursi Cumhurbaşkanı oldu. Ardından askeri cunta uluslararası komplolar ile Mursi’yi azletti. Ve tam manasıyla bir darbe gerçekleşti.
Şer’i olarak Mısır darbesi kesinlikle caiz değildir
Öncelikle şunu belirtelim; şer'i olarak bu darbe kesinlikle caiz değildir. Çünkü bu tam manasıyla adil bir sultana karşı çıkmaktır. Adil sultana karşı çıkmak, icmaen haramdır, bu istisnasız bütün mezheplerde böyledir. Bu konuyla ilgili deliller çok fazladır. Darbeye destek verenlerin de çok iyi bildiği Peygamberimizin “Meşru otoriteye başkaldırıp ölen kimse cahiliye üzerine ölmüştür” hadisi bu konuda ışık tutuyor.
Mısır darbesi tam bir diktatörlüğe dönüştü
Askeri cunta; hürriyet, özgürlük gibi bazı sloganlar ile darbeyi yaptı. Ama bu vaatlerini bile gerçekleştirmediler. Çünkü devrim demek baskı ve zorbalara karşı yapılmış bir şeydir. Bundan sonra ikinci bir devrim geçekleşecekse ilkinden daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi getirmesi gerekir, öyle değil mi? Ama bakın maalesef bu darbe tam bir diktatörlüğe dönüştü.
Darbeciler, sonucu ne olursa olsun Sisi’yi Mısır’a Cumhurbaşkanı olarak seçmek istiyor
Şimdi de darbenin başrolü Sisi’yi sonucu ne olursa olsun Mısır’a Cumhurbaşkanı olarak seçmek istiyorlar. Bunların hepsi bir tezatlık teşkil ediyor. Vaat ettikleri hürriyet maalesef gerçekleşmemiştir. Bilakis birçok masumun kanı akıtıldı, birçok masum insanın en zor şartlar altında tutuklanmasına neden oldu. 6 ayı aşkın bir süredir bu durum böyle devam etmektedir. Müslüman Âlimler Birliği olarak bu durum bize çok acı vermektedir. Bu konu ile ilgili de birçok açıklamada bulunduk. Mısır halkının maslahatı gözetilerek bir anlaşmanın olması için iki tarafın da bazı önceliklerinden vazgeçmesinde bir sakınca görmüyoruz. Âlimler Birliği’nin duruşu ve tarafı yaptığı açıklamalarda da görüleceği gibi açık ve nettir.
Mısır’da kardeşleri birbirine düşüren, eşi kocasından ayıran yayınlar yapan basın hakkında ne düşünüyorsunuz? Yani eğer kocası darbe taraftarı, eşi İhvan mensubuysa kocası onu boşamalı fetvası verilmekte. Bunun hakkında ne söylersiniz?
Bu çok tehlikeli bir durumdur. Esasen darbe Mısır’ı parçaladı. Ve bu darbeye destek veren bazı cunta taraftarı devlet âlimleri ortaya çıktı. Eskilerin deyişiyle cunta işbirlikçileri çıkıp bu tür fetvaları verdiler. İhvan Müslüman'dır. Nasıl oluyor da bu tür fetvalar verebiliyorlar. Mesele sadece İhvan meselesi değildir. Özgürlüklerini isteyen askeri darbe karşıtı 25 Ocak devriminin asıl amacını geçekleştirmek isteyen Mısır halkının büyük bir kısmının meselesidir.
Bu nedenle parçalanmaları beraberinde getiren bu tür fetvaların verilmesi caiz değil ve bu tür fetvalar da kesinlikle batıldır. Yani biraz düşünüldüğünde, şu anki pozisyonda şeriatı isteyenler İhvan hareketidir öyle değil mi? Bu böyleyken nasıl oluyor da, İhvan kâfir oluyor, eşinden boş oluyor? Kişi kâfir olup alenen (açık bir şekilde) kâfir olduğunu söylemeyene dek eşini boşamaya zorlanamaz. Halkın parçalanmasını amaçlayan bu tür olaylar çok tehlikelidir. Maalesef şuan başta olan yönetimin amacı da budur.
İhvan Hareketi’nden birçok kişiyi öldürdüler ve birçok kişiyi tutukladılar ama zalimler ne kadar zulmederlerse etsinler zafer elde edemeyecekler. Allah-u Teâlâ Şura Suresi 227. Ayette “Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.” şeklinde buyuruyor, Allah’ın yeryüzündeki sünneti budur. (Erdoğan Demir, Fatih Varol - İLKHA)