Türkiye batı ilişkileri oldukça eskiye dayanır. Osmanlının son dönemlerinde ilişkiler ‘batılılaşma' şekline evrildi ve Cumhuriyetle beraber batılılaşma süreci resmiyet kazanarak nihai noktasına vardı.
Cumhuriyeti kuran jakoben güruhun zihni iğdiş edilmiştir. Tamamen batı hayranıdır bunlar. Taklitçidir. Batı'dan alınan şeylerin bu toplumun tarihi ve kültürü ile bağdaşmayacağı gerçeğine kulaklarını tıkar, sırtını dönerler. Batısız bir hayatın olamayacağı kompleksine tutulmuşlardır. Bu toplumun sosyal, kültürel ekonomik ve hatta dini yapısı Avrupai değer yargıları ile şekillendirilir. Tabii ki yabancı bir projeye göre Müslüman bir toplumu dizayn etmenin acı sonuçlarının ortaya çıkardığı fatura çok kabarık oldu. Seksen küsur yıldan beri bu ülkenin ve bu halkın çektiği tüm acıların temel sebebi bu çarpık, taklitçi ve yanlış batılılaşma macerasıdır.
50'li yıllardan sonra ise batı dünyası ile siyasi ve askeri ittifaklar da kuruldu. 1952'de Türkiye NATO'ya üye oldu. Batı, Türkiye'yi kendisinin oluşturduğu askeri ve siyasi mekanizmaların içine dahil ederek bir taşla iki kuş vurmayı hedefledi. İlk olarak, başta askeri açıdan olmak üzere Türkiye'nin sahip olduğu eşsiz jeostratejik konumundan faydalanmak amaçlandı. Soğur savaş döneminde Türkiye, Sovyet tehdidine karşı ileri bir karakol olarak kullanıldı. İkinci olarak, Türkiye'yi dahil ettikleri bu organizasyonlarla adeta esir aldılar. Ülkenin kendisi ile doğal dünyasının arasına kalın duvarlar örüldü. Ne yazık ki bu her iki hedef de gerçekleşti. Türkiye çok uzun yıllar bir sömürge mantığı ile uzaktan kumanda şekliyle yönetildi. Askeri darbelerle gerekli ayarlar yapıldı. Kendi kültürel coğrafyasına uzak kaldı. Cılız kalan ilişkiler bile hep Batı'nın izni, müsaadesi ve kontrolünde gerçekleşti ancak.
80'lerden sonra kabuğunu kırmaya başlayan, 2000'li yıllardan sonra ise kendi kendine yetmek ve kendisini çevreleyen İslam coğrafyasıyla daha yakın ve sıcak ilişkiler geliştirme iradesi gösteren Türkiye, batılı müttefiklerini şaşkına uğrattı. Güçlenen ekonomisiyle beraber bölge siyasetinde etkin bir aktör olma arzusu ABD başta olmak üzere batı dünyası üzerinde soğuk duş etkisi bıraktı. Türkiye'nin değişen bu durumu Batı'nın dikkatinden kaçmadı ve gerekli tepki de geldi. Irak'ın işgali ile bozulma sinyalleri veren Türk-Amerikan ilişkileri, Obama yönetiminin son yıllarından bugüne kadar ciddi bir kriz hali yaşamaya devam ediyor.
Suriye iç savaşında gelişen olaylar Türk-Amerikan ilişkilerinde yarım asırdan fazla süren bir uyum döneminin sonunu getirdi. Türkiye artık bölgede kendi istikrar ve güvenliği açısından önemli gördüğü bazı noktalarda ABD ile yollarını ayırdı.
ABD , Türkiye'nin yıllardan beri başını ağrıtan PKK'nin Suriye kolu olarak gördüğü PYD'yi DAİŞ'e karşı mücadele gerekçesiyle desteklemeye başlayınca ilişkiler gerilmeye başladı. Türkiye, PYD'nin desteklenmesini kabul etmeyeceğini ve bunun müttefiklikle bağdaşmayacağını ısrarla söylemeye devam ediyor. Türkiye'nin bütün ısrarlı uyarılarına rağmen ABD'nin hiç geri adım atmadığı da bir gerçek. Çünkü ABD, hem Suriye hem de bölgenin bütünüyle ilgili gizli bir ajandaya sahip ve bunu gerçekleştirmenin peşinde. Pek de gizli olduğu söylenemeyecek bu plan, bölgenin batının çıkarları doğrultusunda küçük devletçiklere bölünmesini öngörüyor.
Obama döneminde Suriye meselesi üzerinde , daha doğrusu ABD'nin PYD'ye verdiği askeri ve siyasi destek üzerine bozulan Türk-ABD ilişkilerinin Trump'la beraber düzeleceği konusunda her hangi bir umut da yok.
Şimdi dönüp dolaşıp Kürt meselesine geliyoruz. Türkiye dahil bölge ülkelerinin Kürt kimliğini tanımama konusundaki politikaları batılıların işine yaradı. Şimdi doğruyu konuşmak gerekirse Türkiye ve diğer bölge ülkeleri kendi elleriyle uyguladıkları politikaların kefaretini ödüyorlar ve ödemeye de devam edecekler. Hakları yenilen , kültürleri ve dilleri yok sayılan bir Kürt ortada duruyor. Bu gerçeğini kim inkar edebilir?
Şimdi soralım, Batılıların Kürtlere hamilik yapmasının yolunu kim açtı? Kürtleri seküler ve sosyalist düşüncelerden medet umacak duruma kim düşürdü? Evet, ‘israil, ABD, AB ülkeleri bizi bölmek istiyorlar' demek elbette doğrudur. Ancak ‘bunların bizi bölmelerinin ortamını da biz oluşturduk' gerçeği kabullenildiğinde bu söylemin bir değeri ve inandırıcılığı olacaktır.
Bölgedeki Kürt sorunu adil ve hakkaniyete dayalı bir şekilde çözülmediği sürece bölgeye huzur ve rahat gelmez. Bunu artık beynimize nakşetmenin ve hiç ertelemeden gereğini yerine getirmenin zamanıdır. Yarın çok geç olabilir çünkü.