Ortadoğu'nun kan gölüne dönüştüğü bir zamanda Türkiye ve İran'ın birlilikte hareket etmesi dengeleri değiştireceği ön görülüyordu. Her ne kadar Suriye savaşının ilk yıllarından bu güne kadar bu ihtimal zayıflandıysa da bugün aynı noktaya gelmek zorunda kaldılar. Buna en büyük neden ise Suriye'deki ABD politikalarıdır. Olumsuz görülen taraf ise Irak Kürdistan'ında olan referandum karşıtlığıdır. Çünkü referandum sonrasında yapılan bu görüşmeler “Kürtlere karşı ittifak” algısını doğurmuş bulunuyor. Oysa bundan önce de bu görüşmelerin Astana'da güçlü bir şekilde ittifaka dönüştüğünü görüyorduk. Eğer ırak Kürdistan'ındaki referandum olmamış olsaydı bile bu yakınlaşma kaçınılmazdı.
Çünkü İran ve Türkiye batının hedefinde ve biri düşerse sıra diğerine geleceğini her iki ülke de biliyor. Hatırlanacağı üzere 15 Temmuz kalkışmasından sonra birçok ülke siyasi bekleyişe girerken, darbe girişimine seyirci kalmadan ilk tepki veren ülke İran olmuştu. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu'nu arayarak darbeye karşı olduklarını ve Türkiye'nin yanında yer aldıklarını açıkça beyan etmiş ama ne yazık ki bu yaklaşım bazı medya kuruluşları tarafından gözden kaçırılmaya çalışılmıştır.
Şu bir gerçek ki Irak ve Suriye politikalarında en belirleyici aktörler konumundaki İran ve Türkiye'nin yakınlaşması, Müslümanların yenidünya düzeninde farklı bir birleştirici bloğu doğurabilir. Batının ve ABD'nin en büyük korkusu da budur. Çünkü Afganistan, Pakistan, Yemen, Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerde bölge siyasetinin gidişatını etkileyen ve Müslümanların yumuşak karnını oluşturan mezhep ve etnik kopuşları bir araya getirebilecek en güçlü iki aktördür, Türkiye ve İran.
Böylelikle, mezhep farklılıklarının ortaya çıkardığı kaotik çözülmelerin önünün alınması büyük ölçüde sağlanması söz konusu olacaktır. Bu birliktelik, Batı'nın ortaya koymaya çalıştığı “mezhep ve etnik” üzerinden birbirlerine düşman olmanın önünü alabilecek konumdadır.
Ortadoğu'da mevcut toplumsal çatışmaları önlemek için geçmişe değil, geleceğe odaklanmamızda büyük fayda görüyoruz. Bu nedenle, Türkiye-İran yakınlaşmasını çok önemsiyoruz. Bu yakınlaşma, İslam dünyasında hızla merkeze çekilmeye çalışılan ve karanlık odaklara teşne görevi gören aşırıcılığın da önünü kesebilecek büyük bir hamle niteliğinde olması söz konusudur. Çünkü Sünni ve Şii bloklaşmayı önleyebilecek iki önemli aktördür Türkiye ve İran. Burada önemli olan Türkiye ve İran'ın meselelere yaklaşımlarının ümmet çizgisinde olup olmadığı hususudur. Birçok bölge ülkelerinde yürütülen politikada ümmet maslahatı gözetilmediğinden yakınlaşmaların bir faydası görülmemektedir. Aynı şekilde bugün çok konuşulan Irak Kürdistanı'ndaki referandumda da “ümmet çizgisi” gözetilerek meseleye yaklaşılsaydı bu süreçten çok daha güçlü çıkılırdı.
Bütün bunlara rağmen Ortadoğu'da, mevcut sorunların çözümü, Batı'nın siyasi amaçlarına göre şekillenmemesi için süreci yönetme bakımından Türkiye ve İran'ın belirleyici ortak rollerinin bu aşamada ön plana çıkması yeni bir sürecin de başlandığı niteliğinde olabilecek önemli bir gelişmedir. Türkiye-İran yakınlaşmasını, Batı nezdindeki konumlarını güçlendireceğinden ve Müslümanlar arasındaki ihtilafların çözümüne katkı sunacağından ötürü önem atfediyorum.