Tarih, bir toplum ve milletin hafızasıdır. Bu hafıza besleyici ve koruyucu bir kaynaktır . Toplumun geleceğini şekillendirmede bu tarihi hafızanın çok önemli bir etkiye sahip olduğu tartışılmaz bir hakikattir. Bir Kürt atasözünde bu hakikat, ‘Her ot kendi kökleri üzerinde yeşerir, gelişir'(Her giha ji ser koka xwe şîn té) şeklinde ifade edilmiştir. Gücünü mazisinden ve tarihinden almayan bir yapı uzun süre yaşayamaz. Mazisini inkar eden bir toplum, doğru ve sağlam bir gelecek inşa edemez. Bir toplum, tarihine ve o tarih içinde şekillenmiş olan kimliğine dayanması ve ona bağlılığı ölçüsünde güç elde eder, saygı ve değer görür.
Türkiye, Tanzimat'tan bu yana kendine, tarihine ve kültürel değerlerine yabancı bir zeminde durmayı tercih etti. Durulan bu zeminin bünye için uygun olup olmadığı, bunun neler getirip götüreceği hiç hesap edilmedi. Oysa çok pahalıya alınıp da topluma giydirilen bu elbise, mevcut bünyenin ihtiyaçları göz önünde tutularak ve bünyenin mevcut ölçülerine uygun olarak dikilmiş değildi. Başka bedenler için dikilmiş bir elbiseydi bu. Dolayısıyla istenen hedefe de ulaşılamadı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında dillerde dolaşan o meşhur ‘muasır medeniyet seviyesine ulaşma' sloganı gerçekleşmedi. Tarlaya atılan yabancı tohum bu topraklarda ve bu iklimde yetişme ve meyve verme özelliğinden yoksundu. Çünkü bölgenin iklim yapısı farklıydı. Kimi iklimlerde çok iyi yetişen bir bitki diğer bir iklimde hiç yetişemez. Türkiye'nin muasır medeniyet seviyesine ulaşma işinde bu önemli nokta nazara alınmadı. İklimimize uymayan bir yabancı ağaç yetiştirmek uğruna bütün yerli ağaçlarımız kesildi, hayat kaynağımız olan meyveli bahçelerimizin hepsi yok edildi.
İşte yaşadığımız şu son yıllar, çoktan beri yaşanan bu tezatların, yanlış uygulamaların oluşturduğu sıkıntıların giderilmesi uğruna ortaya konan bazı çabalara ve bu çabalara gösterilen tepkilere sahne oluyor. Halka yabancı olan batılı değerlerin bir ayak bağı oldukları geç de olsa fark edilmeye, görülmeye başlandı. Toplum ile onu yöneten sistemin birbirine yabancılığı, ayaklar ile başın ters istikametlere bakması gibi çarpık, ucube durumun daha fazla devam edemeyeceği anlaşıldı. Bu uyumsuz, çelişkili vaziyet toplum bünyesinde bir çok sıkıntılar doğurmanın yanında, doğru düzgün ayakta durmayı ve istikrarlı bir yürüyüş gerçekleştirmeyi de imkansız kıldı. Bu halk, Cumhuriyetin ilk yıllarında bu çarpık sistemin ithal edilmesinin faturasını çok pahalı ödedi ve halen de ödemeye devam ediyor.
Mevcut sosyal ve siyasal sistem, yerli değil yabancı bir sistem. Üstelik ülkeyi yabancıya, dışarıya mahkûm eden bir sistem. Yani daha açık bir ifade ile söylersek, laiklik başta olmak kaydıyla ülkemizdeki kurulu düzenin her parçası batılıların çıkarlarını garanti etmek için ihdas edilmiş ve o şekilde konumlandırılmıştır. Dolayısıyla şu an batılıların bu sistemin değişmesinden korku duymaları şaşılacak bir durum değildir. Batı dünyası kendi çıkarlarını korumanın ve ülkemizi sömürmeye endeksli tezgahlarının bozulmasını ister mi hiç? Tarihi geçmişi sömürü, saldırı ve katliamlarla dolu bir Avrupa'nın samimi olarak bizim hayrımıza olan bir şeyi istemesi, gelişip güçlenmemizi desteklemesi düşünülemez elbette. Ama biz yıllardan beri, bu bizi istemeyen güçler ile dost ve müttefik olduğumuzu sanmışız. Kurduğumuz ilişkiler tek taraflı olarak sadece kendilerine yarar sağlamış. Şu son günlerde Hollanda ve Almanya ile oluşan kriz dahil, bir bütün olarak batı dünyasının bize karşı umursamaz, önemsemez ve iki yüzlü haince bir tavır takınmasının asıl sebebi kendilerine çıkar sağlayan mevcut yapının bozulma veya değişme korkusundan başka bir şey değildir elbette.
Türkiye artık köklerini arıyor. Kökleri mazide olan bir atî kurma arayışının arzusu var artık. Güvenli bir istikbalin Avrupalılaşmakta değil, kendi köklerine bağlılıkta olduğu gerçeği her geçen gün daha bir iyi anlaşılıyor. Bir asırdan fazla bir zamandan beri girilen yolun, tutulan istikametin yanlış olduğu artık ifade edilmeli ve rota değişikliği için ciddi hazırlıklar yapılmalıdır. Çünkü ülkenin kaybedecek bir asır daha zamanı yok.
Özellikle 15 Temmuz olayından sonra Batı'nın nasıl bir Türkiye istediği net olarak görüldü. Batılıların gerçek dost olmadıkları bir kez daha anlaşıldı. Aslında daha önceleri de bu sahte dostluk maskesini düşürecek türden olaylar olmuştu. Ancak Türkiye'de her ne pahasına olursa olsun batının çıkarlarını korumaya, iki yüzlü politikalarını şirin göstermeye kendilerini adamış odaklar var. Geçirmekte olduğumuz şu referandum sürecinde bütün bu şer odaklarının helvadan putlarını yiyerek ülkeyi batıya ilelebet mahkum etmek için birleştiklerini de görüyoruz.
Ak Parti artık kararını vermeli. Batının sömürgeci ikiyüzlü politikalarının garantisini sağlayan bu sistemi değiştirmek için kararlı bir duruş sergilemeli.15 Temmuz'dan sonra ortaya çıkan fırsat heba edilmemeli. ‘ ‘İstikbal köklerdedir' hakikatinin hayat bulması için umumi bir seferberlik ilanı yapılmalı,milletin ve ülkenin bir asırdır çektiği sıkıntılar son bulmalı.