Türkiye’nin kendini yenileyeceği, birçok alanda reformlar yapılacağı, tabir caiz ise bir resetlemeye gideceği hususu uzun bir süre gündemi meşgul etti. Hazırlıklar yapıldı, reform adı altında birçok taslak çıkarıldı. Kitapçıklar basıldı. Davullu zurnalı, şa’şa’lı seremoniler düzenlendi. Ancak konuşulanların, yazılanların tümü o seremonilerde kaldı. Sonrasına bir şey kalmadı. Muhtemelen o hazırlanan taslakların üstü tozlanmıştır şimdi.
Sonra yeni bir anayasa ihtiyacı aynı usul ile yine şa’şa’lı programlarla gündemleştirildi. Bir anda herkes yeni anayasayı konuşmaya başladı. Yeni bir anayasayı konuşmak, hele hele bunun sivil yöneticiler ve STK’lar tarafından yapılmasını yüksek perdeden dillendirmek, Türkiye’nin çok alışık olduğu bir şey değildir. Çünkü bu güne kadar anayasaları sadece vesayet odakları hazırladı. Normal hazırlanan anayasa yoktur Türkiye’de. Biz de parti olarak hala yeni bir anayasanın nasıl olması gerektiğini her fırsatta konuşuyor ve kamuya mal etmeye çalışıyoruz. Ancak reform paketinde olduğu gibi hükümet, bu konuda da devamını getiremedi. Bir anda alevlendi. Sonra bitti. Oysa yeni bir anayasa demek, Türkiye’nin temel insan haklarından tutun ekonomiye kadar, yönetim şeklinden vatandaşlarla ilişkilere kadar bütün sorunların çözüm adresidir. Toplumu büyük bir beklenti içine sokup sonra yelkenleri suya indirmek, halkın duygularıyla oynamak gibi bir sonuç doğuracaktır.
Peş peşe gelen bu yenilik ve reform güzellemelerine bir de ekonomik reform paketi eklendi. Ekonomi alanında yapılacak reformların dört temel saç ayağı üzerine oturtulacağı ifade edildi. Üretim, istihdam, yatırım ve ihracat. Bu kavramlar, ekonomi piyasasında albenisi büyük olan kavramlar. Türkiye ekonomisinin temel sorunları zaten bu dört sektörde özetlenmektedir. Üretemeyen, istihdam yapamayan, bu nedenle de gençliğin yarıya yakınının işsiz kaldığı, büyük oranda dışarıya bağımlı bir ekonomi anlayışı var Türkiye’de. Bu sorunları giderecek bir ekonomi programı elbette ayakta alkışlanacaktır. Ancak geçen zaman, bu alkışlamaların da şatafatlı törenlerde ve televizyon ekranlarında kaldığı görüldü.
Ekonomimizin en temel sorunlarından bir tanesi de aslında; gelir ve vergi dağılımındaki adaletsizliktir. Buna ne yapıp ne edip bir çözüm bulunmalıdır. Parti olarak gelir ve vergi dağılımında adalet konusu ile birlikte denk bütçenin anayasal güvence altına alınmasını isteyen bir partiyiz. Ancak bu konu, maalesef Türkiye’de bam telidir. Dokunan yanıyor. Zenginlerin daha fazla zengin olduğu, fakirlerin ise hep fakir kaldığı bir ekonomi anlayışından kurtulmak öyle kolay değildir. Ekonomi yönetimi genelde sermaye sahiplerinden oluşturulduğu için ekonomi programları da sermaye sahiplerine dokunmayacak şekilde hazırlanmaktadır.
Türkiye, artık kendi sorunları ile yüzleşmek zorundadır. Türkiye’nin albenili laflardan ziyade, asırlık sorunlarla yüzleşerek onları çözüme kavuşturacak bir iradeye ihtiyacı vardır. Uzun vadede de olsa, Türkiye kendi rotasını çizeceği bir yenilenmeye gidiyor. Ancak bunun asırlık sorunların ne kadarına derman olacağı hususu meçhuldür. Devletin kutsandığı ideolojiyi ve vesayetçiliği güvence altına alacak bir yenilenme, yenilenme olmayacak; memleketi aç kurtlara karşı daha savunmasız hale getirecektir. 84 milyon insanın tamamının kendini ait hissedeceği bir sistem kurulmayacak, vergi ve gelir dağılımında adalet sağlanmayacak ise memleket yağmalanmaya devam edecek, sosyal adalet ile huzur, daha da ötelenecektir.
Bu memleketin anayasasını da, yasalarını da sözleşme ve yönetmeliklerini de bu halkın kendisi yapmalıdır. Eskilerin darb ı meselidir; ça’vê li derîya xwelî li serîya