Yeni Miladî yılla birlikte İngiliz Kraliyet yayını BBC, İslam karşıtı yeni bir kampanya başlattı. Merkezine kadını alan, Türkiye'de başörtüsüne bir dönem bürünüp bir süre sonra geçmişine dönen kadınları gündem yaptı. Sonra kampanyaya Suudi Arabistan'dan henüz on sekiz yaşında olan Rafah Muhammed adlı genç bir kız üzerinden bir de “simge” kattı. Genç kızın sosyal medyada paylaştığı görüntülerde yok. Ama genç kız, BBC muhabirine sözde “Ben, artık İslam'a inanmıyorum” demiş.
Genç bir kız, bunu demiş olamaz mı, diyebilir. Ama BBC'deki hikâye okunduğunda yapaylık kokuyor. Avrupalılar, İslam'la ilgili propagandalarının eskidiğini düşündüklerinde hep bu tür genç kızlar bulur ve heybelerindeki tarihten kalma kinlerini o genç kızlar üzerinden kendilerince “insanîleştirip” piyasaya sürerler.
BBC'nin kampanyasıyla eş zamanlı olarak Avrupa Birliği ile çalıştığı bilinen KONDA araştırma şirketi de bir anket yayımladı. Birden çok konuyu kapsayan ankette, dindarlıkla ilgili sınırlı veriler elde edilmişti ancak bu veriler piyasaya büyük bir ustalıkla “Ateistlerin sayısı artıyor” şeklinde sunuldu.
Öncelikle anket, kasıtlı olarak yanlış yorumlanıyor ve anketteki bir çelişki de kasıtlı olarak saklanıyor. Anketi yapanlar, inançsızlığın görünürlüğünün arttığını söylüyorlar. Ama ankete göre her ne kadar ateist olduğunu beyan edenlerin sayısında küçük bir artış görünüyorsa da o veriyle çelişkili olarak kendisini inançlı olarak niteleyenlerin sayısında da yüzde üçlük bir artış var. Buna karşılık kendisini dindar olarak görenlerin sayısında yüzde 4'lük bir azalış vardır.
Anketin inançlı inançsız kısmı açıkça tutarsız ve bu tutarsızlık giderildiğinde kendisini inançlı olarak görenlerin sayısında yüz iki civarında bir artış söz konusu… Anket şirketi, bu hesaplamayı kasıtla yapmayarak konuyu saptırmış, servis edeceği kesimlere malzeme oluşturmuştur.
Dindarlığın azalması iddiasına gelince o da sorunlu. Zira dindarlık göreceli bir durumdur. Kişilerin dinle ilgili bilgisi arttıkça dindar olduklarına dair inanışları da azalıyor. Türkiye'de 10-15 yıldır inanılmaz bir dinî bilgi pompalaması yapılıyor. Dolayısıyla dünkü bilgisine göre kendisini dindar gören, bugün öğrendiklerine bakarak “Benim dinle bağım ne de çok zayıfmış!” diye üzülebiliyor. Misalen, dün sadece Cuma namazını kıldığı için kendisini dindar gören, bugün elde ettiği bilgiye göre artık kendisini dine uzak diye tanımlayabiliyor. Bu gerçeği bu konularla az çok ilgili her sosyolog bilir.
Ama kimi ilahiyatçılar, bundan habersiz olduklarından, kişisel olarak kötümser bir bakış açısına sahip olduklarından veya hükümetle ilgili yaşadıkları kimi rahatsızlıklardan dolayı bu gerçeği görmezlikten gelerek yorumlar yapıyorlar, yakınıp şikâyet ediyorlar.
Bunu ifade ettikten sonra, konuyu başlık başlık ele almak daha sıhhatli olacaktır:
1. Türkiye'de ateist sayısı artıyor mu?
Türkiye'de ateist sayısının geçmişe göre arttığını söylemek için, herhâlde ateist propagandaya gönüllü katılmış olmak gerekir.
Klasik olarak Sünni İslam dünyasında ateizm kalıcı olarak yayılmıyor. Bunu İslam toplumlarını dikkatlice incelediğinizde rahatlıkla görebiliyorsunuz. Buna rağmen, 1960'lı yıllardan 1970'li yılların sonuna kadar, daha çok Alevi kesim arasında görülen ama işçi hakları üzerinden yoksul Türk kesimleri ve milliyetçilik üzerinden Kürtler arasında da yayılan sosyalizmin etkisiyle ateizm Türkiye'de ataktaydı.
O dönemde neredeyse her mahallenin bir dizi azılı ateisti vardı. 1980'li yıllarda bile günlük olarak ateistlerle karşılaşmak mümkündü. Eğitim kurumlarında öğretmenlerin en az yüzde onu kendisini ateist olarak görüyordu. Bizler için de en büyük keyiflerden biri o öğretmenlerle tartışmak, en büyük mutluluklardan biri ise bir ateistin hidayetine vesile olmaktı. Allah'a hamd olsun, azıcık bir uğraş, çoğu zaman sonuç getiriyordu. Zira İslam'ın güzel kokusunu alan, ateizmin tiksindirici kokusundan kaçıyordu.
1990'lı ve 2000'li yıllarda da o neslin çocukları, kendilerini ateist olarak niteleyebiliyorlardı. Daha doğrusu ateist aileler, çocuklarına inançsızlıklarını dayatıyorlardı. Nitekim, Ankara Batıkent'te 45 kişilik bir sınıfta, 14 öğrencinin velisi, ateist oldukları gerekçesiyle çocuklarının zorunlu din eğitiminden muaf tutulmasını istemişlerdi.
Ancak, ne eski tüfek ateistler, kendilerini koruyabildiler ne çocuklarını ateistleştirebildiler. 2007'de onlardan birinin ahirete irtihal eden babası için verdiği yemeğe denk gelmiştim. Hazirunun çoğu, eski tüfek sosyalist ve ateistti ama artık ateizme şüpheyle yaklaşıyor, yemek sahibinin ölen babasının hayrına yaptığı ikramı da tamamı takdirle karşılıyordu.
Bugün hangimiz günlük hayatımızda aramadan bir ateistle karşılaşabiliyor? Ateizm, kitlesel olarak küçüldükçe küçüldü ama belli ki birileri deizmden sonra, ona da bir hız vermek istiyor. Onun için sıradan bir anketi çarpıtıp ondan ateizmin yayıldığı yönünde neticeler çıkarıyor.
2. Türkiye'de dindarlık azalıyor mu?
Hepimiz çevremizden izliyoruz: Babaanne çarşaflı, anne garip bir tesettür içinde, genç kız ise neredeyse hippi kıyafetine bürünmüş. Bu tabloya bakarak “Dindarlık azalıyor” diye inanabilirsiniz. Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi'nin (SDAM) de 2016'da yaptığı bir ankette katılımcılar, çevrelerinde dindarlığın azaldığından şikâyet ediyorlardı. Konu, belli bir kesim için ele alındığında bu kanaat doğrudur ama Türkiye geneli açısından değil.
Türkiye'de eğitim sistemi, 1860'lı yıllardan sonra, eğitim personeli ve hedefler açısından din karşıtı bir konuma doğru sürüklendi. 1925'ten sonra ise bütün yapısıyla dine karşı konumlandı. Bu konumlanma, 1950'den sonra sadece kısmen ve öğretimle sınırlı olarak değişti. Turgut Özal'ın başbakanlığında öğretim kısmı, bir miktar daha düzeltildi ama eğitime kısmen de olsa dokunulamadı. 28 Şubat'ta tekrar, bir geri gidiş yaşandı ve neredeyse 1950 öncesine dönüldü. 2009'a kadar da bu süreç bir şekilde devam etti. O tarihten sonra Siyer ve Kur'an-ı Kerim dersleri ile öğretim alanında kayda değer bir değişim yaşandı. Ama başta edebiyat dersi olmak üzere öğretim kısmı da hâlâ çok sorunludur.
Edebiyat öğretimi, din öğretimi kadar önemlidir. Ne var ki kültüre sahip çıkma adına edebî yönleri sonuna kadar zayıf, inanç olarak ateist, yaşam tarzı olarak bohem bir sürü adam, yazar veya şair adı altında çocuklara okutuluyor. Çocuklar, onların eliyle açıkça köhnemiş, 1960'lı yılların ateizm edebiyatına yönlendiriliyorlar. Üniversitelerde verilmesi gereken bilgiler, lise hatta ortaokul öğrencisine resmen dayatılıyor.
Eğitim ise hâlâ genel olarak eski vaziyetini koruyor. En başarılı müdür bile içkinin tüketildiği bir yıl sonu balosunu engelleyemiyor.
Öte yandan Türkiye'de dizi ve sinema sektörü, eğitim sistemindeki kazanımları etkisizleştirecek, şiddetli bir savaş yürütüyor. Dizi ve filmler, 28 Şubat zihniyetinin ta kendisiyle, “inançsız bir mutlu yaşam” iddiasıyla çekiliyor. Söz konusu yapımlarda İslam ahlakına karşı sözde seküler ahlak kutsanıyor, dindar insan kasıtla yıpratılıyor.
Günlük televizyon programlarında ise dindar yıpratılması fütursuzca sürdürülüyor. Çoğu, açıkça ifade etmek gerekirse “Çingene kökenli” kişiler, bir itibar kazanmak için başlarına bir örtü geçirip kanallara çıkarak tasvip edilemez ailevi hallerini teşhir ediyorlar, tesettürü yıpratıyorlar, başta Hürriyet olmak üzere kimi gazeteler de tasvip edilmeyen bir hâle karışan kişiyi örtülü ise fotoğrafını açıkça veriyorlar, değilse yüzünü saklıyorlar.
Bu planlı itibarsızlaştırma, Türkiye'de dindar görünüme büyük zarar veriyor.
3. Türkiye'de dindarlık görünümü bölgelere göre değişmiyor mu?
Türkiye'de en geç 1980'li yıllardan itibaren Kürtlerin dindarlığının zayıflatılarak sistemle uyumlu hâle getirilmeleri ve geleceğin İslamî dönüşümüne destek olmamaları için projeler geliştirildi. 1990'lı yıllarda ise “bir akıl”, Kürtlerdeki nüfus artışı başta olmak üzere kimi müspet durumların özellikle dindarlıktan kaynaklandığına ikna oldu ve Kürt dindarlığını açık bir hedef hâline getirdi. Buna karşılık, İzmir ve Ankara'nın Batıkent gibi kimi semtleri mercek altına alınarak dinî değerlerden uzaklaşmanın Türk milli kimliğine zarar verdiği kanaatine ulaşıldı. Neticede Türkleri biraz daha dindarlaştırıp Kürtleri biraz daha dinden uzaklaştırarak ortalama bir Türkiye toplumu üretme projesi uygulandı. Projenin Kürtlerle ilgili kısmını Emre Uslu, ABD'de doktora tezi konusu yaptı ve bu teziyle 2007'de doktor oldu. Uslu, tezinde özetle, Kürt dindarlığının henüz Türkiye ve uluslar arası sistem için sorun oluşturmayacak kadar azalmadığını öne sürüyor, buna karşılık bölgede sosyal bir zemin yakalama imkânına sahip olduğuna inandığı İslamî camiaya karşı sert tedbirler; PKK'nin sivil kanadının ise güçlendirilmesini öneriyordu.
Uslu'ya bunu öğreten FETÖ aklı, aslında bölgede uzun süredir ABD planlamaları doğrultusunda bir proje uyguluyordu: Halkın yoksulluğundan yararlanarak dindar ailelerin gençlerini okutma vadiyle alıyor, onları kontrol altında tutuyordu. Bölgede halka ulaşacak HÜDAPAR çevresine karşı sistematik bir yıpratma ve polisiye tedbir uyguluyordu. Buna karşılık PKK ile mücadele eder görünürken PKK'nin propagandasını üstelik sorumluluğunu hükümetin iyileştirme projelerine yükleyerek serbest bırakıyordu.
Bu proje, Türkiye genelindeki dindarlık karşıtı çalışmalar ve Yatılı Bölge Okullarının (YİBO) yaygınlaştırılmasıyla birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da dindarlığa zarar verdi, dindarlık oranını etkiledi. Bölgeyi gezen herkes, bunu rahatlıkla gözleyebiliyor.
Ama nihayetinde batısı ve doğusuyla tüm Türkiye'de şuurlu dindarlık, geçmişle karşılaştırılamayacak kadar güçlüdür. 1980'li yıllarda Yozgat veya Burdur köylerindeki dindarlıkla bugün bu vilayetlerden şehre yerleşmiş Yozgatlı ve Burdurluların dindarlığını kıyaslamak mümkün mü? Benzer bir durum, Mardin ve Van için de geçerlidir. 1980'li yıllarda Mardin şehir merkezinde tesettürlü sayısı iki elin parmaklarının kaç katını aşardı acaba? Bugün sıradan bir İslamî programa 1000 Mardinli iştirak edebiliyor.
Ve son söz;
Dindarlık gerçekten zayıflasaydı BBC, bu kadar telaşlanır mıydı?