Türkiye'de darbeler (3): Küresel emperyalizme karşı zaferin adı 15 Temmuz

ABD destekli 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 7 yıl geçti. Küresel emperyalist güçlerin desteğiyle yapılan ihanet girişimi, minarelerden yükselen salâlar, cihad ve şehadet aşkıyla meydanlara çıkan halk tarafından akamete uğratıldı.

15 Temmuz Cuma gecesi TSK içerisindeki Batı destekli illegal "mesiyanik" bir yapılanma olan FETÖ, korkunç bir darbe teşebbüsünde bulundu. Önceki darbelerde görülmemiş şekilde savaş uçakları, helikopterler, tanklar ve ağır silahlar kullanılarak katliamlar gerçekleştirildi. Ağırlıklı olarak Ankara ve İstanbul merkezli olan bu kalkışmanın neticesinde şu ana dek 253 şehit verildi, binlerce kişi yaralandı.

Darbe girişiminin ilk saatlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan özel bir birlik tarafından suikast ile öldürülmek istendi. Genelkurmay, MİT ve Emniyet binalarında çatışmalar yaşandı, TBMM bombalandı. Türkiye tarihinin en karanlık gecesi olarak görülebilecek sürecin yaşanmasına neden olan söz konusu girişim, milletin büyük fedakârlıkları neticesinde sabahın ilk saatlerinde büyük ölçüde kontrol altına alındı.

Darbeciler birilerinin "iyi çocuklar"ıdır

Darbeler, sosyal sistem içerisinde "askeri kurumun" kendisini merkeze alıp, kurumsal yapının diğer ögelerini yeniden şekillendirmeye çalıştığı girişimlerdir. Türkiye, uzak ve yakın tarihi itibariyle birçok askeri darbe teşebbüsüne maruz kalmıştır. Özellikle Osmanlı'nın Batılılaşma temayüllerinin belirdiği Tanzimat döneminden günümüze, deyim yerindeyse bir "darbe kültürü" meydana gelmiştir. Söz konusu kültür; ülkenin siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan büyük sorunlarla karşılaşmasına ve uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek acılar yaşamasına sebebiyet vermiştir.

19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren darbeler, "Batılılaşma" hedefini hızlandırmak ve önündeki engelleri bertaraf etmek maksadına yönelik olarak araçsallaştırılmaya başlanmıştır. Batı'nın öngördüğü çerçeveye muhalif gelenek ve gelecek arayışında olan ya da Batılılaşmayı sekteye uğratıp yavaşlatan siyasi kadrolar, askeri darbelere maruz kalmaktadır. Türkiye'de askeri sınıfın kendisini ülkenin gerçek sahibi, kurucu unsuru ve koruyucusu olarak görmesi de, "sivil" unsurlara karşı müdahale etme imtiyazının kendilerinde olduğu dogmatik düşüncesini beslemektedir. Bu bağlamda, Türkiye'de askeri darbeler iç ve dış dinamiklerin etkileşimi sonucu meydana gelmektedir. Son kertede ise dış dinamiklerin çıkarlarının gözetileceğine dair "icazet" alınmasının belirleyici olduğunu söylemek mümkündür. Bu da son dönem darbe literatürü terminolojisinde önemli bir yer edinen "birilerinin iyi çocukları olmayı", darbelerin en belirgin özelliği haline getirmektedir.

Türkiye'de askeri darbeler 10 yılda bir tekrarlandı

Cumhuriyet döneminde askeri darbeler, yaklaşık on yılda bir tekrarlanarak sürekli bir mahiyet kazanmıştır. 1960 yılında, hiyerarşik bir karakterde olmayan; Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Maliye Bakanının idam edilmesiyle sonuçlanan darbeler silsilesinin ilk halkası gerçekleşmiştir. 1962-63 yılında iki başarısız darbe girişimiyle devam eden süreç; 12 Mart 1971'de, emir-komuta zinciri içerisinde ancak "muhtıra" verilmek suretiyle hükümetin istifa ettirildiği bir formda vuku bulmuştur. 12 Eylül 1980 darbesi ise, hiyerarşik ve doğrudan askeri müdahale özelliklerine sahip ilk ve son darbe olmuştur. Hükümetin istifasıyla neticelenen 28 Şubat 1997 darbesi "post-modern" bir nitelik arz ederken, Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla verilen 27 Nisan 2007 "e-muhtırası" ise hükümetin karşı duruşu sebebiyle amacına ulaşamamıştır.

Milletin inisiyatif alması ile akamete uğratılan 15 Temmuz darbe girişimi de, söz konusu darbe kültürünün bir yansıması ve silsilenin son halkası hükmündedir. Önceki darbelerle benzerlikler taşımakla birlikte, kendine özgü birçok unsura da sahiptir.

15 Temmuz darbe girişiminde yaşananlar

15 Temmuz darbe girişiminin aktörlerine, tarihsel arka planına, hedeflerine, neden başarısız olduğuna ve muhtemel sonuçlarına geçmeden önce; darbe girişiminin umumi bir panoramasını betimlemek için girişim süresince ve öncesinde yaşanan olaylar zincirini ana hatlarıyla aktarmak gerekir.

15 Temmuz Cuma günü saat 16.00'da dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a olağanüstü bir askeri hareketlilik yaşandığına dair bilgi istihbar edildi. Söz konusu bilgi, Genelkurmay Karargâhına iletildi ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'in katılımıyla değerlendirildi. Daha sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da katılımıyla yapılan değerlendirmelere bağlı olarak; tüm hava sahasının kapatılarak askeri uçaklara uçuş izni verilmemesi, tank ve zırhlı araçlar başta olmak üzere tüm araçların hareketliliğinin durdurulması ve dışarı çıkmamaları yönünde tedbirlerin alınmasına yönelik bir dizi talimat gerekli merkezlere verildi. Genelkurmay'ın ifade edilen talimatları sonrasında darbecilerin planları deşifre oldu. Böylelikle gece saat 03.00'da harekete geçip saat 06.00'da sıkıyönetim ilan etmeyi planlayan darbeciler, girişimlerini daha erken başlattı.

Darbeciler halka karşı uçak ve helikopter kullandı

Kalkışmayı erkene almak zorunda kalan darbeci grubun harekete geçmesi sonucu, gece saat 22.00 sularında Ankara'da TSK'ya ait bir kısım F-16 savaş uçağı ses hızını aşarak alçak uçuş gerçekleştirdi. Genelkurmay Başkanlığı'nda silah sesleri duyuldu ve Genelkurmay'ın önünde bulunan insanlara helikopterden ateş açıldı. Ardından Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı ve TRT Genel Müdürlüğü bir grup asker tarafından ele geçirildi. Eş zamanlı olarak İstanbul'da Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri askeri araçlarla tek yönlü olarak trafiğe kapatıldı ve Atatürk havalimanına tanklar sevk edildi. Ankara ve İstanbul'da birçok kamu binası önünde asker ve polis teşkilatı karşı karşıya geldi. Darbeye teşebbüs eden grup tarafından Ankara'da MİT kampüsüne ve Genelkurmay Başkanlığı Karargâhına helikopterlerle ateş açıldı. MİT personeli askeri helikopterlerin saldırısına ateş açarak karşılık verdi.

Başbakan Binali Yıldırım açıklama yaptı

Yaşanan gelişmeler üzerine Başbakan Binali Yıldırım saat 23.00'da canlı yayına bağlanarak bir açıklama yaptı. Yıldırım, asker içindeki bazı kişilerin kalkışmada bulunduğunu belirterek, "Bu kalkışmayı yapanlar, bu çılgınlığı yapanlar en ağır şekilde bedelini ödeyecektir" ifadelerini kullandı. Başbakan'ın açıklamasından kısa bir süre sonra Ankara Gölbaşı'ndaki Polis Özel Harekât Eğitim Merkezi bombalandı ve Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın darbeciler tarafından rehin alındığı duyuruldu. TBMM'de bulunan tüm partiler adına Meclis Başkanı İsmail Kahraman, görüntülü bir sohbet uygulaması olan "facetime" üzerinden darbe girişimini kınadı.

Erdoğan'a suikast girişimi

15 Temmuz gecesinin son dakikalarında güvenlik kaynaklarınca askeri kalkışmanın ordu içerisindeki "Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)" mensubu bir grup subay tarafından yapılmaya çalışıldığı açıklandı.

16 Temmuz saat 00.10 civarı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tatil yaptığı Marmaris'ten Atatürk Havalimanına doğru hareket etti. Uçağın hareket etmesinden yaklaşık 15 dakika sonra TSK'nın en seçkin birimlerinden olan MAK (Muharebe Arama ve Kurtarma) SAT (Sualtı Taarruz) Komandoları, savaş uçakları ve ağır silahlarla hâlâ otelde olduğunu düşündükleri Erdoğan'a suikast girişiminde bulundu ve ayrıldığı mekân bombalandı.

TRT ekranlarında darbe bildirisi okundu

FETÖ yapılanmasına mensup darbeci askerler, işgal ettikleri TRT ekranlarında saat 00.15 gibi darbe bildirisini tehditle bir haber spikerine okuttu. Kendilerini "Yurtta Sulh Konseyi" olarak adlandıran darbeci grup, TSK'nın ülke yönetimine el koyduğunu ve saat 06.00'dan sonra sokağa çıkma yasağının uygulanacağını bildirdi. Buna karşılık aynı dakikalarda Diyanet İşleri Başkanlığı, 81 ilde "sela" okunması talimatını verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan halkı meydanlara davet etti

Darbecilerin "ülke yönetimine el konulduğunu" açıklamalarının ardından saatler 00.26'yı gösterdiğinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan "Başkomutan sıfatıyla" facetime üzerinden özel bir TV kanalına bağlanarak tarihi bir çağrı yaptı: "Şu anda yapmış oldukları işgali ortadan kaldıracağımıza inanıyorum. Milletimizi havalimanlarına, meydanlara davet ediyorum. Tanklarıyla toplarıyla gelsinler ne yapacaklarsa millete yapsınlar. Ben de havalimanına geliyorum. Emir komuta zinciri çiğnenmiştir, askıya alınmıştır. Altın üste yönelik attığı adımlar söz konusudur. Ben cumhurbaşkanıyım ve başkomutanım. Başkomutan olarak benim haberim olmadan atılan adımlara cevap verilecektir, kimsenin şüphesi olmasın. Tarih boyunca darbeciler başarılı olamamıştır."

AK Parti, MHP ve HÜDA-PAR halkı meydanlara davet etti

Aynı sıralarda AK Parti, MHP ve HÜDA-PAR, darbeye karşı olduklarını ifade ederek halkı meydanlara davet etti. Bu çağrılar üzerine halk Türkiye'nin dört bir yanında sokağa çıkarak darbecilere güçlü bir şekilde tepki göstermeye başladı. Bu sırada CHP, cumhuriyetin ilkelerine ve demokratik yönetime saygı gösterilmesi gerektiğini aktarırken, HDP ise ilkesel olarak bütün darbelere karşı olduklarını açıkladı. Böylelikle her iki parti, darbeye karşı "teorik" bir karşı duruş sergiledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarının hemen ardından FETÖ'ye bağlı darbeci askerlerin tutuklanmasına yönelik soruşturmalar başlatıldı ve askerlerin görüldükleri yerde tutuklanacakları bildirildi. Medya üzerinden yapılan darbeye yönelik kınama mesajları ve meydanlara çıkma çağrıları üzerine darbeciler, TÜRKSAT'ın Ankara Gölbaşı'ndaki tesislerine helikopterle saldırdı, ele geçirme girişiminde bulundu.

TBMM bombalandı

Saat 01.00'da darbeciler Ankara Emniyet Müdürlüğüne F-16'lar ve helikopterlerle saldırdı. Kısa süre sonra 1. Ordu Komutanı Org. Ümit Dündar, bir açıklama yaparak "kalkışmayı TSK'nın desteklemediğini, küçük bir grubun işi olduğunu ve problemi çözmeye çalıştıklarını" belirtti. Ardından Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı, "Eşkıyalar başarılı olamayacak. Paralel ihanet şebekesiyle karşı karşıyayız. Kısa sürede duruma el koyacağız. Şehidimiz var, yaralımız var fakat duruma hâkimiz." ifadelerini kullandı. Darbecilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne helikopterle inme teşebbüsleri ise polis teşkilatı tarafından püskürtüldü.

Darbeci askerler saat 02.00 sularında Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığını havadan bombaladı. TSK'ya ait bir F-16 ise, darbecilerin elindeki Skorsky helikopteri düşürdü. MİT tarafından darbenin püskürtüldüğü açıklaması geldi. Fakat Ankara ve İstanbul'da darbeye direnen halka karşı katliamlar devam etti. Saat 02.42'i gösterdiğinde ise TBMM bombalandı. Kısa süre sonra darbeciler tarafında Meclis'e yönelik iki kez daha bombalama gerçekleşti. Bazı polis memurlarıyla meclis görevlileri yaralandı, kulis camları kırıldı. TBMM Başkanı İsmail Kahraman ve Genel Kurul'daki milletvekilleri Meclis sığınağına inmek zorunda kaldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı'nda

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süre havada kaldıktan sonra halkın ve polisin Atatürk Havalimanı'nı darbecilerden almasıyla saat 03.15'da iniş yaptı. Kısa süre sonra FETÖ yapılanmasına mensup darbeciler CNN Türk ve Kanal D'ye baskın düzenleyip yayını kesti ve silah sesleri gelmeye başladı. Halkın ve polisin müdahale etmesine kadar yaklaşık bir saat askerler Doğan Medya'yı işgal etti. Saat 03.30 civarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde halkın da bulunduğu esnada asker ile polis arasında çatışmalar yaşandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Atatürk Havalimanı'nda saat 04.10'da basın mensuplarına yaptığı açıklamada, "Şu anda yapılan hareket bir ihanet hareketidir, bir ayaklanma hareketidir. …Bunun bedelini çok ağır ödeyecekler. Milletin oylarıyla iş başına gelmiş bir hükümete, Recep Tayyip Erdoğan'ı hazmedemediler. Biz bu yola canımızla kefenimizle çıktık. Her olanda hayır vardır diyerek eninde sonunda bu çıkış bu hareket Allah'ın bize bir lütfu. Çünkü TSK'nın temizlenmesine vesile olacak bir harekettir. …Bizler görevimizin başındayız sonuna kadar da görevimizi yürüteceğiz. Bu işgalcilere ülkemizi asla bırakmayacağız." dedi.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi hedef alındı

Genelkurmay, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüklerinin ardından Beştepe'de bulunan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi de hedef alındı. Saat 06.20 sularında F-16 savaş uçakları Külliye'nin çevresini bombaladı, birçok sivil şehit oldu. Kızılay Meydanı'nda ise cuntacı tanklar, insanların ve araçların üzerinden geçerek katliam yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan saat 06.30'da bu sefer Atatürk Havalimanı'nda bulunan kitleye yönelik bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmasında önceden yaptığı açıklamaları tekrar vurguladı; ek olarak ise ABD Başkanı Obama'ya seslenerek FETÖ'nün lideri Fethullah Gülen'in artık iade edilmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca halkın "İdam isteriz!" şeklindeki sloganlarına karşılık, "Parlamento çatısı altında değerlendirilir, bunun için bir yerlerden izin almaya da gerek yok" dedi.

Boğaziçi Köprüsü'nü kapatan darbeciler teslim oldu

Darbeciler, teşebbüslerinin ilk anlarında tek yönlü olarak trafiğe kapatıp işgal ettikleri Boğaziçi Köprüsü'nde halkın direnişi karşısında daha fazla dayanamayarak 06.40'da teslim oldu. Buna mukabil, 06.50'de "Yurtta Sulh Konseyi" adlı cuntacılar yeni bir bildiri yayınlayarak, "Harekâtın kararlı bir şekilde devam ettiğini, karşı koyanlara müdahale edildiği ve halkın sokağa çıkmaması gerektiğini" belirtti.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın yerine vekâleten atanan Genelkurmay Başkanvekili Orgeneral Ümit Dündar, 11.00'de kameralar karşısına geçerek basın açıklaması yaptı. Açıklamada, darbe girişiminin engellendiği, darbenin emir-komuta zinciri içerisinde yapılmadığı ve TSK'nın kurumsal olarak ilk andan itibaren karşı çıktığı tekrar vurgulandı. Darbecilerin karargâh olarak kullandığı Akıncı Üssü'ndeki pistler, ikinci bir kalkışmayı önlemek maksadıyla bombalandı.

12.20'de ise, Başbakan Yıldırım, Genelkurmay Başkanı Akar ile kameraların karşısına geçerek "Bu girişimden sonra Gülen'in arkasında duracak ülkelerin dost olmadığını, Türkiye'ye karşı savaş içinde olduğunu" ifade etti.

Askerler silahlarını bırakarak teslim oldu

MİT, 13.20 itibariyle sistematik operasyonların bittiğini, bundan sonra nokta operasyonlara geçildiğini ve birkaç saat içerisinde de nihayete ereceğini açıkladı. Eş zamanlı olarak 8 darbeci asker, helikopterle Yunanistan'a kaçtı. Türkiye, helikopterle birlikte askerlerin iadelerini talep etti.

Saat 16.00'da darbe girişiminde bulunan FETÖ'cü askerle birlikte hareket ettikleri iddia edilen 2 bin 475 hâkim, HSYK tarafından açığa alındı. Operasyonlar Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'a sıçradı.

TBMM, İsmail Kahraman'ın başkanlığında ve dört partinin katılımıyla 17.00'de olağanüstü toplandı. Meclis'teki dört parti adına darbeye karşı ortak bildiri okundu. Genel Kurul'a seslenen Başbakan Binali Yıldırım, "Bugün AK Parti'nin, CHP'nin, MHP'nin, HDP'nin ve tüm partilerin darbeye karşı çıktıkları bir gündür. Bugün bir milattır. İnanıyorum ki yeni bir sürecin de başlangıcıdır" dedi.

Darbe girişiminin üzerinden yaklaşık 20 saat geçtikten sonra darbecilerin öncülüğünü yaptıkları düşünülen Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk, 2. Ordu Komutanı Org. Adem Huduti, 3. Kolordu Komutanı Erdal Öztürk, Malatya Garnizon Komutanı Tümgeneral Avni Angun ve Cumhurbaşkanı'nın başyaveri Albay Ali Yazıcı gözaltına alındı. Diğer askerler de silahlarını bırakarak teslim oldu. Böylelikle darbe girişimi başarısızlıkla neticelendi.

15 Temmuz Cuma gecesi FETÖ'nün gerçekleştirdiği darbe teşebbüsü, Türkiye tarihinin en karanlık ve korkunç günlerinden birinin yaşanmasına sebebiyet vererek ağır bir bilanço ortaya çıkarmıştır. Ağırlıklı olarak Ankara ve İstanbul merkezli olan 253 şehit verilmiş, binlerce kişi ise yaralanmıştır. Ayrıca devletin en önemli kurumları olan TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Genelkurmay, MİT ve Emniyet binaları bombalanmasıyla "kaotik bir ülke" imajı çizilmeye çalışılmıştır. Yaklaşık 20 saat içerisine püskürtülen ve âdeta "düşman işgalini" andıran darbe girişimi, tarihe kara bir leke olarak kaydedilmiştir.

Darbe girişiminin aktörleri

Gerek sosyal yaşamın tek bir kurum tarafından domine edilmesinin zorluğu gerekse Türkiye'de yaşanılan askeri darbe tecrübeleri göstermektedir ki darbe girişimlerinin arka planında birden fazla aktör bulunmaktadır. Başka bir deyişle, eksen kurum olarak kalkışmanın merkezinde ve koordinatörlüğünde askeriye bulunmakla birlikte, olgunun siyasi, iktisadi, sosyo-kültürel boyutları da mevcuttur. Darbe sonrası sosyal sistemin bütüncül bir şekilde işleyişini sağlayan bu unsurlar, darbe öncesi dizayn edilmek üzere göz önünde bulundurulur. Sivil bürokratik elitin kimlerden oluşacağı, sermaye birikiminin kimlere devredileceği ve sosyal yaşamı şekillendirmede önemli bir araç olan eğitim-kültür etkinliklerinin kimler tarafından yürütüleceği belirlenir. Bu bağlamda, 15 Temmuz darbe girişiminin ordu içerisindeki bileşenleri kadar sivil yaşam düzlemindeki bileşenleri de önem arz etmektedir.

15 Temmuz darbe girişiminin sivil ayağını tam anlamıyla tasvir etmek an itibariyle oldukça güçtür. Zira darbe başarısızlığa uğramıştır ve dolayısıyla darbeden sonra "vitrine çıkarılacak" isimler öğrenilememiştir. Bununla birlikte darbeci kliğin beyin takımı olan FETÖ'nün mağdur ettiği geniş bir toplumsal kesim bulunması hasebiyle, kendilerine güvenecek sivil unsurlar bulma noktasında zorluklar yaşamış olduğu düşünülebilir. Bu nedenle, darbecilerin tamamıyla kendi kontrollerinde bir "geçiş süreci" sonrası bazı isimlerin önünü açmayı planladıkları ileri sürülebilir.

Batı Destekli "Mesiyanik" bir örgüt olarak FETÖ

FETÖ yapılanması Türkiye'nin yaklaşık son 40 yılında aktif olarak boy göstermiş ve dünyanın çeşitli yerlerine yayılmış bir örgütlenmedir. Bu nedenle teşkilat yapısını, örgütlenme biçimini, hedeflerini, kullandığı yöntemleri ve tarihsel gelişim sürecini bütün boyutlarıyla değerlendirmek zordur. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminin görünür merkezi aktörü olduğundan kısaca temel karakteristik özelliklerini irdelemek elzemdir.

FETÖ'nün kurucusu ve değişmez lideri, emekli vaiz ve yazar Fethullah Gülen'dir. Gülen, kendi tabiriyle ''Batılı demokrasilerin ılımlı Müslümanlara ihtiyaç duydukları bir dönemde" ön plana çıkan/çıkarılan, "hoşgörü ve diyalog" kavramlarıyla İslâm dünyasının Batılı güçleri işgalci/sömürgeci olarak görmesini engellemeye çalışan ve mesiyanik bir eğilimle müntesipleri tarafından "Kâinat İmamı" olarak tasvir edilen bir kişiliktir.

FETÖ yapılanması: Katı grup asabiyeti ve gizlilik

Gülen öncülüğündeki FETÖ yapılanmasını, katı grup asabiyeti ve gizlilik esasları itibariyle "masonik"; sembollerden ziyade lider kültü odaklı olması nedeniyle de "mesiyanik" bir örgütlenme olarak tanımlamak mümkündür. FETÖ, topluma yönelik "dini" bir kimlik ibrazında bulunmasına rağmen kitle desteğine sahip bir toplumsal hareket olmaktan ziyade, özellikle "seçkin kripto kadrolar" yetiştirmeyi hedeflemiştir. Bu bağlamda, sistemin temel yapı taşları olduğunu düşündüğü ordu, yargı ve polis teşkilatlarına yönelik "sızma" operasyonlarına girişmiştir. Sızma operasyonlarının sekteye uğramadan sürdürülebilmesine yönelik olarak ise, dinî söylemlerde bulunmanın yanında eğitim ve ticaret alanlarında da büyük ölçekli yatırımlar yapmıştır.

FETÖ yapılanmasının ilk nüveleri, 1970'li yıllarda devlet içerisindeki "ulusal-solcu" grupların tasfiyesi sonrasında görülmüştür. 1960 darbesinden sonra özellikle bürokratik kesimde güçlenen sol yapılar, 1971 darbesiyle tasfiye edilmiş; küresel güçler açısından bir denge unsuru olarak görülen FETÖ, bu süreçte "ulusal sağ" tandanslı bir hareket olarak belirmiştir. Özellikle çift kutuplu dünya denkleminde ABD öncülüğündeki Batı bloğunun SSCB'ye karşı Türkiye'nin kendi güdümünde kalmasına dönük stratejik hesapları, FETÖ'nün "makul ve makbul" görülmesinde etkili olmuştur. 1980 darbesi gerçekleştikten sonraki süreçte de sağ ve sol ekiplerin zayıflaması sonucu oluşan boşluğu doldurmaya yönelmiştir.

FETÖ güçlü olan partilerin yanındaydı

1980'li yıllarda devlet birimlerine sistematik bir şekilde sızmaya başlayan FETÖ, siyaset alanında kendisiyle doğrudan özdeşleşecek siyasi bir parti kurmamıştır. Bunun yerine -ideolojik duruşu gözetmeksizin- "güçlü olan" partilere yanaşmış ve kendi gizli emelleri için zemin hazırlamaya koyulmuştur. 1980'lerde Turgut Özal, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel gibi farklı siyasal kimliklere sahip liderlerle yakın ilişkiler geliştirmiştir. 1990'larda ise Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi isimlerle de benzer bağlantılar kurmuştur. Bu isimler, Gülen'in faaliyetlerinin önünü açtığında FETÖ tarafından alkışlanmış, Gülen'in faaliyetlerine tereddütle yaklaştıklarında ise hedef tahtasına konulmuştur.

Gülen'in siyasi arenada -MNP ve MSP'nin ilk dönemlerini saymazsak- bir tek Necmettin Erbakan ile arasının iyi olmadığı söylenebilir. Özellikle 28 Şubat darbesinde Erbakan'a karşı "hoşgörüsüzlüğü ve diyalogsuz" tutumu, FETÖ'nün asli karakterini ifşa etmektedir. Ayrıca 28 Şubat darbesinin, istisnasız bütün İslâmi yapıları hedef alarak mağdur etmesine karşılık; sadece FETÖ'nün palazlanmasına yol açtığı göz ardı edilmemelidir. Bu durum, FETÖ'nün eğitimden iş dünyasına, askeriyeden polis teşkilatına kadar birçok alanda hedeflediği hamleleri yapabileceği zemini elde etmesini sağlamıştır. Ancak grubun popüler bir nitelik kazanması ve müntesiplerinin daha hırsla hedeflerine yönelmeleri için gerekli olan "mağduriyet" imajı ise, tasfiye edileceklerini düşünen ekipler tarafından 1999 yılında Gülen hakkında bir terör davasının açılmasıyla elde edilmiştir. Bu olayı gerekçe göstererek Gülen, ABD'ye gitmiş ve orada ikamet etmeye başlamıştır.

AK Parti dış güçlere karşı FETÖ ile ittifak yaptı

FETÖ, 2001 yılında Fazilet Partisi'nden ayrılan yenilikçi grup tarafından kurulan ve 2002 yılında tek başına iktidara gelen AK Parti ile birlikte ise yıllarca gizliden yürüttüğü "ele geçirme operasyonlarına" ivme kazandırmış ve emellerine daha fazla yaklaşmıştır. AK Parti ve lideri Erdoğan, hem dış güçler açısından engellenmemek hem de içeride iktidarını sağlamlaştırmak adına bu grupla geniş bir düzlemde ittifak yapmıştır. Söz konusu dönem, iki taraf için de konjonktürel olarak "kazankazan formülü"ne müsaittir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deyimiyle, "her istedikleri verilmiştir" ve önleri sonuna kadar açılmıştır. 2010 yılında gerçekleşen referandum sonrasında ise gücünün adeta zirvesine ulaşmıştır. Ergenekon, Balyoz ve ilgili davalardan dolayı "ulusal-sol" gruplardan boşalan kritik noktaları bu grubun müntesipleri ele geçirmiştir. Ancak FETÖ, kendisine sağlanan imkânlardan ötürü "güç zehirlenmesi" yaşamış, kendisi ve dolayısıyla vekâletlerini yürüttüğü "efendileri" dışında hiçbir "otorite" tanımamaya dönük hamlelere girişmiştir. Erdoğan'ın dışarıya karşı "bağımsızlaşma" eğilimini belli etmesi de Batı'nın ve dolayısıyla FETÖ'nün çıkarlarını tehdit ederek süreci hızlandırmıştır.

Örneğin Ecevit, örgüte yönelik hiçbir şerh koymamış olması nedeniyle Gülen'in sürekli olarak övdüğü bir isimdir. Özal ise, Gülen'e karşı bazı hamlelere giriştiği için ağır hakaret ve beddualara maruz kalmıştır.

Bazı görüşlere göre, ABD Abdullah Öcalan'ı Türkiye'ye teslim ederken; karşılığında ileride İslâm dünyası için "rol model" olarak tasarladığı FETÖ'nün kontrolünü kendi merkezinde tutmak istemiştir. Bu bağlamda, Gülen ABD'de oturma izni alabilmiştir.

FETÖ, İslami yapıları tasfiye yoluna gitti

Bununla birlikte 2002 yılından sonraki ilk süreçte bile Erdoğan ve AK Parti iktidarıyla FETÖ'nün tamamıyla uyumlu çalıştığını söylemek güçtür. Süreç boyunca iki kesim de birbirlerine taktiksel yaklaşmış, birbirlerini "geçici müttefik" olarak görmüşlerdir. Aralarındaki ihtilafların açığa çıkması konjonktür nedeniyle zaman almıştır. Ancak dikkat edilmelidir ki FETÖ, sadece AK Parti'yi değil; oluşum sürecinden bugüne başta İslami camialar olmak üzere hiçbir yapılanmayı kabullenmemiş ve kendisi dışındaki her yapılanmayı tasfiye yoluna gitmiştir. FETÖ İslâmî kesimlere yönelik daha da kibirli ve acımasız bir tutum içinde olmuştur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde İslâmî faaliyet yürütenler, FETÖ'nün en büyük mağdurları arasında yer almıştır. FETÖ'ye mensup polisler bölgede çok ağır işkenceler de dâhil olmak üzere birçok hukuksuz ve ahlaksız uygulamaya girişmişlerdir. Söz konusu bölgedeki İslâmi kesimlere yönelik FETÖ güdümündeki mahkemeler tarafından ağır mahkûmiyet cezaları verilmiştir. Hâlâ cezaevlerinde İslami camiadan onlarca FETÖ mağduru bulunmaktadır.

Mavi Marmara hadisesi

Hükümet ile FETÖ arasındaki kutuplaşmayı gün yüzüne çıkaran ilk konu, 2010 yılında cereyan eden "Mavi Marmara hadisesi" oldu. Bu hadisede Gülen, siyonist işgal rejimini "izin alınması gereken meşru otorite" olarak tanımladı ve filonun yola çıkışını "otoriteye başkaldırı" olarak yorumlayarak siyonist işgal rejimi yanlısı bir tutum içerisine girdi. Hükümet içerisinde Bülent Arınç gibi kimseler Gülen'in yaklaşımının isabetli olduğunu açıklasa da Gülen'e yönelik AK Parti içerisinde açıktan rahatsızlık belirtileri görülmeye başlandı.

Hükümet ve FETÖ arasındaki ikinci kırılma noktası, Erdoğan'ın bir rahatsızlığı nedeniyle ameliyat olacağı 7 Şubat 2012 tarihinde, "Oslo Görüşmeleri" gerekçe gösterilerek MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın gözaltına alınmaya çalışılması olayıdır. Burada esas hedef Erdoğan'ı görüşmelerde "emir veren" sıfatıyla tutuklayıp devre dışı bırakmaktı. Erdoğan, durumdan haberdar olur olmaz Hakan Fidan'ın ifade vermesini engelledi. Üçüncüsü ise FETÖ'nün hükümet içerisinde bazı kimselerin yolsuzluğa bulaşmasını istismar ederek hükümete yönelik saldırıya geçmesidir. Doğrudan yine Erdoğan'ı hedef alan "17-25 Aralık 2013" tarihinde gerçekleştirilen girişim sonucunda ipler tamamen koptu. Böylelikle FETÖ'nün, kamuoyu tarafından ne kadar kirli bir yapı olduğunun anlaşılacağı bir sürece girildi.

FETÖ, cumhurbaşkanı Erdoğan'ı içeride ve dışarıda karalamaya başladı

Erdoğan liderliğinde AK Parti iktidarının FETÖ'ye yönelik çeşitli temizleme operasyonlarına başlamasına karşılık FETÖ, bütün gücüyle hükümet aleyhinde çalışmaya başladı. Özellikle FETÖ'nün akademik alandaki sözcülerinden İhsan Yılmaz, "Kemalo-İslamizm" kavramsallaştırmasına giderek içeride ve dışarıda Erdoğan karşıtı bir cephenin oluşmasına katkı sundu. AK Parti'nin "İslamcı" olduğunu belirterek Batı'yı; "Kemalist" yöntemleri kullandığını ifade ederek de içerideki liberal çevreleri harekete geçirmeye çalıştı.

Today's Zaman üzerinden daha çok İngilizce yazarak Batı kamuoyunu yönlendirmeye çalışan ve "Kemalizmden Erdoğanizme" adlı bir kitabı da bulunan Yılmaz; AK Parti'nin imam-hatipler, dindar nesil ve alkol kısıtlamaları gibi konularda yaptığı girişimleri adeta "ihbar" etmeye başladı: "Türkiye'de iktidar giderek otoriterleşiyor. İktidar partisi, en azından içlerinden bazıları, İslamcı geçmişlerine geri dönüyorlar. 2011'den itibaren, Erdoğan ve bazı arkadaşları, eski İslamcı pratiklerine geri dönüyorlar. Homojen tek tip bir sekülerleşmiş ulus yaratmaya çalışan Kemalistler gibi, Erdoğan da tek tip bir dindar ulus yaratmaya çalışıyor. Dini okullar, imam hatip okulları açmaya devam ediyorlar. Geçen hafta merkezi yerleştirme sınavı vardı ve binlerce öğrenci istemedikleri halde bu okullara yerleştirildiler. Öğrencilere başka okulları seçme tercihi bırakılmıyor. İran'dakine benzer bir şekilde, İran kadar otoriter değiller henüz, devletin gücünü kullanarak insanların düşüncelerini değiştirebileceklerini zannediyorlar... Yeni bir kanun var, saat 10'dan sonra alkol satışını yasaklayan. Batı ülkelerine benzer şekilde, Batı ülkelerinde de olan seküler bir uygulama. Sizde de böyle uygulamalar var. Fakat Erdoğan bunu şöyle bir şekilde sundu: Kur'an alkolü yasaklar, içemezsiniz. Bunu kolaylıkla seküler bir meşruiyet çerçevesinde açıklayabilirdi. Fakat o kendi dindar çevresine bakın sekülerlere bir şey yapıyorum, onlar bu cezayı hak ediyor' mesajı vermiş oldu."

Devletin tüm kademelerine sızdılar

İhsan Yılmaz gibi mensuplarıyla siyaset ve medya alanında açıktan düşmanlık sergileyen FETÖ; ordu, yargı ve emniyet içerisindeki güçlerini ise "uyuyan hücre" konumunda tuttu. Erdoğan ise, uzunca bir süre bürokratik engelleri aşamadı. Sonunda Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında FETÖ'cü askeri yapılanmanın; yargı reformuyla FETÖ'ye bağlı hâkim, savcı ve yüksek yargı mensuplarının ve 2013 yılından beri devam eden fakat tam olarak nihayete erdirilemeyen polis ve istihbarat teşkilatlarındaki unsurların tasfiye edileceği ciddi anlamda gündeme geldi. Hatta Erdoğan, "Cumhurbaşkanlığında bile varlar" diyerek gerçekleşecek tasfiyenin boyutlarına işaret etti. Bundan dolayı esas kimliğini gizleyen müntesiplerinin "ifşa" edileceğini anlayan FETÖ, küresel güçlerin de teşvikiyle 15 Temmuz darbe girişiminde bulundu.

Darbe girişiminin küresel güç odaklarıyla bağlantıları

Türkiye'nin stratejik önemi, bulunduğu ittifak cephesi ve darbe geleneği göz önünde bulundurulduğunda, 15 Temmuz darbe girişiminin en önemli bileşeninin küresel Batılı güçler olduğu söylenebilir. Zira Türkiye'de NATO'nun desteği ve onayı olmadan ciddi bir askerî darbeye kalkışmanın mümkün olmadığı bilinmektedir.

ABD/NATO'nun 15 Temmuz'daki darbe girişimine sıcak bakmasında son tahlilde iki temel nedenden bahsedilebilir. Bunlardan ilki, geçmiş yıllarda gerçekleştirilen darbelerin arka planındaki saiklerle paralellik arz etmektedir. 15 Temmuz, öncekilerde olduğu gibi Türkiye'nin Batı'nın nüfuz alanından çıkmasını engellenmeye dönük bir girişimdir. Türkiye, Osmanlı'nın bakiyesi olması hasebiyle Batı karşısında güçlü tarihsel referanslara sahiptir. Bu nedenle stratejik açıdan Batı için bağımsız hareket etmesine izin verilemeyecek kadar önemli bir ülke konumundadır. Türkiye'nin Batı'dan bağımsızlaşarak muhtemel bir "İslâm Birliği"ne öncülük etme ihtimali, Batılı güçlerin teyakkuzda olmasına sebebiyet vermektedir. Nitekim 28 Şubat darbesi de bu bağlamda Erbakan'ın D-8 Projesini akamete uğratmak için gerçekleştirilmiştir.

FETÖ'nün din anlayışı ve Batı

Türkiye'nin İslâm dünyasına yönelik olası hamlelerinin yanında Rusya ile de yakınlaşma girişimleri, Batı tarafından engellenmeye çalışılmaktadır. Çünkü ABD/NATO, güç dengeleri açısından bu yakınlaşmayı kendi aleyhine bir gelişme olarak görmektedir. Bu noktada 1960 darbesi öncesi Menderes'in SSCB ile temas kurma çabaları akıllara gelmektedir. Özdeyişle, Türkiye'nin Batı'dan bağımsızlaşmaya dönük tüm eğilimleri -İslam dünyası ve Doğu Bloku fark etmeksizin- darbelerle sekteye uğratılmaya çalışılmaktadır.

ABD/NATO'nun 15 Temmuz darbe girişimine onay ve cesaret vermesinin ikinci temel nedeni ise darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün özel yapısından kaynaklanmaktadır. FETÖ'nün en azından 1990'lı yıllardan itibaren açık bir şekilde Batı'nın çıkarları doğrultusunda hareket ettiği görülmektedir.

FETÖ'nün din anlayışı, Batı tarafından "meşru dindarlık" olarak görülmektedir. Gülen'in ABD'de "Yeşil Kart" ile ikâmet edebilmesi için aldığı referans listesine bakıldığında "meşruluk düzeyi" daha iyi anlaşılmaktadır. Kefil listesinde, CIA eski yetkilisi Graham Fuller, CIA eski görevlisi George Fidas ile ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi (ABD Haberalma Araştırma Dairesi eski direktörü) Morton Abramowitz gibi isimler bulunmaktadır. "Meşru dindarlık" profilinin yanı sıra, Batı tarafından nüfuz edilmek istenen devlet işleyişi FETÖ gibi gruplar eliyle kendilerine bağlanabilmektedir. Böylelikle askeri olarak işgal etme gereksinimi duymadan devlet mekanizması kontrol altına alınmaktadır.

Mısır'daki darbe Türkiye'de de gerçekleştirilmek istendi

Mısır'da Temmuz 2013 yılında gerçekleştirilen Batı yanlısı darbe, Temmuz 2016'da Türkiye'de sahnelenmek istenmiştir. Ancak Türkiye'nin Mısır olmamasının arka planında, siyasal ve toplumsal açıdan yapısal farklılıkların bulunması gelmektedir. 15 Temmuz'da Mısır'ın aksine millet bütün farklı unsurlarıyla darbeye karşı sokaklara dökülmüştür. Burada şu iki hususa dikkat çekmekte yarar vardır; Türkiye başta olmak üzere İslâm toplumları içerisinde "Batılı/seküler" yaşam tarzını benimsemiş, ancak Batı ile İslâm dünyası karşı karşıya geldiğinde İslâm'ı temsil edenlerin safında yer alan kayda değer bir "ara kitle" bulunmaktadır. Söz konusu ara kitle, Mısır'da darbecilerin safına itilirken/çekilirken; Türkiye'de darbeye karşı net bir duruş sergilemiştir. İkinci husus, Türkiye'deki milliyetçi geleneğin son tahlilde Batı-karşıtı bir tabiata sahip olmasıdır. 15 Temmuz, milliyetçi kesim açısından yeni bir "milli mücadele" şeklinde algılanmıştır. Mısır'da milliyetçi akımlar ise, genel olarak Batı yanlısı bir karaktere sahiptir.

Batı'nın darbe girişiminin Mısır'dakinin aksine Türkiye'de gerçekleşmemesi devlet içerisindeki güç dengeleriyle de bağlantılıdır. Erdoğan, yaklaşık 13 yıllık bir sürede -tek başına iktidar olmanın verdiği olanaklarla- devletin mekanizmasını büyük ölçüde dizayn etme imkânını yakalamıştır. Ekonomik açıdan ise halkın yaşam standartlarını eskiye nazaran iyileştirmiştir. Mursi'nin bir yıllık iktidarı ise "muktedir" olmasına yetmeyecek kadar kısa bir süredir. Ayrıca Mısır'da medya aşırı bir Mursi düşmanlığı yaparken; Türkiye'de hükümete yakın medya organlarının sayısı oldukça fazladır. Bu bakımdan toplumun kanaatlerine tesir etmesinde medya, -özelikle "ara kitleler" açısından- önem arz etmektedir.

Batılı devletlerin darbe girişimine yönelik tavrı

15 Temmuz gecesi gerçekleştirilen darbe teşebbüsünde ABD başta olmak üzere Batı'nın desteğini, somut olarak tespit etmek de mümkündür. Darbe girişiminin ilk anlarından itibaren Batı dünyası, meseleyi "demokratik sistemin dışına çıkılan bir olağanüstülük" olarak görmek yerine, iki meşru taraf arasındaki doğal bir rekabet gibi algılamayı tercih etmiştir. Bu süreçte meydanlarda ölümü göze alarak iradesine sahip çıkan yüzbinlerce insan, darbecilerin katliamları, kamu binalarının bombalanması ve devlet erkânına yönelik suikast girişimleri adeta görmezden gelinerek; bu başarısız girişimin "Erdoğan'ın elini güçlendireceği" tezleri yoğun olarak dillendirilmeye başlanmıştır. Hatta yapılan açıklamalar, belirtilen "endişeler" ve medyanın yaklaşımları darbecilerden taraf oldukları izlenimini uyandırmıştır.

Batı'nın darbe girişimine karşı duruşunu tespit etmek için yetkililerin ilk açıklamalarına ve medya/düşünce kuruluşlarının yayınlarına bakmak yerinde olacaktır. Darbe girişiminin ilk saatlerinde bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, darbe girişimini kınamadan "istikrar, barış ve süreklilik" vurguları yaptı. Daha sonra Kerry, darbenin "parlak bir şekilde planlanmadığını" ifade eden görüşler serdetti. Başka açıklamalarında ise Türkiye'yi "darbecilerin hukukunu gözetmesi" noktasında uyardı. ABD Dışişleri Sözcüsü John Kirby de "darbecilerin tutuklanmalarının endişe verici olduğunu" belirterek darbe girişimine adeta çanak tuttu. Ortadoğu'daki ABD operasyonlarını yöneten CENTCOM'un komutanı General Votel, tutuklanan darbeci generaller için "ABD'nin Türk ordusundaki yakın müttefikleri tutuklandı" şeklinde açıklama yaparak darbenin ABD ortaklığıyla gerçekleştirildiği kanaatini besledi. ABD Başkanı Obama'dan, "seçilmiş hükümetin yanındayız" mesajı geldiyse de bu açıklama girişimin başarısızlığa uğradığının anlaşılmasından sonra gerçekleşti ve dolayısıyla samimiyetsiz olarak yorumlandı. Süreç içerisinde ABD'nin, Gülen'in iadesi noktasında da mümkün oldukça güçlü bir direnç göstereceği anlaşıldı.

Darbe, Avrupa Birliği ve İkiyüzlülük

ABD'nin darbe girişimine gösterdiği yaklaşımın bir benzerini de Avrupa Birliği gösterdi. Darbe girişimini oldukça geç ve yetersiz bir şekilde kınayan AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, "darbecilerin bireysel haklarına saygı gösterilmesi ve demokrasi noktasında hassas olunması" uyarısını yaptı. Ayrıca darbeci cuntaya yönelik idam uygulamasının gerçekleşmesi halinde "Türkiye'nin AB üyesi olamayacağını" ifade etti.

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault, darbeyi kınamamakla kalmadı "şüpheli" bulduğunu ve başarısız darbe girişiminin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a muhaliflerini susturmak için "açık çek" anlamına gelmediğini söyledi. İngiltere Başbakanı Theresa May, darbe girişimini diğer AB ülkeleri gibi başarısızlığa uğradıktan sonra adeta "dil ucuyla" kınadı ve "hukukun hâkimiyeti" çağrısı yaptı. Almanya Başbakanı Merkel, girişimi mevkidaşlarına göre erkence ve daha net bir şekilde kınasa da Almanya, darbe sonrası gelişmelerden diğerleri gibi "endişeli" olduğunu bildirdi. Siyonist işgal rejimi sözde Başbakanı Netanyahu, darbeyi kınamadan yaşananları "dramatik" olarak nitelendirdi ve geliştirilen ilişkilerin devamını arzuladıklarını ifade etti. Son olarak BM, darbeyi kınamaya yönelik bir karar tasarısı hazırladıysa da darbeci Sisi yönetimindeki Mısır tasarıyı veto etti.

Görüldüğü üzere Batılı güçler, darbeyi güçlü bir şekilde kınayıp halk iradesinin yanında durmak yerine sadece "darbecilerin hukukuna" yönelik endişelerini ileri sürmekle yetinmiştir. Ayrıca Yunanistan'ın helikopterle kaçan darbeci 8 askeri koruması da önemli bir gelişme olarak okunmalıdır. Bu durum darbecilerin Batılı güçler tarafından korunmak istendiğinin -en azından mümkün oldukça direnileceğinin- işaretidir.

Batılı medya ve düşünce kuruluşlarının yayınları

Batı'nın darbe girişiminin neresinde durduğunun ve nasıl bir yaklaşım sergilediğinin tespiti açısından düşünce ve medya kuruluşlarının yayınları da önem arz etmektedir. Zira söz konusu kuruluşlar, bütün dünya tarafından yakından takip edilmektedir. Bu nedenle Batı kamuoyunun tutumunun hem darbe girişiminin seyrini hem de dünya kamuoyunun yaşananlara tepkilerini etkileyebilecek mahiyete sahip olduğu bilinmektedir.

15 Temmuz gecesi darbe girişimi dünyada gündemin ilk sıralarına yerleşti. Yaşananların belirli bir ana kadar tam olarak anlaşılamaması, kamuoyunu manipüle etmeye dönük hamleleri kolaylaştırdı. Söz konusu hamleleri yapanların başında "Gölge CIA" olarak tanımlanan ABD merkezli düşünce kuruluşu Stratfor (Strategic Forecasting-Stratejik Öngörü) gelmekteydi. Stratfor, darbe girişiminin ilk anlarından itibaren yoğun bir şekilde veri ve analiz paylaştı. Bunlar içerisinde darbecilere destek mahiyetinde birçok unsur bulunmaktaydı. Darbecilerin açıklamalarını detaylı bir şekilde aktaran kuruluş, Erdoğan'ın "otoriterleşmesinin" bu duruma sebep olduğunu ileri sürerek süreç boyunca adeta darbe propagandası yaptı. Hatta darbeye direnen kitleleri "karşı-darbeci" ilan etti ve askerlerin kitleler tarafından linç edildiği bilgilerini analizlerinde işledi. Stratfor'un darbe karşısındaki tutumu, girişimin "örtülü bir CIA darbesi" olduğuna dair kanaatleri güçlendirdi.

Gölge CIA: ABD merkezli düşünce kuruluşu Stratfor

Stratfor, yukarıda ifade edilen tutumunun da ötesine geçerek darbenin aktif bir bileşeni olduğunu neredeyse ilan eden hamleler yaptı. İlk olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Almanya'dan sığınma istediği" şeklindeki Amerikan MSNBC kanalının yalan haberini twitter hesabından paylaştı. Böylelikle halkın ve hükümetin darbeye teslim olmasının psikolojik zeminini hazırlamaya çalıştı. Daha sonra Erdoğan'ın uçağı havadayken koordinatlarını paylaşarak adeta darbecilere suikast yapılması için hedef gösterdi. Darbe girişimine "meşruiyet" kazandırmaya dönük olarak ise, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı yüzde 52 oy oranını yüzde 13 küsur olarak gösterdi.

Stratfor'un adeta "darbe koordinatörü" gibi yayınlar yapmasının yanında Batı medyasının önde gelen kuruluşları da, darbe girişimini "oryantalist, İslamofobik ve darbe yanlısı" bir yaklaşımla ele aldı. Başka bir deyişle darbe karşıtı yayın yapmak bir yana, çoğu zaman manipülatif bir dil kullanmaktan ve darbeye karşı duran halka hakaret etmekten çekinmedi. Erdoğan'a darbeyi hak eden "kuşatılmış acımasız Başkan", darbeye direnen kitlelere IŞİD tipi radikal gruplar; darbecilere ise "hükümete karşı hukukları korunması gereken bireyler" profili çizilmeye çalışıldı. Amerikan televizyonu Fox News'in politika yorumcularından Ralph Peters, "Eğer darbe başarılı olsaydı İslamcılar kaybedecek, biz kazanacaktık" ifadelerini kullanırken, Ben Shapiro da "İslamcı Başkan Erdoğan'a karşı askeri darbe. Bu çok iyi bir gelişme" diyerek darbecilerin safına iştirak etti. Ayrıca yine Fox News'te darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasını, "Türkiye'nin İslâmlaşmasının engellenmesinde son umudun yitirilmesi" ve "iyilerin kaybetmesi" şeklinde değerlendiren yorumlar yapıldı.

Batı medyası darbecilerin safında yer aldı

New York Times gazetesinin sosyal medya hesabından paylaştığı analizinde "Erdoğan takipçileri koyundur ve Erdoğan kendilerine ne söylerse onu yaparlar" cümleleri yer aldı. Ekonomist Dergisi ve Daily Telegraph gazetesi, Erdoğan'ın otoriterleşmek için fırsat yakaladığı; İndependent gazetesi, "komplo teorisyenlerinin darbe girişiminin Erdoğan tarafından tasarlandığını iddia ettiği"; Finansal Times gazetesi, "Erdoğan'a oy vermeyen seçmenlerin endişe içinde olduğu" şeklinde haberler yaptı. The Times gazetesindeki analizde, "Türkiye'deki darbenin başarısız olmasının demokrasiyi kurtarmadığını aksine gömdüğü"; Foreign Policy'deki analizde, "Erdoğan'ın kendisinden başka suçlayacağı kimse olamayacağı" ifadeleri yer aldı. Foreign Policy dergisinin askeri uzmanlarından Edward Luttwak, "başarılı darbenin ilk kuralı olan hükümetin başını ele geçirme ya da öldürmeyi gerçekleştirmediler" diyerek adeta darbecilere teessüf etti. Foreign Affairs'te Steven Cook ise, dışarı çıkan halkın "sevinç duyacağı yerde ordunun Erdoğan'ı görevinden uzaklaştırma girişimine öfkelendiğini" söyleyecek kadar darbecilerin safında yer aldı.

Sonuç olarak, 15 Temmuz darbe girişiminin görülen aktörü FETÖ, yetkililerin yaptığı açıklamalar ve düşünce-medya kuruluşlarının gerçekleştirdikleri yayınlardan hareketle "sezilen" aktörü ise, Batılı küresel güç odaklarıdır. Yetkililerin birinci ağızdan yaptıkları açıklamalar ve medyanın darbe girişimi karşısındaki tutumları, söz konusu hususu açıkça ortaya koymaktadır.

Darbe girişiminin amaçları

FETÖ, 15 Temmuz darbe girişimiyle Türkiye'nin yönetim mekanizmasını ele geçirmeye kalkışmıştır. Ancak meydanlara çıkan sivil halka karşı katliamlara girişilmesi, başta TBMM olmak üzere kamu binalarının bombalanması, Cumhurbaşkanı'na suikast girişimi ve Batı'nın destek mahiyetindeki yaklaşımları göstermektedir ki; yaşananları sadece "demokratik sistemin usullerinin ihlal edilmesi" olarak görmek eksik bir yaklaşım olacaktır.

Batı'nın, dünya egemenliğini son iki yüzyıldır İslâm dünyasından almış olması, İslâm dünyası üzerindeki tasarruflarının da artmasına sebebiyet vermiştir. Fiili ve kültürel işgal girişimleri, iktisadi kaynakların sömürülmesi ve siyaseten bağımlı hale gelinmesi bu durumun somut bazı sonuçlarıdır.

İslâm dünyasında siyaset ve ordunun merkezi bir konum teşkil etmesi ise doğrudan ele geçirilmesine yönelik çeşitli güçlerin sürekli mücadele halinde olmasını getirmiştir. Ayrıca askeri yapılanmalar -bilhassa NATO üzerinden- Batı'ya bağımlı bir şekilde dizayn edildiğinden, dış güçlerin nüfuz etmesine müsait bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda, küresel emperyalist güçlerin yerli işbirlikçileri eliyle gerçekleştirilen 15 Temmuz darbe girişiminin amaçlarını ana hatlarıyla şöyle sıralamak mümkündür:

FETÖ, İslâm dünyasının Batı'ya karşı bağımsızlığını istemedi

İslâm dünyasının sistematik bir sömürüye tabi tutulması ve Batı ile ilişkilerinin bağımlılık düzleminde gerçekleşmesi, Batı'nın gerek bütüncül iç sisteminin gerek küresel hükümdarlığının dayanağını oluşturan saiklerin başında gelmektedir. Müslüman halkların Batı egemenliğini -her türlü projeye rağmen- tam anlamıyla içselleştirmemesi ise İslâm dünyasına yönelik askerî darbelerin Batı nezdinde önemli bir "toplumsal mühendislik aracı" olarak görülmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda, 15 Temmuz gecesi gerçekleştirilen darbe teşebbüsü, ilk olarak İslâm dünyasındaki Batı'ya karşı her geçen gün daha fazla belirginleşen bağımsızlaşma temayüllerini öncelikle sekteye uğratmayı, son kertede ise tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.

15 Temmuz darbe kalkışması, İslâm dünyası içinde önemli bir konumu bulunan Türkiye'nin son yıllarda ivme kazanan yükselişine yönelik bir girişimdir. FETÖ yapılanması tarafından, Türkiye'nin dış politikadaki "eksen kaymaları" başta olmak üzere bağımsızlaşma eğilimlerinin bertaraf edilmeye çalışılmasıdır. Türkiye'nin dünya güç dengelerini değiştirecek aktif bir özne olmayı hedefleyen gelecek projeksiyonlarından vazgeçip, içe kapanık ve pasif bir konumda tutulması arzusunun yansımasıdır. Özellikle Sykes Picot Antlaşmasının yüzüncü yılını doldurduğu ve Soğuk Savaş sonrası yeni bir düzen arayışının devam ettiği bir süreçte, Türkiye'nin kurulacak yeni düzene müdahil olması istenmemektedir.

FETÖ darbesiyle toplumun İslâmileşmesinin engellenmesi amaçlandı

Darbe sonrası TBMM'nin ve siyasi partilerin kapatılması, siyasilerin ve muhalif kesimlerin hapsedilmesi, medyanın kontrol altına alınması, STK'ların faaliyet alanlarının daraltılması gibi uygulamalar yoluyla iç kamuoyunun bastırılması hedeflenmiştir. Başka bir ifadeyle, 12 Eylül darbesi sonrası Türkiye'sine dönüş amaçlanmıştır.

Bir ülkenin veya toplumun tam bağımsızlık kazanabilmesi güçlü bir liderliği gerektirdiği için, Erdoğan'ın şahsı da doğrudan hedef alınmıştır. Batı kamuoyunda sıklıkla Erdoğan'ın kendileri açısından "güvenilmez bir karaktere sahip olduğu" ifade edilmektedir.

Darbe teşebbüsü, Türkiye'nin dış politikaya yönelik yaklaşımlarının yanı sıra, içeride de toplumun İslâmileşmesini engellemeyi amaçlamıştır. FETÖ'nün özellikle imam-hatipler, Kur'an kursları, başörtüsü gibi konularda hükümeti Batı'ya "otoriter İslâmcı" olarak fişlediği görülmektedir.

Küresel kapitalist ekonomik sistem Türkiye'nin rekabetini istemedi

Son yıllarda gerçekleştirilmeye çalışılan ekonomik ve teknolojik atılımlar da darbenin -Batı açısından- gerekçelerindendir. Küresel kapitalist ekonomik sistemin son yıllarda deyim yerindeyse darboğaza girmesi ve sürekli krizler yaşayarak kırılgan bir durumda bulunması önemli bir unsurdur. Batı, Türkiye'nin kendilerine dünya pazarlarında güçlü bir rakip olma -en azından kendi gereksinimlerini karşılayacak yeterli üretim kapasitesine sahip olma- ihtimalini ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Özellikle silah sanayisinde üretime geçilmesi, dünyaya silah ihraç eden Batı ülkelerinin çıkarlarını zedelemektedir. Askeri darbelerin ekonomiye doğrudan ve dolaylı olumsuz etkileri düşünüldüğünde tablo daha da netleşmektedir.

Darbe sonrası oluşacak olası tepkilerin kanalize edilerek bir "iç savaş" planlaması yapıldığı söylenebilir. Etnik ve mezhep temelli sorunlar derinleştirilerek, Türkiye'nin enerjisinin kendi iç sorunlarıyla tüketilmesi amaçlanmıştır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'ndeki hassas durum, darbe sonrası daha kanlı bir sürecin başlamasına neden olabilecek potansiyele sahiptir. Darbeci güçler, ülkenin "Suriyeleştirilmesine" yönelik olarak darbenin fonksiyonel olduğunu düşünmektedir.

Meral Akşener'in darbe sonrası Başbakan olacağı iddia edildi

Darbe sonrası TSK başta olmak üzere devleti oluşturan unsurların, bölgenin yeniden dizayn edildiği kritik bir süreçte birçok açıdan tahribata uğrayarak etkisiz konumda kalması hedeflenmiştir. Girişimin özellikle Suriye meselesi ve Musul operasyonuna bakan veçheleri önem arz etmektedir.

Türkiye'nin Mısır gibi Batı yanlısı "ulusal sağ" bir hükümet tarafından idare edilmesi amaçlanmıştır. Her ne kadar Batı tarafından "ulusal sol" bir hükümet arzulansa da Türkiye'nin sosyolojisi buna uygun olmadığından "ulusal sağ" ya da "Batıcı sağ ve solun bileşiminden oluşan bir uzlaşı-merkez partisi"nin iktidara getirilmesi düşünülmüştür. Bu bağlamda, Meral Akşener'in darbe sonrası Başbakan olacağı iddia edilmiştir.

FETÖ, on yıllardır hazırlandığı bir süreci akamete uğrattıkları için başta Erdoğan olmak üzere hükümet erkânından ve kendisine yönelik bütün toplumsal muhalefet unsurlarından intikam almayı hedeflemiştir. YAŞ kararları öncesi "uyuyan hücrelerinin" deşifre olup tasfiye edilme ihtimali üzerine, etkili bir hamle yapıp tüm gücü ele geçirmeyi arzulamıştır.

FETÖ'cülerin, darbenin ardından Fethullah Gülen'i "beklenen Mehdi" ilan ederek hem Türkiye'de hem de diğer İslâm ülkelerinde Batı'nın projelerini daha etkin bir şekilde yürütebileceği bir konuma getirmeyi amaçladığı söylenebilir.

Darbe girişiminin akamete uğrama nedenleri

FETÖ'nün, 15 Temmuz Cuma gecesi küresel güçlerin desteğiyle giriştiği darbe kalkışması, ertesi gün önemli ölçüde kontrol altına alındı. Gerisinde büyük acılar bırakan bu teşebbüsün başarısız olmasının arka planındaki nedenler kamuoyu tarafından irdelenmeye başlandı. Ancak darbe girişimiyle bağlantılı oldukları düşünülen kimselere yönelik başlatılan soruşturma ve sorgulamaların devam ediyor olması, darbe girişiminin akamete uğrama nedenlerini tam olarak tespit etmeyi zorlaştırmaktadır. Zira henüz netleştirilmeyen birçok unsur ve cevaplanmayı bekleyen pek çok soru mevcuttur. Ancak şimdiye kadar kamuoyuna yansıyan ya da gözlemlenebilen verilerden hareketle darbe girişimin akâmete uğramasındaki temel nedenleri ve etkenleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

Darbe girişiminin akamete uğramasında en önemli etken; milletin, istiklalinin ve istikbalinin hedef alındığını düşünerek sokaklara dökülmesi olmuştur. Darbeci cunta tarafından tanklar, helikopterler ve ağır silahlarla gerçekleştirilen acımasız katliamlara rağmen sokaklar ve meydanlar terk edilmemiş, olağanüstü bir direnç gösterilmiştir. Milletin iradesine sahip çıkma ve ülkenin küresel odakların istekleri doğrultusunda dizayn edilmesini engelleme adına gösterdiği güçlü refleks, darbecilerin bütün hesaplarını alt-üst etmiş ve girişimlerini sekteye uğratmıştır. Özellikle işgal edilen birçok kurumun ve alanın halkın güvenlik güçleriyle koordineli hareket etmesi sonucu kurtarılması, milletin darbe girişimine aktif müdahalesini göstermiştir.

Darbeye karşı çıkan kitlenin ana gövdesini İslami kesimler oluşturdu

Darbeye karşı çıkan kitlenin ana gövdesini İslâmi kesimler oluştursa da; sokaklara dökülen ve meydanları dolduranlar içerisinde, toplumun farklı kesimlerinden insanların da bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Atılan sloganların içeriğinden asıl motivasyon unsurunun "İslâm" olduğu açıktır. Ancak farklı siyasi duruşlara, ideolojik yatkınlıklara, yaşam tarzlarına ve etnik kökenlere mensup olunmasına rağmen; millet bir bütün olarak iradesine sahip çıkma refleksi göstermiştir. Darbe karşıtı güçlü bir koalisyonun tesis edilmesi, darbenin amacına ulaşamamasında önemli bir etkiye sahiptir. Zira darbecilerin "Erdoğan ve hükümet karşıtı" cepheden destek umduğu öngörülebilir.

FETÖ'nün uzun yıllar boyunca mağdur ettiği geniş bir toplumsal kesim mevcuttur. Söz konusu kesimler, FETÖ'nün sınırlı derecede güç sahibi olduğu dönemlerde bile ne kadar tehlikeli olduğunu yaşayarak öğrenmiştir. Bu bağlamda, sistemin bütününe hâkim olunması durumunda ülkenin nasıl bir felakete sürükleneceğini gören bu toplumsal kesimler, darbeye karşı durmuştur.

FETÖ'nün kendisine aktif destek verecek toplumsal bir kitlesi mevcut değildir. Zaten kitlesel bir desteği olmadığından darbeyle yönetimi ele geçirmeye çalışmıştır. Bu durum toplumda karşılığı olmayan FETÖ'nün yalnızlaşarak başarısız olmasına yol açmıştır.

Camilerden sela okunması

Darbe girişiminin engellenmesinde, kendisine suikast yapılacağını öğrendiği halde soğukkanlılıkla süreci yönetmeyi başaran ve canlı yayına bağlanarak güçlü bir şekilde milleti meydanlara çıkıp darbeye karşı koymaya davet eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliği de kuşkusuz en önemli etkenlerdendir. Erdoğan'ın darbe girişimi karşısındaki dik duruşu, millete ve güvenlik güçleri içindeki FETÖ mensubu olmayan geniş bir kesime büyük bir psikolojik motivasyon sağlamıştır.

Darbecilerin TRT ekranlarında bildirilerini zorla okuttukları sıralarda, Diyanet'in camilerden "sela" okutması, milletin darbe karşıtı iradesine güç katmış ve darbecilerin esasen cihad edilmesi gereken "işgalciler" oldukları düşüncesini beslemiştir.

Askeriyede olağanüstü bazı hareketliliklerin yaşandığı bilgisinin istihbar edilmesi, darbeci cuntanın panikleyerek planlanandan önce harekete geçmesini sağlamıştır. Elde edile bilgiler, darbe girişimin gece saat 03.00'te gerçekleştirileceği yönündedir. Ancak hesaplanandan yaklaşık 5-6 saat önce girişilmesi, darbeciler arasında koordinasyon eksikliklerine neden olmuştur. Bu durum suikast yapılacak olan Cumhurbaşkanı'nın darbeciler tarafından ele geçirilmesini engellemiş, teşebbüsün Ankara-İstanbul ağırlıklı tutulmasını sağlamış, güçlü birliklerin meydanları ve kamu kurumlarını kontrol altına almasını engellemiştir.

Darbe girişiminin emir-komuta zinciri olarak ifade edilen "hiyerarşik" bir mahiyette gerçekleşmediğinin anlaşılması; başka bir deyişle FETÖ yapılanmasına mensup bir grup askerin komuta kademesini de alıkoyarak bir hareket içerisinde olduğunun açıklanması etkili olmuştur. Ayrıca Başbakan Binali Yıldırım'ın girişimi darbe yerine "kalkışma" olarak adlandırması ve gereken tedbirlerin alınıp asilerin cezalandırılacaklarını ifade etmesi, gerek toplumun gerekse güvenlik güçlerinin daha etkin bir karşı duruş sergilemesine sebebiyet vermiştir.

Partiler kitlelerini meydanlara davet etti

Ordu içerisinde Genelkurmay Başkanı'nın darbe bildirisini imzalamaması, kuvvet komutanlarının direnç göstermesi, "milliyetçi-muhafazakâr" ile "ulusalcı-Avrasyacı" olarak bilinen kesimlerin darbeye destek vermemesi, I. Ordu Komutanı Org. Ümit Dündar'ın basına yaptığı açıklama ve TSK'nın en seçkin birimlerinden olan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda darbeci üst düzey bir ismin öldürülmesi gibi hadiseler darbenin püskürtülmesinde etkili olmuştur.

2013 yılından beri FETÖ mensuplarından temizlenmeye çalışılan Polis teşkilatının hükümetin yanında durarak darbeye geçit vermemesi de darbenin akamete uğramasının en önemli nedenleri arasındadır.

Darbe girişimi karşısında eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun yaptıkları sert kınamalar da, hükümeti oluşturan AK Parti'nin bütünlüğünü koruduğu izlenimini güçlendirmiş; toplumun bu yönde dezenformasyona uğramasını engellenmiştir.

Darbe girişiminin ilk saatlerinde İsmail Kahraman başkanlığında TBMM'nin; oldukça net ve kararlı bir duruş sergilemesi, bombalara hedef olunmasına rağmen geri adım atmaması, Meclis'te bulunan siyasi partilerin ortak bir tavır takınması darbe teşebbüsünün başarıya ulaşmasının engellenmesinde tesirli olmuştur. Ayrıca başta HÜDA-PAR ve Saadet Partisi olmak üzere Meclis'te bulunmayan partilerin, çeşitli kanaat önderlerinin ve STK'ların da darbeye tepki gösterip kitlelerini meydanlara çıkmaya davet etmesi önemli bir unsurdur.

İletişim teknolojilerinin gelişmesi ve haberleşme ağlarının nicelik ve nitelik açısından çeşitlilik arz etmesi de önemli bir fonksiyon icra etmiştir. Özellikle ana akım medya, darbeye destek vermemiş ve toplumu doğru bilgilendirme vazifesini icra etmiştir. Ayrıca sosyal medyanın da, girişimin akamete uğramasında önemli bir rolü bulunmaktadır. Medyanın özgür kalması, darbenin mahiyetinin doğru bir şekilde idrak edilmesine ve toplumun darbe karşıtlığında bazı alanlara kanalize edilebilmesine imkân sağlamıştır. 28 Şubat post-modern darbesinden önceki darbelerde, TRT'yi ele geçirmek yeterli olmuştu. 28 Şubat'ta ise ana akım medya çeşitliliğine rağmen darbeye destek verilmiştir. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminde bu durumun yaşanmaması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.

İslâm dünyasının geleceği

15 Temmuz Cuma gecesi, Türkiye beklenmedik bir darbe girişimiyle karşılaşmıştır. Darbe girişimi, TSK'nın içerisinde yaklaşık 40 yıldır örgütlenen FETÖ yapılanmasına mensup bir grup cuntacı askerin öncülüğünde gerçekleştirilmiştir. Katı bir grup asabiyetini ve gizliği esas alması itibariyle "masonik"; sembollerden ziyade lider kültü odaklı olması nedeniyle de "mesiyanik" bir örgütlenme olan FETÖ, Batı'nın İslâm dünyasında "rol model" olarak teşvik ettiği ve "meşru dindarlık" olarak tanımladığı bir örgütlenmedir.

15 Temmuz'da yaşanan darbe teşebbüsünü doğru bir değerlendirmeye tabi tutabilmek için, Türkiye'deki darbe geleneği içerisinde nasıl bir yere sahip olduğunu tespit etmek gerekmektedir. FETÖ tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz darbe girişiminin, önceki darbeler ile "esasta" benzeştiği; "usulde" ise farklılıklar taşıdığı görülmektedir. Başka bir deyişle, darbe girişiminin ana hedefi önceki darbelerde olduğu gibi, Batı'ya bağımlı bir siyaset anlayışını yeniden tesis etmek ve kalıcılaştırmaktır. 15 Temmuz'un kendine özgü olan -diğerlerinden usulen farklılaşan- yönleri ise, üç aşamadan oluşan uzun vadeli bir proje olmasıdır. Söz konusu projenin ilk aşaması, "sızma harekâtıdır". Sistemin kılcal damarlarına nüfuz edip, kilit konumdaki kadroları ele geçirme hamleleridir. İkinci aşama, "yargı marifetiyle tasfiye furyası"dır. Hedef noktalarda bulunan ya da bulunmaya aday kimseleri çeşitli ithamlarla ekarte etmeye dönük devreye sokulmaktadır. Üçüncü ve nihai aşama ise, askeri bir kalkışmayla sistemi bütünüyle ele geçirmektir. Görüldüğü gibi 15 Temmuz, uzun bir sürece yayılmış, tedrici olarak gerçekleştirilen bir darbe girişimidir.

15 Temmuz'da esas hedef Türkiye üzerinden İslâm dünyasıydı

15 Temmuz darbe girişimini önceki darbelerden ayıran bir diğer fark, askeri bürokrasiye mensup darbeci profillerin son derece silik ve belirsiz olmasıdır. Söz konusu girişimde, "darbenin baş aktörü" bir asker değil; ABD'nin Pensilvanya Eyaleti'nde ikâmet eden ve yaklaşık 40 yıldır karanlık ve karmaşık birçok ilişki ağına sahip olan Fethullah Gülen'dir.

Türkiye'deki darbe geleneği içerisinde 15 Temmuz'u farklı kılan önemli unsurlardan biri de başarısız olması; bir "girişim" olarak kalmasıdır. Bu durumun ortaya çıkmasındaki esas etken, milletin olağanüstü bir direniş örneği sergilemesidir. Şüphesiz darbeciler -önceki darbelerden yola çıkarak- planlamalarında bu hususu hesaba katmamışlardır. Bunun sonucu olarak sindirmeye yönelik millete ateş açılması da, önceki darbelerde yaşanmayan bir durumdur.

15 Temmuz darbe girişiminin, sadece "demokratik sistemin işleyiş usullerinin ihlal edilmesi" olarak görülmesi eksik ve hatalı bir yaklaşım olacaktır. Esas hedef, İslâm dünyasının küresel güçler açısından kontrol-dışı meyillerinin darbelenmesidir. 15 Temmuz, önce ordu mekanizmasını ele geçirmek, daha sonra ordu eliyle siyasal yönetime el koymak ve son olarak ise toplumu ve sistemi Batı'nın stratejik menfaatleri doğrultusunda yeniden dizayn etmeye yönelik girişilmiş bir harekâttır.

Batı/NATO/ABD/CIA darbesi

FETÖ'nün karakteristik özellikleri ve Batı kamuoyunun yaklaşımları göz önünde bulundurulduğunda, bunun bir Batı/NATO/ABD/CIA darbesi olduğu anlaşılmaktadır. Mısır'da Temmuz 2013 yılında gerçekleştirilen darbe, Temmuz 2016'de Türkiye'de de sahnelenmek istenmiştir.

15 Temmuz darbe girişimi, Batı'nın İslâm dünyasında seçilmiş hükümetler yerine, darbeci diktatörler istediğini tekrar göstermiştir. Batı, halkın seçtiği kadrolar yerine bütün sistemi elinde tutan "tek bir diktatörü" ikna etmenin ve saflarında tutmanın daha kolay olduğunu düşünmektedir. Bunun imkânının olmadığı yerlerde ise küçük oligarşik kliklerden yana ağırlığını koymaktadır. Ancak İslâm dünyasında hiçbir zaman tam anlamıyla serbest seçimlere saygı göstermemekte ve dünyaya "pazarladığı değerleriyle" çelişkiye düşmektedir. Zira Müslüman kitlelerin öz iradeleriyle hiçbir zaman Batı'ya tamamen angaje olmuş kadroları yönetime getirmeyeceğini bilmektedir. Bu bağlamda, FETÖ yapılanması da, halk iradesini yok sayarak yönetimi dolaylı olarak Batı'ya devretme amacıyla harekete geçmiştir.

15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi; milletin güçlü duruşu, Erdoğan'ın liderliği, farklı siyasi partilerin ve toplumsal kesimlerin darbe karşıtı duruşları, devlet içerisindeki çeşitli unsurların darbeci dar kadroya prim vermemesi ve medyanın iletişimi sağlıklı bir şekilde sağlaması sonucunda akamete uğramıştır.

15 Temmuz yeni bir milat oldu

Dünyanın çeşitli coğrafyalarında, farklı zaman dilimlerinde emperyalist güçlerin siyasal ve ekonomik oburlukları nedeniyle dünden bugüne sayısız askeri darbeler yapıldı. Başta ABD ve NATO olmak üzere darbe süreçlerini besleyen emperyalistler, milyonlarca insanın büyük acılar çekmesine yol açtı.

15 Temmuz Cuma akşamı Türkiye'de yaşanan darbe girişimi yeni bir milat oldu. Müslüman Türkiye halkı geçmişte yaşanan askeri darbelerin oluşturduğu tahribatı iyi tecrübe ettiğinden, aynı acı ve mağduriyetleri yaşamamak için büyük, izzetli, onurlu bir tavır sergiledi. Bu duruşuyla topraklarını ve iradesini esir almak isteyen başta ABD olmak üzere emperyal zihniyete ve onun yereldeki cuntacılarına büyük bir mesaj verdi.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz darbe girişimi

15 Temmuz, geleceğe dönük her yönüyle yeni ve umut dolu bir sayfa açtı. Halkın direnişi, hayata tutunmak için tankların paletleriyle mücadele etmesi, jetlerin bombardımanına rağmen meydanları terk etmemesi, gelecek nesillerin gururla konuşacağı, okuyacağı bir tarih yazdı. Bu yönüyle 15 Temmuz, Türkiye'deki tüm darbe süreçlerinden daha farklı bir konumda yer aldı. Askerin postallarının değil, halkın direnişinin konuşulacağı bir darbe süreci istikbale miras kaldı.

Bu direnişte büyük payı olan şehitlerin yakınları ve gaziler, darbenin birinci yıldönümünde İLKHA'ya özel açıklamalar yapmıştı.

Şehid Mehmet Ali Kılıç'ın babası Abdullah Kılıç

Darbe girişiminde keskin nişancı tarafından vurularak şehid olan Mehmet Ali Kılıç'ın babası Abdullah Kılıç, oğlunun İslam'ın ve Müslümanların geleceği için meydanlara çıktığını ve bu uğurda canını feda ettiğini dile getirdi.

Namık Kemal Üniversitesi'nde Makine Mühendisliği bölümünde okuyan ve aslen Bitlisli olan Mehmet Ali Kılıç, anne babasının en büyük çocuğuydu.

22 yaşındaki Mehmet Ali, darbeye direnmek için meydanlara çıktığında kolu fena halde ağrıyordu. Kolunun ağrısına rağmen darbecileri durdurmak için Boğaziçi Köprüsü'ne giden Kılıç, burada keskin bir nişancı tarafından vurularak şehid edildi.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarını anlatan baba Abdullah Kılıç, "Arkadaşının dükkânında haberleri izliyormuş. Haberleri duyunca telefon açtı. 'Cumhurbaşkanı halkı sokağa çağırıyor, bende gidiyorum' dedi. 2-3 saat AK Parti binasının orda olduğunu biliyorduk. Saat 12'den sonra arkadaşının bisikletini alarak köprüye gitmiş. Saat 3'e, 4'e kadar köprüde olduğunu bilmiyorduk. Köprüye giderken mahalleden 13 yaşındaki bir çocuk da onunla beraber gitmiş. Hatta orda ona kızıyor 'Sen git annen, baban merak eder.' diye. Zaten çok geçmeden o çocuk kurşun ile kasığından yaralanmış. Onu omuzuna alarak ambulansa kadar getirmiş. Daha sonra o çocuk demiş 'Mehmet abi sen benimle gel', o da 'Benim işim var, işim daha bitmedi.' diyerek başka arkadaşını o çocuk ile göndermiş. O çocuğun ciddi bir şeyi yokmuş, kurtuldu. Saat 4-5 gibi aradık. Kızdık, 'Artık gel.' diye. '3 defa gelemem.' dedi. Saat 6 gibi annesi yatağını hazırladı, gelince yorgundur uyur diye. Bir süre sonra arkadaşı aradı, oğlumun yaralı olduğunu, hastaneye kaldırıldığını söyledi." dedi.

Daha sonra oğlunu bulmak için hastaneye gittiğini, onu çok aradığını, fakat sonunda morgda yatan oğlunu gördüğünde o an yüzünün güldüğünü söyleyen Kılıç, "Hastaneye gittik. Burada böyle birisi yok dediler. Başkasına sorduk, soruşturduk. Birisi bizi morga götürdü. Baktık o değildi. 'Buraya gelmiş ama siz yok diyorsunuz.' diyerek onlara kızdık. Ağır yaralıların olduğu bölgede olduğunu söylediler. Gidip baktık yoktu. Hastanede çalışan bir komşumuz vardı. Bizi yine morga götürdü. Dedi 'az önce bir cenaze geldi bir bakın.' Öyle der demez ayaklarımızın bağı çözüldü. Morgu açtıklarında Mehmet Ali'yi görünce içim ferahladı, yaşıyor zannettim. Dedim 'Bu ölü değil.' çünkü gülüyordu. Yaklaştık baktık ses yok, elimi yüzüne sürdüm baktım yüzü soğumuş. O an anladık ki Mehmet Ali şehid olmuş." ifadelerini kullandı.

Şehid Ömer Cankatar'ın babası Selahattin Cankatar

15 Temmuz ABD destekli FETÖ darbe girişiminin yaşandığı gece, sokaklara ve meydanlara çıkıp direnenlerden ve bu uğurda canlarını feda edenlerden biri olan Ömer Cankatar'ın babası Selahattin Cankatar, yaşadıklarını gözyaşları içerisinde anlatıyordu:

"O geceyi sonradan arkadaşlarından öğrendik, duyduk. Tam eğildiği sırada kafasına mermi isabet etmiş ve orada şehid olmuş. Normalde Ömer, atik bir insandı, ama o anda kendini koruyamamış. Allah ondan razı olsun. Ömer'in benden bile üstün meziyetleri vardı. Hazreti Ömer gibi adaleti vardı. Hiç kimseyi kırmazdı. Gelip beni sarar, okşardı. Şimdi kimse yok, kimsem kalmadı… Hiçbir şeyden tat alamıyorum. Oğlum çok güzel bir insandı. Çok seviyordum onu, ikimiz bir parça gibiydik."

Ömer'siz yaşamanın zor olduğunu ifade eden baba Cankatar, o gece yanında olmayı çok istediğini belirterek, "Keşke o gece yanında olsaydım. Belki kollardım, bir şey yapardım, ama olmadı. Rabbim onu sevdi ve aldı. Ömer nerde çalıştıysa herkes ondan razıydı. Herkes severdi. Mezarına hep geliyorum. Onsuz yapamıyorum. Kızıyorlar bana 'kendini toparla' diye. Yapamıyorum ki çok özlüyorum. Rabbim bizi kavuştursa, birleştirse çok iyi olur. Biz onunla arkadaş gibiydik, her şeyini bana anlatıyordu." dedi.

Şehit Türkan Tekin'in eşi Ramazan Tekin

Atatürk Havalimanının darbeciler tarafından işgal edildiğini duyar duymaz kilometrelerce yol yürüyerek tankların karşısında duran Türkan Türkmen Tekin, eşi Ramazan Tekin ile birliktelik önce Esenler İlçe Emniyet Müdürlüğüne gitti. Burada toplanan halkla Atatürk Havalimanı'na doğru yürüyüşe geçti. Yolda ön sıralarda yürüyen Türkan Tekin, darbeci askerlerin üzerlerine sürdüğü tankın altında kalarak ağır yaralandı. Çevredekilerin yardımıyla hastaneye kaldırılan Tekin, burada şehid oldu.

İyi bir Kur'an-ı Kerim öğreticisi olan Türkan Tekin, başörtüsü yasağı nedeniyle ilkokul 3'üncü sınıfta okulunu bırakmak zorunda kalmıştı.

Şehit Türkan Tekin'in hayatı ve 15 Temmuz gecesi ile ilgili konuşan Ramazan Tekin, eşinin şehitler gibi yaşadığını ve sonunda şehit olduğunu söyledi.

Tekin, şöyle konuştu: "O gece evde oturuyorduk. Büyük çocuğum dışardaydı. 12 yaşındaki küçük kızım evde yatıyordu. Saat 22.30-23.00 gibi bir akrabamızdan telefon geldi, 'darbe oluyor' diye. Hemen televizyonu açıp haberlere bakmaya başladık. Her yerde 'son dakika' haberleri geçiyordu. Eşim, 'kalk gidelim' dedi. 'Biraz oturalım' dedim. 'Yok, gidelim' dedi. Eşim evden çıkmadan abdestini alıp iki rekât namazını kıldı. O namazı kılana kadar ben binadan aşağıya indim. Benden sonra kapıyı çekip, aşağı katımızda oturan büyük ablamın evine gitmiş. Anahtarı eline sıkıştırıp 'Çocuğum önce Allah'a sonra sana emanet' diyor. Ablam olaydan bir ay sonra bunu bana anlattı."

"Yürümeye devam ettik." diyerek sözlerini sürdüren Tekin, daha sonra tanklarla karşılaştıklarını belirterek o anları şöyle dile getirdi:

"Üst geçitte tank geliyor diye insanlar bağırıyormuş, ama biz görmediğimiz için yolumuza devam ettik. Baktım insanlar kaçıyor sağa sola. Baktım tank geliyor, şaşırdım. Tankı görünce dondum kaldım. Eşime bir şey olmasın diye sol tarafa yönlendirdim. Bariyer tarafına kendisini atsa bile kendini kurtarır diye düşündüm. O hainleri görünce göz perdem kapandı. Böyle bir şey görmemiştik. Hainler soldaki insanları ezip gitti. Eşime doğru koştum. Yerde yatıyordu. Kucakladım eşimi. Kafadan darbe almıştı. Yalvardım 'Türkan bir ses ver, konuş' diye ama yok. Vücudu sıcak ama kafaya darbe aldığı için konuşamıyor. Hastaneye götürmem gerekiyor ama nasıl götüreceğim? Yollar kalabalık, gelirken nasıl yürüdük biliyorum. 'Allah'ım yardım et bana, yolları aç ki eşimi götürebileyim' diye dua etmeye başladım."

Eşi yaralandıktan sonraki koşuşturmacayı ve ailece yaşadıkları acı dolu anları anlatan Tekin, sözlerine şöyle devam etti:

"Bir araç durdu ve eşimi araca koyduk hastaneye götürdük. Oğlum aradı cevap veremedim. Annesini aramış o da cevap vermeyince amcasını aramış. Kardeşim hastanede olduğumuzu, annesinin yaralı olduğunu söylemiş. İnanmamış, bir şey olmuş demiş. Tabi sonradan şehit olduğunu duyunca kalkıp 2 rekât namaz kılıyor. 'Annem istediğine kavuştu' demiş. 2 saat bizi içeriye almadılar. 2 saat sonra içeri girip eşimi arıyordum. Doktorlardan biri eşimin şehit olduğunu söyledi. Öyle deyince çöktüm ben. Eşimi görmek istediğimi söyledim. Beni kalkıp morga götürdüler. Eşim bir yandan şehit olmuş bunun sevinci, bir yandan da kolum kopmuş bunun üzüntüsü. Çocuklarıma bir şey söyleyemedim. Ufak çocuğum annesini sorduğunda hastanede olduğunu söyledim. İkindi namazına kadar sakladım. Cenazesi kapıya gelince gelip gördü. Eşim evden çıkarken küçük çocuğumuz uyuyordu. Hiç bir şey demeden gitti."

Şehid Onur Ensar Ayanoğlu'nun kardeşi Emin Oğuz Ayanoğlu

'15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde (o günkü adı Boğaziçi Köprüsü) darbecilerin açtığı ateşte ağabeyi Onur Ensar Ayanoğlu şehid olan, kendisi de yaralanan Emin Oğuz Ayanoğlu, şehadeti çok arzuladığını ancak bu mertebenin ağabeyine nasip olduğunu dile getirdi.

Darbe girişimi gecesinde '15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde açılan ateş sonucu kalçasından yaralandığını, kurşunun damarını, sinirini, kemiğini sıyırıp sadece etini alıp götürdüğü belirten Ayanoğlu, 15 Temmuz'un bir işgal girişimi olduğunu, bu girişimin de milletin büyük bir cesaretiyle önlendiğini belirtti.

Ayanoğlu, "O gece ağabeyim şehid oldu, ben ise gazi oldum. Şükürler olsun bu gurur hepimize yeter. Şehitlerin yüzü suyu hürmetine bu millet, bu vatan ayakta duruyor. O yüzden gururluyuz, mutluyuz ve hiçbir şekilde pişman değiliz. O gecenin ne kadar hain ve alçak bir gece olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. O bir darbe girişimi değil, işgal girişimiydi. İşgal girişimine bu aziz millet mani oldu ve darbe girişimine izin vermedi. Verdiğimiz mücadeleyi hiçbir millet yapamaz. Bu cesaret de kimsede yoktur. İçimizdeki hainleri ve alçakları da görmüş olduk. İnşallah bundan sonra daha güçlü olarak daha iyi yerlerde olacağız." dedi.

Safiye Bayat

15 Temmuz darbe girişimi sırasında yaralananlardan biri de 2 çocuk annesi Safiye Bayat'tı. Boğaziçi Köprüsü'ndeki (Şehitler Köprüsü) yaralıların yardımına koşarken vurulan Safiye Bayat (35), darbeci askerlerin, elini kaldırıp yaralı almak isteyenleri dahi vurduklarını söyledi.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarının hafızasından silinmediğini belirten Safiye Bayat, ayağındaki platinle hayatını sürdürdüğünü dile getirdi.

Bayat, "Evde gayri ihtiyarı televizyonu açtım, bir kalkışmanın olduğu söyleniyordu. Hemen kalın kıyafetler giyerek, çantamı da alarak içine ilaçlar, yara bezleri, yara bantları, bir takım ağrı kesiciler doldurdum. Tespihimi, minik Kur'an'ımı da yanıma aldım. Abdestimi almıştım. Önemli bir durum olur da kaydederim diye kayıt cihazımı da yanıma aldım. Hemen yürümeye başladım. Öncelikle Çengelliye yürüdüm. Çengelköy normalde çok cıvıl cıvıl bir yerdir ama hiç kimse yok, araba yok, dükkânlar, benzin istasyonları kapalı. Beylerbeyi'ne doğru ilerlerken eşim aradı. Bana 'nereye gidiyorsun' dedi. Bende 'köprüye gidiyorum' dedim. Bana, 'gitme, geri dön, burası çok karışık' dedi. Ben 'gidiyorum' dedim. Daha sonra onunla görüşemedim." dedi.

Boğaziçi Köprüsü'nü tutan rütbeli askerle yaşadığı diyalogu da aktaran Bayat, o anları şöyle anlattı: "İlerledim ve hain rütbeliyle karşı karşıya kaldım. Onunla bayağı bir mücadeleye girdik. Yaptıklarının yanlış olduğunu, bunu yapmamaları gerektiğini ve burayı terk etmeleri gerektiği yönünde düzgün bir yürekle söylemeye çalıştım ama tabi o hainlere kâfi gelmedi. Arkadaki asker müsveddeleri de hain rütbeliye tabiydiler. Hiçbirisi hainliklerinden ve zulüm etmekten geri durmadılar. Hatta bana hain rütbeli eziyet ve zulümde bulundukça çok keyifleniyorlardı. Beni çok tartakladı, hırpaladı. Ben, 'yaptığınız yanlış, bunu yapmayın ve arkandaki askerleri de boşuna peşinden sürükleme' dedim. Bunu duyduğu an beni kendine çekti ve yanağımın üzerinden ateş açtı."

Darbeci askerlerin arkasından defalarca ateş açtığını ve hiçbir kurşunun kendisine isabet etmediğini kaydeden Bayat, sözlerine şöyle devam etti:

"En son rütbeli askere 'sen çok zalimsin ve arkandakileri de zalimleştirmeye çalışıyorsun' dedim ve gitmeden önce ona, 'siz yenileceksiniz, siz zalimlerdensiniz' dedim. Çok kızdı hain rütbeli, asker müsveddelerine dönerek, 'işte anneniz sizleri bugünler için doğurdu' dedi. Ben geri döndüm, ateş emri verdi arkamdan. Arkamdan onlarca kurşun geldi ama onlarca ateşten hiçbirine Rabbim nasip etmedi. Eğer inanmış, teslim olmuşsanız Allah zalimlerin karşısında sizlerin boynunu eğmez. Çünkü inanan kalpler, çelikten de kuvvetlidirler. Allah size bir gömlek giydirir, çeliktendir."

Vurulduğu anı da anlatan Bayat, "Bir bayan yaralandı, dediler. Ben ona giderken kurşunlandım. Ne büyük bir şeref. Önde giden kardeşleriniz sizi nasıl arkaya itmişse, sizin için ölmek istiyorsa ben de kız kardeşim için ölmek istedim. Yaralandım diyemedim. 'Lütfen kız kardeşime koşun' diyebildim ama o gözlerimizin önünde son nefesini verdi. Ateş hattı olduğu için alamıyorlardı, ben de o ateş hattında oldukça kan kaybettim. Elini kaldırıp yaralı almak isteyenleri dahi vurdular. Tabi bu çok zalimce bir şey. Bir şekilde ateş hattına girip sonrasında beni çektiler ve herhangi bir araca bindirerek hastaneye kaldırdılar. 18 gün boyunca hastanede tedavi gördüm." dedi.

Şehit Mehmet Şefik Şefkatlioğlu'nun eşi Vahide Şefkatlioğlu

15 Temmuz darbe girişiminde cuntacılar tarafından tankla ezilerek şehid edilen Mehmet Şefik Şefkatlioğlu'nun eşi Vahide Şefkatlioğlu, o gece yaşadıklarını gözyaşları içinde dile getirdi.

O gece eşiyle beraber darbecilere "Dur" demek için meydanlara çıkan Şefkatlioğlu'nun eşi tankın paletleri altında can verirken, kendisinin de bir bacağı paletlerin altında kalarak parçalandı.

Eşiyle arasında geçen diyalogdan bir müddet sonra kız kardeşinin, telefonla arayarak kendilerine darbe girişiminin yaşandığını anlatan Şefkatlioğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Yarım saat veya bir saat geçti mi bilmiyorum, küçük kızım geldi, 'Anne, teyzem arıyor.' dedi. Israrla birkaç defa arayınca telefonu açtım. Kardeşim bana 'Abla darbe olmuş, haberin var mı?' dedi. Darbe deyince direkt ayağa kalkıp ağlamaya başladım, 'Ülke elden gidiyor.' dedim. Hemen aklıma Suriye geldi. Suriye'de neler olduğunu düşündüm. İnsanlara ne işkenceler yapıldığını biliyoruz. Hemen odaya koştum, televizyonu açtım ama kanallar göstermiyordu. Sonra oğlumu çağırdım, oğlum kanalları ayarlayınca bir alt yazı geçiyordu. Bir komutanı rehin aldıklarını yazmışlardı. Eşime dışarı çıkacağımı söyledim, o ise 'Nereye gidiyorsun? Dur! Ben oğlanla beraber çıkarım, sen kal.' dedi. Ben kabul etmeyince salondan pardösümü alıp geldim. Oğlum kanalları değişince Tayyip Erdoğan'ın 'Herkes dışarı çıksın.' çağrısı gördük ve artık içeride duramadık zaten."

Havaalanına gidileceği söylenince oraya doğru yürüklerini dile getiren Şefkatlioğlu, daha sonra eşiyle beraber tankın altında kaldıkları süreci anlattı:

"O kadar kalabalık ki insanlar akın akın geliyor. Her taraf kıpkırmızı bayraklar. Ne o taraftan gelecek araba var ne de bu taraftan. Tank gibi bir şey de gözükmüyordu. Ben baktığımda her tarafta dümdüz bir kırmızılık vardı sadece. Eşim bariyerlerin üstünden bacağını attı, ben de alttan elimi koyduğum gibi tank üstümüzden geçti."

Devrim Nazlıca

Darbe gecesinde Kızılay'da olduğunu, ardından TBMM'ye geçerek oradan da Genelkurmay Başkanlığı önüne gittiğini kaydeden Diyarbakırlı Fizyoterapist Devrim Nazlıca, burada göğsüne aldığı kurşunla yaralandığını söyledi.

"Kızılay Meydanı'na ilk vardığında birkaç tank ile askeri araç vardı." diyen Nazlıca, kısa süre içinde akın akın insanların meydana geldiğini söyleyerek şunları ifade etti:

"İnsanlar büyük bir cesaret örneği göstererek tankların önünde durdu. Tankların önünde durunca hayatımda hissetmediğim duygular yaşadım. Tankın üzerine çıkanlara darbeci asker ateş açıyordu. İnsanlar konuşmaya çalışıyordu, ama darbeci askerler çok hırçın davranıyordu. Kimisinin üzerine tankı sürdüler, kimisinin üzerine ateş açtılar. Bir tane taksiyi gözümüzün önünde ezince şoka girdik. Ama bizim cesaretimizi artıran onların o hırçınlığıydı. Tankları üzerimize sürmeleri, bize ateş etmeleri cesaretimizi artırdı. Saat 23.00 olunca insanların yoğun baskısı etkili oldu ve tanklar Meşrutiyet Caddesi'nden Meclis'e doğru yoğun ateş açarak gitmeye başladı. Bunun üzerine bizlerde tekbir çekerek Meclis'e doğru yürümeye başladık." dedi.

Meclis'ten sonra yoğun silah seslerinin geldiği Genelkurmay'ın önüne geçtiklerini kaydeden Nazlıca, sözlerine şöyle devam etti:

"Genelkurmay'ın önüne geldiğimizde vahşet bir tablo ile karşılaştık. İnsanları gözümüzün önünde tanklarla ezdiler. Bir sürü şehid ve yaralı vardı. Yerler kan gölüne dönmüştü. Bir baba ve oğul yerde yatmışlardı, çaresiz bekliyorlardı. Sürekli insanların üzerine ateş açılıyordu. Uçaklar alçak uçuş yapıyor, helikopterden ateş açılıyordu. Tüm bunlara rağmen oradaki insanlara sanki ayrı ayrı görev verilmişti. Kimisi Kur'an okuyordu, kimisi ön saflarda kimisi arka saflarda bir şeyler yapıyordu. Organize bir şekilde değildi ama herkes bir şeyler yapıyordu, elinden geldiği kadarıyla. Ben de özellikle yaralılara yardım etmeye çalışıyordum. Zeminden altgeçide düşen birkaç kişiye yardım ediyordum, onları arabalara taşıyıp hastaneye gönderiyordum. Genelkurmay'ın kapısını yoğun bir şekilde salladıklarını ve içerdeki küçük kulübeden bir askerin kameraya aldığını sonra gördüm. Bir video kameraya bizi çektiğini görünce ben de muhtemelen yarın sabah burada kim var kim yok hepsini toplayacaklar diye düşündüm ve bir saf arkaya gittim. Orada insanlar kapıyı zorluyordu, kapı yıkılır yıkılmaz üzerimize ateş açmaya başladılar ve orada göğsümden vuruldum."

Kurşunun direk göğsüne isabet etmediğini belirten Nazlıca, "Eğer direk isabet etseydi göğsüm parçalanırdı." diyerek o anları anlatmaya devam etti:

"Ateş açıldığında seken bir parça göğsüme değip kasığıma saplanmış. Tabi ben şoka girdim, kısa bir süre sonra üzerimi çıkardım ve oraya tampon yaptım. Sağlıkçı olmamız hasebiyle kendime müdahale ettim. Daha sonra hastaneye gitmek için bir araç arama telaşına düştüm. O esnada Genelkurmay'dan iki helikopter kalktı, onlardan biri Hulusi Akar'ı Akıncı Üssü'ne kaçırdıkları helikopterdi. Helikopterler kalktıktan birkaç saniye sonra Meclis'i bombaladılar. Çok acayip bir patlamaydı, ben dehşete kapıldım. Kendimi bir taksiye attım ve Hacettepe'ye gittim. Benden sonra o bombanın etkisiyle bir sürü ağır yaralanan insanlar getirildi. Çok kötü bir manzara vardı, Allah bir daha o günleri yaşatmasın."

Abdurrahman Tarık Şebik

15 Temmuz gecesinin önemli tanıklarından biri de hiç şüphesiz 5 Temmuz Derneği Genel Başkanı Abdurrahman Tarık Şebik'ti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın baş danışmanları, 15 Temmuz'da şehit olan Erol Olçok'un kardeşi Cevat Olçok ve birçok üst düzey kişinin kuruculuğunu yaptığı 15 Temmuz Derneği Genel Başkanı Abdurrahman Tarık Şebik, darbe girişiminin başladığı saatlerde Üsküdar'da olduğunu belirterek kanlı geceye dair şunları dile getirdi:

"Sonra dedik ki Boğaziçi Köprüsü'ne gidelim. Saat 23.00'ten sonra oraya doğru yürümeye başladık. Millet telefonlardan Cumhurbaşkanının çağrısını izliyor. O saatle çağrının yapıldığı saat arasında çok fark var meydanlarda. Biz Kısıklı'dan köprüye doğru yürüyoruz. Bir defa şunu gördüm; askerin yüzünde bir bakış var. Yani sizin elinize silah veriyorlar. Ve siz bunu millete karşı sıkabiliyorsunuz. Şimdi bu hangi sapık zihnin ürünü. Orada tanklar aşağı doğru arabaları parçalayarak gidiyor. Hatta belli bir zaman sonra bir askeri otobüs gitmeye başladı. Artık orada asker yetersiz miydi bilmiyorum. Önündekine bakmadan nasıl gidiyor, yani kendini kenara atan otobüsten yırtmış oluyor. Otobüsü durdurduk, askerlerin silahları alındı, çekilen çekildi. O anda böyle bir hengâme anı vardı orada."

Şebik, "Ondan sonra biz saat 04.00'e kadar köprüdeydik. Orada ben neyi gördüm; köylüsünden işçisine, patronundan çalışanına, dini, siyasi, parti, mezhep gözetmeksizin herkes orada. Benim normalde bir araya gelmeyeceğim, sosyal ortamı paylaşmayacağım insanlar orada. Kol kola yürüyoruz. Bu haykırışa, bu kahpece isyana, hepimiz isyan ediyoruz. Şimdi burası önemli bir manzara. Burada millete sıkılan bir kurşun var, milletin göğsüne yöneltilmiş tankın namlusu var. Tüm millet burada siper durmuş, göğsünü açmış, buyur demiş." ifadelerini kullandı.

Erdal Elibüyük

15 Temmuz darbe girişiminde Atatürk Havalimanına giderek tankın üstüne çıkan ve halkı organize ederek darbeci askerleri tanktan çıkaranlardan biri ve o dönem HÜDA PAR İstanbul İl Başkanı olan Erdal Elibüyük, "Zor ve uzun bir geceydi. Ben o gece akşam sanırım 22.00 sıralarında evdeydim. Çalışma odamdaydım. Eşimin televizyondan darbe olmuş şeklindeki ikazıyla hemen ekranın başına geçtik ve olayı anlamaya çalışıyorduk. Çünkü darbe nasıl olur görmedik, anlamaya çalıştık. Ekranda gördüğümüz Boğaziçi Köprüsü'ndeki askerler ve oradaki kargaşaydı. Daha sonra sosyal medyaya baktık. Hakikaten bir şeylerin tuhaf gittiğini, yolunda gitmediğini gördük, anlamaya çalıştık. Tabi bu arada genel başkanımızla, genel merkezimizle temas kurmaya çalıştık. Çünkü darbe Ankara ve İstanbul merkezliydi. Diğer bazı illerde de hareketlenmeler olduğu söyleniyordu ama özellikle İstanbul ve Ankara merkezliydi. Biz hakikaten meseleyi anlamaya, hem de genel merkezi bilgilendirmeye ve genel başkanımızın 'nasıl hareket edelim' talimatıyla harekete geçmeye çalıştık. O arada birçok kişi bizi telefonla arayıp nasıl hareket etmemiz gerektiğini soruyor; parti üyelerimiz, il-ilçe başkanlarımız. Bunu anlamak çok uzun sürmedi. Anladık ki bir darbe gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Biz de genel başkanımızın talimatıyla bütün teşkilatlarımıza hemen ivedi bir şekilde mesaj yoluyla sosyal medya üzerinden ve bazı televizyonlara bağlanarak hem parti üye ve gönüllülerimize hem de vatandaşlarımıza sokağa çıkma çağrılarımızı yaptık. Nereye gidelim diyenlere de insanların akın akın gittikleri yerlere; meydanlara, havaalanlarına gidin dedik. Çünkü o gece vatandaş kimseden talimat almadan sokağa çıkmıştı zaten. Benim evimle havaalanın mesafesi yaklaşık 8-10 kilometrelik bir mesafe, yani havaalanına 5- 10 dakikalık bir mesafede oturuyorum. Evimizden havaalanına kadar trafik kilitlenmişti. İnsanlar arabalarını park etmiş, yürüyerek gidiyorlardı. Biz de hemen ivedi bir şekilde bütün teşkilatlarımıza havaalanlarına, meydanlara gitme talimatı verdik.

Kalabalık kitleyi organize ettiklerini belirten Elibüyük, "Biz bu grubu organize ettik. Tankın önünde durarak tankı hareket ettiremez hale getirdik. Daha sonra tankın üstüne çıktık. Tankın hareket etmemesini sağlamak için tankın içindeki askerleri indirmeye çalıştık. Tabi inmiyorlardı, kendi alanları kapalıydı. Yaklaşık 1,5 saat orada tankı bırakmama mücadelesi verdik. Zaman zaman tank tekrar hareket ediyordu. Bir zaman sonra askerler çıktı ve teslim oldular." şeklinde konuştu.

Elibüyük, daha sonra bütün parti üye ve gönüllülerine meydanlara abdestli çıkın talimatı verdiklerini dile getirerek, "O gece bütün arkadaşlarımıza şunu söyledik. Dedik ki herkes abdestini alsın, meydanlara çıksın. Çünkü ölüm haberleri geliyordu, şehid haberleri geliyordu. Biz bütün arkadaşlarımıza 'abdestinizi alın, şehid olacaksınız inşallah. Meydanlarda abdestli bir şekilde hayatlarımızı feda edelim' diyorduk. O gecenin ilk adımı buydu." dedi.

Metin Külünk

15 Temmuz gecesi sokaklarda olan siyasilerden AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, 15 Temmuz'un ikinci Çanakkale olduğunu belirterek, "Ruhu itibariyle, aklı itibariyle Türkiye'ye çekilmek istenen operasyonun aziz milletimiz tarafından boşa düşürülmesidir. İki taraf var. Bir, Türkiye'yi sömürgeleştirmek isteyenler. İki Türkiye bizimdir diyerek milli bağımsızlığını sahiplenenler." dedi.

Külünk, şu ifadeleri kullandı:

"Alın terimizle alınmış tanklar, alın terimizle alınmış uçaklar, alın terimizle alınmış helikopterler, alın terimizle alınmış cep telefonlarımız bu ülkeye, İslam'a ve Müslümanlara ihanet etmek için kullanıldı. Siyasetten, iş hayatından, sivil bürokrasi, askeri bürokrasi, yargı bürokrasisinden kültür emperyalizmi marifetiyle insan devşirerek içerden teslim almayı hedeflediler. Ve maalesef kısmen de başarılı oldular. 15 Temmuz'da millet ayağa kalktı, egemenliğine ve devletine sahip çıktı.

O anlar ölümü avucumun içinde tutuyordum. Sayın Cumhurbaşkanımızın önünde dururken de ölümün bende kalmasını istiyordum. Çünkü bizim ölümümüzde bir şey olmazdı ama ona bir şey olursa ümmetin kaderi, yani Kudüs'teki çocuklar, Gazze'deki çocukların, Srebrenitsa'daki o acıyı yaşamış Bosna'da her sabah kalktıklarında çatışma başladı mı sorusunun cevabını arayan Boşnak Müslümanları ciddi acı çekecekti."

Şehit Alper Kaymakçı'nın babası Gürsel Kaymakçı

15 Temmuz ABD destekli darbe girişiminde Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde darbecilere karşı direnirken katledilen şehid Alper Kaymakçı'nın babası Gürsel Kaymakçı, şehadet haberini şehir dışındayken aldığını belirtti.

Oğlunun darbe girişimi gecesi kendisini de aradığını dile getiren Kaymakçı, şunları ifade etti: "15 Temmuz hain darbe girişiminde ben yoldaydım. TIR'la Hakkâri'ye gitmiştim. Namaz kılmak için gittim abdest aldım, geldim ki oğlum beni 6 sefer aramış. Onu aradım 'Hayrola ne oldu diye' sordum, o da bana 'Darbe oluyor kendine dikkat et' dedi. Ben de 'Oğlum sen kendine dikkat et' dedim. Beni aradığında saat 23.00 gibiydi. Kamyoncu arkadaşlarım lokantada yemek yiyordu, televizyondan darbe olduğunu öğrendim. Cumhurbaşkanının halkı sokağa davet etmesi üzere damadım ve damadımın ikizi, oğlumu çağırıyorlar. Oğlum evin ışığını kapatmadan çıkıp gidiyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine gidiyorlar, orada darbeye karşı mücadele ediyorlar. Sabah namazını külliyenin camisinde kılıyorlar. Son atılan bomba ile de şehid düşüyor. Ben bunlar yaşanırken yoldaydım, o gece üzerimde bir baskı vardı. Okunan salalar ile tüylerim diken diken olmuştu. Sabah bacanağım beni arayarak oğlumdan haber alamadıklarını ve ayağından yaralandığını söylediler. Onların oğlumun şehadetinden haberi vardı ama ben o zaman onun şehit olduğunu tahmin ettim." dedi.

Şehid Alper'in 14 yaşında namaz kılmaya başladığını ifade eden Anne Miyase Kaymakçı ise oğlunun Allah yolunda şehid olduğunu belirtti.

Anne Kaymakçı, "Onu anlatmak kolay değil. Oğlum iyi bir evlattı. Oğlum 30 yaşına geldi, beni hiçbir şekilde kırmadı ve ondan rahatsız olmadım. 14 yaşında namaza başladı ve Allah yolunda şehit oldu. O gece bana telefon etti ve darbenin olduğunu söyledi. Ben ne olduğunu anlamadım. Çünkü darbe falan görmemiştim. Darbe olduğu dönemde ben çocuktum. Bize onun önce kayıp olduğunu söylediler, ardından şehid olduğunu öğrendim. Oğlumun halen şehadetine inanamıyorum, onu kaybettiğimi düşünüyorum. Çünkü onun cenazesini görmedim. Allah ondan ayrılmam dolayısıyla bana sabır veriyor. O sürekli şehadeti istiyordu ve Allah ona şehadeti nasip etti. Bir tarafımız eksik, canımızdan bir parça koptuğu için, ama bir tarafımızda sevinç dolu, şehid olduğu için." şeklinde konuştu. (İLKHA)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri

Bakanlıktan "Kış lastiği uygulaması" açıklaması
Ehliyetlerin yenilenme süresi uzatıldı
Kışlık araç bakımlarında yapılması gerekenler?
3 belediyeye kayyum atandı
Hac kuraları sonuçları erişime açıldı