Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'de devlet eliyle yapılan zulümler hepimizin malumudur. O dönemlerde yaşayıp devletin ceberut yüzüyle tanışmayan kimse yoktur. Müslüman halkımızın mukaddesatı ve İslami kimlikleri ya silah zoruyla değiştirildi ya da ustalıkla dejenere edildi.
Hangi mezalimlerden bahsedeyim?
Kur'an'ın gölgesinde açılan ilk meclis ve sonrasında nasıl Kur'an'ı yasakladıklarından mı?
Ulemanın duasıyla açılan ilk meclis ve yine nasıl ulemayı dar ağaçlarında sallandırdıklarından mı?
Cami merkezli toplanıp cihada gidenler, sonrasında nasıl “Cihad” kavramını yasaklayıp ve Camileri ahırlara dönüştürdüklerinden mi?
Türkiye'nin kurucu unsuru olan Kürtlerin varlığı ve dillerinin nasıl yasakladıklarından mı?
Çarşafıyla, sarığıyla cepheden cepheye koşan nenelerimiz ve dedelerimizin o kıyafetleri yüzünden hangi zulümlere duçar kaldıklarından mı?
Halifeliğin ilgası, harf kanunu, şapka kanunu… gibi toplumumuzun genleri ile nasıl oynadıklarından mı?
Yoksa bu uygulamalara muhalefet ettiği için İstiklal mahkemelerince yapılan katliamlar ve kıyımlardan mı? Hangisinden bahsedelim?
Hangisini kaleme alırsak alalım bu köşe o zulümleri yazmaya yetmez. Bunun için mezkur zulümleri tek tek analiz etmeyeceğim.
Yukarıda yazdığımız ve yazamadığımız bütün zulümler her geçen gün daha da katmerleşti. Tek parti dönemi, darbeler dönemi derken 2000'li yıllar… Toplumumuz canından bezmiş, hem ekonomik darboğazlık hem de toplumun kutuplaşması artık toplumu pimi çekilmiş bir bombaya dönüştürmüştü.
Türkiye'nin içinde bulunduğu bu ortamda Ak Parti'nin kurulması ve iddialı söylemleriyle halka ümit vermesi bir nevi toplum için en uygun tercih oldu. Nitekim kuruluşundan bir yıl sonra halkın büyük teveccühü ile tek başına iktidar oldu ve tam 16 yıldır da iktidardadır.
Ak Parti'nin Türkiye'ye ciddi katkıları oldu. Sağlık ve ulaşım başta olmak üzere bir çok alanda mesafe kat etti. Ancak müzminleşen birçok sorun ya yerinde sayıyor ya da daha da kronikleşti. Bunların başında Kürt sorunu, dinin devletin tekelinde olma sorunu ve eğitim sorunu geliyor.
Kürt sorunu Cumhuriyet tarihi ile yaşıttır, bu sorunun temeli “Kürt yok Türk var” veya “Ne mutlu Türküm diyene” gibi sloganlar ve anlayışlardır. Sayın Erdoğan 2013 yılında “Çözüm süreci” ile bu konuya neşter atmak istemişti ancak gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklediği için diğer düğmelerde yanlış oldu, dolayısıyla sonuç alınamadı. Şu an ise milliyetçi jargon söylemleriyle Kürt sorununu daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Ak Parti dilinin milliyetçileşmesi demek bu alanla ilgili şimdiye kadar elde edilen kazanımları bir kenara bırakarak eski devlet zihniyetine dönmek anlamına gelir. Bu da herkese zarar verir.
Unutmayalım Türkçülüğü hortlatmak isteyenler, buna tepki olarak kontrollü Kürtçülüğü canlandırmak istiyorlar. Bu da ucu karanlık mihrakların elinde olan kirli bir oyundur.
Not: Gelecek yazımızda kullanılan milliyetçi dilin tehlikeleri, dinin devletin tekelinde olma sorunu ve eğitim sorunlarına kısaca değineceğiz inşallah.