İmparatorlukların tarihe karıştığı 20. Asrın birinci çeyreğinde; İmparatorluk bakiyesi olan Anadolu Halkının şahsında bütün Müslüman halklar yaman silleler yedi. Ayaklar baş, başlar ise ayak oldu.
Müslüman halklar; Kurtuluş Savaşlarının Meydan Muharebelerinde hesaplaştıkları Emperyalistlerden sonra kendi evlatlarından silleler yedi.
Kral öldü(!). Halk “yaşasın yeni kral” demeden halka ve değerlerine savaş açıldı. Emperyalistlerin harab olarak bıraktığı ülkeden geriye kalan “inanç, yaşam, örf-adet, alfabe, hilafet..” gibi tüm öznel ve kutsalları hedef alındı. Yeni gelenin adı kral olmasa da krallara rahmet okutuldu.
Bila-teşbih, Saba Melikesi Belkıs'ın dediği gibi; “Doğrusu, krallar(!) bir ülkeye girdiler mi, oranın düzenini bozar, harab eder; azizlerini sefil ve zelil ederler dedi.”(Neml 34)
Anadolu halkının azizleri, değerleriyle beraber, halkının gözleri önünde rencide edildi. Bunun yanında; istikrar, huzur, güven gelmedi.
Beyaz Türkler diyebileceğimiz Azınlık Elit; deniz seviyesi alçaklığında olan “kumsal ve sahillerden” ilham alırken; Sessiz Çoğunluk, Anadolu'nun mümbit “bozkırları, yüksek dağlarından” ilham almaktaydı. Varoşlardan yükselen güfteler, zamanla sosyete merkezlerinde seslendirilen bestelere dönüşmekteydi.
“Öz yurdunda garip, öz yurdunda parya olan(lar);” itiraz etmeye, sorgulamaya, “hayır, olmaz, ..ama bana göre de..” demeye başladılar. Kurtuluş savaşı sırasında işgalcilere karşı yapılan itiraz ve dik durmalar; halka rağmen var olanlara da söylendi.
“Vurun ulan,/ Vurun,/ Ben kolay ölmem./ Ocakta küllenmiş közüm, /Karnımda sözüm var /Haldan bilene..!”(A.Arif-33 Kurşun).
Halk ile “halka rağmen var olanların arasındaki müsabakada halk, hiç ölmedi. “Karnındaki sözünü haldan bilen(ler)e” anlatmaya çalıştı. Babasının “Urfa önlerinde verdiği gözlerini; şehid verdiği üç kardeşini, ömrüne doymamış cıvanların” vatan için ödediği bedelleri; Fransız, İngiliz gibi Haçlılara karşı verilen “vatan, din, namus günlerindeki mücadelelerin” faturalarını masaya koydu.
“Cumhuriyet ve halk” kavramlarını; halka rağmen kullanan ecnebi irade; sırasıyla; Merhum Menderes, Özal ve Erbakanların şahsında halkı cezalandırdı.
Haksız yere ayağa düşürülen, aslında halkın ta kendisiydi Nihayet Milli Şeflerin “yerliye karşı” azgınlaşan hırçın ölümcül dalgalarına kapılan SANDIKTAN sahile çıkabilen Sayın Erdoğan oldu.
“Halkın ocağındaki kül” ve “karnındaki sözü” son meyvesini vermişti.
Görünen o ki; mazide haksız yere “ayağa düşürülenler” tekrar “baş” olmuş, olmaktadır. Hal böyle olsa da hala “ayakta sürünen bir çok değer” var. Acil değişmesi gereken çok “tüzük, yönetmelik ve yasalar” vardır.
Sayın Cumhurbaşkanının şahsında tecelli eden “değişim çabaları” zorlu geçmekte ve kısıtlı enstrümanlarla yol almaktadır.
*Şer cepheleri; bulabilecekleri küçük bir fırsatta -dünyanın hâkimlerinin de desteğiyle- tüm kazanımları bir anda yok etme imkân ve birikimine sahiptirler. “Ülkenin Suriyeleşmesi, binlerin, yüz binlerin, milyonların katledilmesi” dahi bu düşüncelerini değiştirmeyecektir.
Hakla yaptığı müsabakayı her alanda, özellikle de sandıkta kaybeden “muhalif” zihniyet; ülkeyi eskiye döndürmek için her yolu deniyor.
Yıllarca halka tepeden bakan oryantalist zihniyet; FETO darbesinde de başaramayınca; Batı'daki tüm mercilerin kapısını aşındırıyor ve yıkım için S.O.S. çekip tüm ilahlarını(!) yardıma çağırıyor.
Çeyrek bile olmayan “Anayasa değişim çabalarını” sekteye uğratmak, hiç olmasa sandıkta boğmak için her yolu deneyecekler. Halkı ikna edemedikleri açık.
Dünya hakimlerinin ve yerli işbirlikçilerinin, 200 yıllık sömürü tecrübesini kullandığı zeminde, komplolara gelmemek, birlik olmak şarttır. Tevhid, basiret ve selamet temenni ve dualarımla.