Zaman zaman Türkiye'de gerilimi üretmek için çeşitli vasıtalar kullanılmaktadır. Bunlardan birisi de misafirimiz olan Suriyelilerdir. Geçen yazımızda bu konunun bir boyutuna işaret etmeye çalıştık. Bu günkü yazımızda ise, bu hadisenin Türkiye vatandaşlarına bakan boyutundan bahsedeceğiz.
Her şeyden evvel, ev sahibine yakışır bir tarzda misafire mihmandarlık yapmak erdemdir. Hele savaş ve yıkımdan kaçan insanları daha bir hassasiyetle kucaklamak gerekir. Madden ve manen harap olmuş, birçok varlığını yitirmiş, ailesinden çok sayıda ferdi kaybetmiş insanların hallerini anlayarak muamele etmek gerekir. Ve en önemlisi, misafirleri, her şeye katlanması gereken köleler olarak görmek, onursuzluktur. Misafirleri her türlü zulüm, haksızlık ve aşağılamaya mecbur insanlar olarak görmek, ne insani ne de İslami'dir. Haksızlık ve zulümle karşılaştıkları zaman da haklarını aralamaları, da ne suç ne de kabahattir. Elbette haklarını usulünce ve meşru daire içerisinde aramaları lazımdır. Hayvanların bile barınamayacağı yerlerin çok fahiş fiyatlarla Suriyelilere verildiğini biliyoruz. Kadınlarına laf atılır, taciz edilir. Suriyelidir diye aşağılanırlar, hakarete maruz kalırlar. Dayak yerler, bıçaklanırlar, linç edilirler vs... Ev sahibinin hukukunun korunması gerektiği gibi, misafirin hukukunun da korunması lazımdır.
Suriyeliler, zaten sigortasız bir şekilde ve çok ucuza çalıştırılmaktadırlar. Bunu yanı sıra en fazla rastlanan vaka, Suriyelilerin ücretlerinin ödenmemesi veya büyük zorluklar çıkarılmasıdır. Aylarca takılan paralarını isteyince de saldırılara, aşağılamaya ve ithamlara maruz kalabilmektedirler. Bu durumlar karşısında tepki verdikleri zaman da potansiyel suçlu muamelesi görmektedirler. Elbette suç eğilimi içerisine haklı veya haksız nedenlerle girenler vardır. Bunun da kararını mahkemeler verir. Göz önünde bulundurulması gereken önemli bir nokta da şudur:
Türkiye'deki suç işleme ortalaması göz önünde bulundurulduğunda, Suriyelilerin suç işleme oranı bu ortalamanın çok çok altındadır. 3,5-4 milyonluk bir topluluk içinde elbette suçlular çıkacaktır. Suçlu olan Suriyeliler, gereken cezaya çarptırılır veya suç durumuna göre sınır dışı edilir. Hatta gerçekten suça bulaşanlar ve misafirlik adabına, erkânına riayet etmeyenler sınır dışı edilmelidirler. Ama hiçbir zaman çok çok küçük bir azınlığın işlediği suç, bir topluma mal edilemez. Hele hele bu durum hiçbir şekilde toplumsal linçe dönüştürmemelidir. Dünyanın hiçbir yerinde suçtan beri ideal bir toplum yoktur. Hayatın bazı gerçeklerini görmek lazımdır. Kötü niyetli olan ve İslami ve insani değerlerini kaybedenler veya hiç bu değerlere sahip olmamış insanların değirmenine su taşımayalım.
Halk olarak, bize sığınan herkese kucak açma faziletimizi yitirmeyelim. Zor durumda olan insanların çaresizliğinden istifade etme ve onların ezme düşkünlüğüne tenezzül etmek yerine, mazlumların ellerinden tutalım.
Suriye'deki gelişmelere paralel olarak misafirlerimiz için idare edilebilir bir süreç ikame edilmelidir. Güvenli bölgeler oluştukça başta gençler olmak üzere, yüzbinlerce Suriyeli peyderpey bu bölgelerin imar ve inşası için gönderilmelidir. Yani bu durum da bir süreçtir. Sabırla ve elbirliği ile insanlık ve fazilet örnekliği göstermeliyiz. Bu misafirlik bir ilk değildir. Daha evvel de bu topraklara gelen ve gidenler olmuştur. Hatta burada kalanların sayısı gidenlerden daha fazladır. İşin en ilginç tarafı, en fazla Suriyelilerin topyekûn gönderilmelerini isteyen de bir zamanlar göçmen olarak kendilerini bu topraklara atanlardır. Nereden ve hangi şartlarda geldiğimizi unutmamak lazımdır. Suriyeliler belki yarın gidecekler ama bu velveleyi koparanlar gelip buraya yerleştiler ve bir daha da gitmediler. Özellikle göçmen kökenli olanların, Suriyeli misafirlerimize karşı ortaya koydukları bu anlamsız tutum çok daha ayıptır.
Bazı kesimlerin niyeti, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Suriyeli çalışınca, niye çalışıyorlar, işimize mani oluyorlar, derler. Çalışmayınca, bunlar asalak ve parazittir, devlet bunları besliyor, derler. Burada kalırlarsa, ne işleri var hemen gitsinler, memleketlerini savunsunlar, savaştan kaçan onursuzlar, denilir. Kendi topraklarını savunmak için savaşınca, bu sefer terörist damgası yerler. Bu mesele," kırk katır mı, kırk satır mı?" meselesine döndürülmek isteniyor bazı art niyetliler tarafından.
Unutmayalım ki, yüz yıl önce dedelerimiz berber aynı ülkenin vatandaşları idi. Onların da dedeleri bu topraklar için kanlarını döktü. Bu topraklarda onların dedelerinin de emekleri vardır. Çanakkale şehitliğinde; Şamlı, Halepli şehitler görürsünüz. İşte onlar, bu gün bize sığınan Suriyelilerin dedeleridir. Sadece bu gerçek bile birçok şey anlatmıyor mu? 15 Temmuz darbe girişiminde sokaklara dökülen on binlerce Suriyeli vardı. Bu insanların yüreği, bu memleketin kaderi ile beraber attığı gerçeğini unutmayalım.
Son olarak, İslam coğrafyasının her karış toprağında, bu ümmetin tüm evlatlarının hak ve yükümlülük sahibi olduğunu unutmayalım. Emperyalistlerin aramıza çizdiği sınırlar, zihinsel hendeklere dönüşmemelidir. İslam ümmetinin evlatları arasında "biz ve öteki" yoktur, "hepimiz" vardır.