Türkiye'nin AB serüveni yeni bir sürece giriyor. Radikal bir değişikliğin olacağı beklenmiyor olsa da ilişkilerin eskisi gibi yürümeyeceği anlaşılıyor. Şu günlerde esen soğuk rüzgârların ne zaman dineceğini kestirmek zor. Ancak bunun çok uzun sürmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira ilişkilerin dondurulması sadece Türkiye için değil, AB için de önemli ekonomik kayıplar doğuracaktır.
Türkiye ile ABD ve AB ülkeleri arasında Suriye meselesinde başlayan görüş ayrılıklarının gün geçtikçe büyüdüğünü gördük. Batı'nın Suriye konusunda elini taşın altına koymak istememesi ve mevcut ateşi körükleyen yaklaşımlar sergilemesi, Türkiye'yi derin endişelere sevk etti. Esat rejimine karşı takınılan değişken tavırlar bir yana, Mısır'da Muhammed Mursi'nin devrilmesine destek verilmesi şok etkisi yaptı. Avrupa, kendisi dışındaki dünyanın sorunlarına ancak kendi çıkarlarını gözeterek yaklaştığını bir kez daha gösterdi. Demokrasi, insan hakları ve benzeri değerlerin evrensel nitelikler taşımadığı anlaşıldı. Başka bir değişle, Avrupa ve batı dünyası helvadan putlarını yeme alışkanlıklarını terk etmediklerini bir daha göstermiş oldular.
Türkiye'nin de üyesi olduğu NATO'nun, Rusya'nın bölgedeki faaliyetlerine karşı etkin önlemler almadaki isteksizliği ve Rus uçağının düşürülmesi sürecinde Türkiye'nin yalnız bırakılması ise hayal kırıklığına sebep oldu. Bütün bu peş peşe gelen olumsuzluklar 15 Temmuz darbe girişimi esnasında Batı'nın ortaya koyduğu tahammül edilemez tavırla birleşince olanlar oldu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan adeta patladı. Çünkü kendisine karşı yapılan darbe girişimi esnasında destek görmek yerine, darbecilerden yana tavır ve açıklamaların gelmesi bardağı taşıracak mahiyette idi.
15 Temmuz sonrasında gelişen süreçte paralel yapıya karşı başlayan operasyonlar Avrupa'da kaygı ve endişeyle karşılandı. Hükümetin totaliterliğe kaydığı söylemi gün geçtikçe daha çok ifade edilmeye başlandı. Son olarak HDP'li belediye başkanları ve bazı milletvekillerinin tutuklanma kararları ortamı daha da gerdi ve süreç ilişkilerin dondurulmasıyla nihayetlendi.
Aslında Avrupa'nın Türkiye'yi bünyesine katmak istemediği sır değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu bilmiyor olamaz. Ancak her iki taraf da birbirlerinden öyle kolay vazgeçmek de istemiyorlar. Ancak Türkiye yarım asırdan fazla bir süreden beri kapıda beklemenin artık tahammül edilmez olduğunu ifade etmek istiyor. Doğrusu Türkiye'ye yapılan bir haksızlık net olarak ortada. Demokrasileri ve ekonomileri Türkiye'nin ki kadar gelişmiş olmayan Bulgaristan ve Macaristan gibi ülkelerin hiç bekletilmeden ve ev ödevi istenmeden birliğe alındıkları bir gerçek.
Şimdi Türkiye ne yapmak istiyor veya ne yapmalı sorusuna cevap bulmak gerekir. Aslında Türkiye'nin başka seçenekleri yok değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Şangay Beşlisine katılma yönündeki beyanları yeni bir arayışın net bir ifadesi oldu. Ancak Rusya'nın patronu olduğu Şangay beşlisinin Türkiye için getirisi ve götürüsünün iyi hesap edilmesi gerekir. Şangay'a üyelik gerçekleşse bile orada da ciddi bazı sorunların yaşanacağı kesin. Bu grubun patronu Rusya ve Çin ile sorun olabilecek konular yok değil. Bilindiği üzere bu her iki ülke bölgemizde etkin rol almak ve nüfuzlarını artırmak peşindedirler. Rusya ve Çin'deki Müslüman Türk azınlıkların hakları konusu da önemli bir sorundur. Türkiye bu toplulukların sorunlarına kayıtsız kalamaz, kalmamalıdır.
Evet, Türkiye artık ne batıya ne de başka bir süper güce dayanmamalı. Kendi coğrafyasında bir İslam Birliği oluşturmanın hazırlıklarına başlaması en gerçekçi yoldur. Dünyanın süper güçleri arasında dengeleri gözeten bir politika uygulansın ama bu hengâmede aceleyle yön değiştirmenin makul olmadığını da ifade etmek gerekir. Irak ve Suriye'deki vahim durum bir yana, Türkiye'nin içerde çok ciddi sorunları mevcut ve bunlar acil çözüm bekliyor. İçeride ve dışarıda açılan birçok cephenin hepsine birden karşı durmak kolay değildir. Evet, Türkiye güçlü bir devlet, ama bu kadar cephenin hepsinde savaşı sürdürebilecek süper bir güç de değildir.