Bu tabir, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Sudan ziyareti sırasında yapılan Sevakin adası anlaşmasına karşı Muhammed bin Selman'ın kontrolündeki Ukaz gazetesinin kullandığı şaşırtıcı olmayan bir tabir.
Koçbaşılığının Suudi krallığınca yürütüldüğü, diğer başlıca bileşenlerinin BAE ve Mısır'ın oluşturduğu ABD/israil çizgisindeki yeni Arap ekseni, ilk startını “Şeytan küresi” etrafında sergilediği “Kılıç dansıyla” vermişti.
Katar'a dönük kuşatma harekatı ve Türkiye'nin Suriye denkleminin dışına itilerek insiyatifin Suudi krallığının tekeline verilmesi kararının da Trump'un kılıçlı danslı Riyad toplantıları sırasında alındığı bilgisi o dönemde medya organlarında yer almıştı. Bu aşamadan sonra Türkiye ile ABD arasında yaşanan her gerilimin aynı zamanda Suudlu Arap cephesinde de bir şekilde hissedildiğini değişik vesilelerle görmeye başladık.
ABD'nin Türkiye'den yana başlıca rahatsızlıklarını kabaca özetlersek; Türkiye'nin ABD politikalarıyla çelişen dış politika adımları en başta yer almaktadır. Suriye konusunda yeni partnerlerle iş tutması, bu anlamda İran ve Rusya ile oluşan yakınlık, S-400 konusu, Filistin konusunda yürüttüğü bazı politikalar vs. şeklinde sıralamak mümkündür. Suudi-BAE-Mısır ekseninin son süreçte bölgesel bazda tamamen ABD-israil politikalarına teslim olması, ABD ile yaşanan her sorunun eş zamanlı olarak yeni Suudi ittifakında da hissedilmesini beraberinde getirmiştir.
Taraflar birbirlerine karşı satranç oyununu oynarken Suudi kanadı kimi zaman diplomasi, çoğu zaman da kontrolündeki medya organlarıyla Türkiye'ye dönük kaba eleştirilerini serdederken, Türkiye tarafı bugüne kadar diplomasi alanında herhangi bir karşı eleştiri getirmiş değildir. Çok nadiren de olsa kimi zaman medya mecraları kriz çıkartmayacak nitelikte küçücük eleştiri ya da itirazlarla karşılık vermekle yetinmişlerdir. Hatta Suudi cenahından yapılan sert eleştiriler çoğu zaman Türk medyasında haber olarak bile yer bulamamaktadır. Bu da Türkiye'nin bazı politikalar yürütürken Suudi cenahıyla çok da karşı karşıya gelmek istemediğini, belki de Suudilerle herhangi bir krizden yana olmadığını göstermektedir. Büyük olasılıkla Türkiye'nin takındığı bu sessiz tavrın Körfez/Arap sermayesinin Türk ekonomisindeki nazik konumundan kaynaklandığı söylenebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son Sudan ziyareti ve bu ziyaret kapsamında imzalanan Sevakin adası anlaşmasına Mısır'ın yanı sıra Suudilerin gösterdikleri sert tepkiler, belki de Türkiye-Suud ilişkileri açısından dönüm noktası teşkil edebilir. Anlaşmaya karşı kraliyet kontrolündeki gazetelerin getirdiği bedevice yorumlar, Suudilerin Türkiye'nin bazı politikalarına müsamaha gösterme niyetinde olmadıklarının en güçlü göstergesi oldu. Söz konusu Sudan olunca da kaba tavır ve söylemler daha fazla önem taşımış hale geliyor.
15 Temmuz FETO darbe girişiminin finans ayağının Körfez kaynaklı olduğu haberleri defalarca dile getirilmesine karşın Türkiye bu hususla ilgili herhangi bir resmi açıklama yapmaktan hep kaçındı.
Katar'a dayatılan Suudi kaynaklı teslimiyet anlaşması maddelerinden birisi, Katar'daki Türk askeri varlığına son verilmesi şeklindeydi. Türkiye her ne kadar bu konuda Suudi'ye dönük restleşme içerisine girmediyse de, Katar'ı İran'la beraber Suudi'nin hışmından koruyan iki ülkeden birisi olması gürültüsüz restleşmenin bir başka boyutuydu.
Güney Kürdistan'ın bağımsızlık referandumu sürecinde Türkiye salt güvenlik kaygılarının ötesine geçerek verdiği aşırı milliyetçi tepkilerle bir kaşık suda fırtına koparırken, israille beraber Suudi krallığının “Bağımsız Kürdistan” fikrini benimseyip arkasında durması, Türkiye-Suudi ilişkilerinin bir başka kırılma noktasına tekabül etti.
Trump'un son Kudüs komplosunun arkasında Suudi ve mezkur müttefikleri bulunuyorken, Türkiye'nin bu karara karşı yürüttüğü reddiyeci politika, Amerika ile beraber aynı zamanda Suudi cenahına verilmiş bir cevap niteliğindeydi.
Suriye konusunda ise Türkiye'nin İran ve Rusya ile iş tutması, iç çatışma üzerine kurulu Suudi'nin Suriye paradigmasına karşı verilmiş en ağır cevap hükmündeydi.
Son süreçte BAE ve Suudi'nin siyaset ve medya cenahlarından yükselen Osmanlı karşıtı tutum, bu cenahın Türkiye'ye dönük pozisyonlarına yeni bir perspektif kattığını göstermektedir.
Hatta Veliaht Selman'a yakın Ukaz gazetesinin yaklaşık iki hafta önce Kandil'e çıkan muhabirleri aracılığıyla Rıza Altun'la röportaj yapıp yayınlaması, röportajda Rıza Altun'a “PKK'nin Dışişleri Bakanı” sıfatını yakıştırması ve muhabirin dizdiği övgüler, krallığın Türkiye karşısındaki yeni tutumun bir sonucuydu. Kaldı ki KİK daha bir yıl önce aldığı oybirliği kararıyla PKK'yi terör örgütü ilan etmiş ve mücadelesinde Türkiye'nin yanında olduklarını ilan etmişlerdi.
Son Sudan seyahatinde Sudanlıların Cumhurbaşkanı Erdoğan'a dönük sevgi gösterisinden rahatsız olan Suudiler, yine Ukaz gazetesi aracılığıyla Erdoğan'ı öfkelendirecek şekilde kırıcı ifadelere yer verdiler.
"Sudanlıların yaktığı Türk Paşa'nın torunu" şeklinde Erdoğan'ı tanıtan gazete, Osmanlı'nın Sudan'ı işgal ettiğini ve bölgede katliam yaptığını savunarak, devam eden yıllarda Sudan'da bir Türk paşasının yakıldığını, geçmişte yaşananların unutulmaması gerektiğini istedi.
Sudan'la imzalanan “Sevakin Adası” anlaşması ise hem Suudi hem de Mısır'ı çileden çıkarmaya yetti.
Mısır, Kızıldeniz'deki “Sevakin Adası”nın Türkiye'ye tahsis edildiği iddialarına sert tepki göstererek bunu “Ulusal güvenlik sorunu” ilan edip Sudan'ı tehdit etti.
Suudi cenahında ise yine Ukaz gazetesi devredeydi. Türkiye'nin yeni Afrika açılımını ve bu bağlamda yapılan Sudan seyahatini “Sudan Türkiye'ye teslim oluyor” başlığıyla verirken meseleyi “Türkiye'nin Afrika Tamahı” olarak özetlemesi, Suudi ittifakının Türkiye'ye karşı oluşmuş bakış açısını bir kez daha ele vermekteydi.
Suudiler bir yandan Türkiye'nin açılımlarına karşı çıkarken bu karşı çıkışın odağında bu kez Sudan'ın olmasının Suudiler açısından ayrı bir önemi bulunmaktadır. Daha önce İran saffındayken baş gösteren uluslararası ambargolardan bunalan Sudan, son çare olarak İran'la ilişkilerini kopararak Suudi'nin saffına geçmişti.
Ancak siyasal konjonktürün değişmesi ve Yemen bataklığında debelenen Suudi'nin burada Sudan'ı çomak niyetine kullanması, El Beşir yönetimini yeni arayışlara sevk etmiş durumdadır.
Geçen ay Moskova'da Putin'le görüşen El Beşir'in yaptığı açıklamalar, Sudan'ın yeni arayışlara açık hale geldiğini ortaya koymuştu. Yemen'de şu sıralara bataklığa saplanan Suudi yönetimi, askerlerini sokmadığı kara savaşında önemli oranda Sudan ordusundan faydalanmaktadır. Yaklaşık on bin Sudan askeri, Suudi namı hesabına Yemen'de ateş hattında bulunmakta ve bugüne kadar bin beş yüz kadar kayıp verdiği söylenmektedir. Sudan'ın yeni arayış içerisine girmesinde Yemen'de içine saplanan çıkmazın da etkisi önemli yer kaplamaktadır. Tayyip Erdoğan'ın bölgesel politikalarını açıkça “Osmanlı yayılmacılığı” olarak dillendiren Suudi ve ortakları, kendilerini İran'ın “Şii yayılmacılığından” sonra Türkiye'nin “Osmanlı yayılmacılığına” karşı da adamış durumdadırlar.
Suud cephesi son adımla Sudan'ı kaybetme telaşına düşerken, ortalığı yatıştırmak hedefiyle Başbakan Binali Yıldırım'ın Suudi'ye düzenlediği teskin edici seyahat, Riyad'ı teskin etmeye yetecek mi, göreceğiz.