Türkiye, içeride ve dışarıda karşılaştığı çetin sorunlarla çok zor günlerden geçiyor. Yıllardan beri korunan siyasi ve ekonomik istikrarı bozacak bir savaş tehlikesi kapıya dayanmış gibi. İçeride PKK ile süren şehir savaşı ve terör saldırıları, dışarıda ise Suriye meselesinin geldiği nokta; yani Rusya'nın müdahalesi sonucu doğacak sonuçlar, Türkiye'yi giderek bir savaş seçeneğine zorluyor. Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinden sonra gerginleşen ve gittikçe de tırmanış kaydeden ülkemiz ile Rusya arasındaki ilişkilerin bir savaşa evrilme ihtimalinden duyulan korku artarak devam ediyor. Hatta Suriye sahasındaki son gelişmelerin üçüncü dünya savaşı doğuracağını iddia edenler bile var.
Türkiye'nin Suriye konusunda şimdiye kadar takip ettiği politikaları boşa çıkaracak gelişmeleri, bir askeri müdahale ile önleme iradesi artık açıktan konuşuluyor ve bunun gerekleri konusunda adımlar atılıyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu ‘Azez'in düşmesine izin vermeyiz. Miniğ Havaalanı'nı da kullanılmaz hale getiririz' dedi ve PYD hedefleri obüslerle vuruldu. Rusya konuyu BMGK'ne taşıdı ve GK Türkiye'nin saldırıları durdurması kararını oy birliğiyle kabul etti.
Türkiye, ABD'nin ‘müttefiğimizdir' dediği, Rusya ve Beşşar Esed'in de desteklediği PYD'yi vurarak arkasında duran güçlerin tepkisini mi ölçmek istedi? Gösterilecek tepki sonucuna göre daha büyük bir müdahale için bir hazırlık testi mi bu? Artık Suriye paylaşılıyorsa, biz de payımıza düşeni almak için harekete geçelim, geç kalmayalım düşüncesi mi var acaba?
Şayet Türkiye, Suriye'ye kendisi veya Suudi Arabistan'la beraber bir müdahale düşünüyorsa bu bir felakettir, kötü bir tuzağa düşmektir. Çünkü böyle bir şeye, sahada olan İran ve Rusya müsaade etmeyeceği gibi, AB ve ABD de izin vermez. Evet Rusya, Suriye'deki mevcut dengeleri sarstığı gibi insani bir facianın yaşanmasına da sebep oluyor; ama gelin görün ki Suriye'de bulunmasının uluslararası bir onayı ve meşruiyet zemini bulunuyor. Rusya, halen dünyanın çoğunun tanımaya devam ettiği Esed yönetiminin davetiyesini de cebinde taşıyor. Her şey bir tarafa, Rusya'yı durdurabilecek tek askeri güç ABD bile Rusya'yı destekliyor. Yani şimdilik gizlense de, ABD ve Rusya arasında Suriye meselesinin bir şekilde çözümü için bir anlaşmanın olduğu kesin. Dolayısıyla büyüklerin bu oyununu Türkiye ne tek başına, ne de Suudi Arabistan gibi bir ülkeyle beraber bozamaz.
Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerinin, Suriye konusunda işin başından beri düştükleri hataları, kendilerini bugün daha büyük yanlışlar yapmanın eşiğine getirmiş bulunuyor. Türkiye hem seçtiği konumu, hem de bu yanlış konumda kurduğu yanlış ittifaklarla kendisini zor duruma soktu.
Mesela, Türkiye'nin Suudilerle nasıl ittifak kurabildiğini anlamak kolay değildir. Suudi rejiminin, Arap baharı sürecinde Mısır'ı ve İhvan'ı ne hale getirdiği ne çabuk unutuldu? Bu ülkenin on aydan beri Yemen'de neler yaptığını da dünya âlem görüyor. İktidarlarını koruma, sultalarını devam ettirmekten başka bir dertleri olmayan, kendi iktidarları için bölgeyi ateşe vermekten çekinmeyecek kadar hem gaddar, hem de basiretsiz bedevilerle beraber aynı safta bulunmak Türkiye için bir artı sağlamayacaktır. İran' a karşı sünni müslüman ülkeleri harekete geçirip kör bir mezhep savaşının ateşini yakmak isteyen bu kişilerle nereye gidileceği iyi hesap edilmelidir.
Türkiye, Suriye meselesinin başında düştüğü hatalarını görme ve bunları değiştirme esnekliğini gösteremedi. Halen de, benzer daha büyük hataları yapmaya devam ediyor. Bugün Türkiye'nin PYD konusunda dile getirdiklerini anlamak da kolay değildir. Şimdiye kadar seyirci kalınan bir konuda bundan sonra yapılacak bir şey yoktur; bu bir. İkincisi, bölgedeki Kürtlerin hamiliğini Amerika ve Rusya'ya kaptıran bir politika sürdürmek Türkiye'nin maslahatına değildir. Kürtleri dışlayan tavırlar Türkiye'nin başını ağrıtır ve hatta ülke bütünlüğünü tehdit eder.
Türkiye, Kürt meselesindeki tavrını esastan değiştirmedikçe bu konudaki sıkıntıların faturasını çok daha pahalı olarak ödemek mecburiyetinde kalacak ve kendisini parçalanma tehlikesinden de koruyamayacaktır. Kürt meselesinin içeride ve dışarıda hakça ve kardeşçe çözümünü engelleyen her girişim Türkiye'ye sıkıntı ve acılar yaşatacaktır. Artık bu meselenin bir şekilde çözüm zamanı geldi ve hatta geçiyor.
Bölgede Kürt nüfusunu barındıran ülkelerin bu meselenin çözümü konusunda eski tavırlarını değiştirmeden devam ettirmeleri, bölge üzerinde hesaplar yapan dış güçlerin işine yaramaktan öte bir işe yaramaz. Aynı zamanda dış güçlerin desteğiyle elde edilecek kimi sonuçlar Kürtlere de bir fayda vermeyecektir. Kürtlerin bağımsız bir devlete değil, güven içinde eşit bir şekilde yaşayabilecekleri bir ülkeye ihtiyaçları var. Türkiye neden böyle bir ülke olmasın?
Kürtlerin insani haklarını görmezden gelerek bölgedeki bütün Kürtleri dış güçlerin kucağına atmanın izah edilebilecek hiç bir tarafı yoktur. Kürt meselesi konusunda cumhuriyet döneminin en cesur adımlarını atan Ak Parti ve Erdoğan'ın oy hesapları veya devletin kronikleşen askeri çözüm yaklaşımını bir yana bırakarak bu konu üzerinde yeniden düşünmeleri gerekir. İçerideki bu mesele doğru bir şekilde bir sonuca bağlanmadan Türkiye rahat edemez.
Türkiye ve Suudi Arabistan, işin başından beri Suriye konusunda fahiş hatalar yaptılar. Bu hataların ilki, ABD'nin Beşşar Esed'i devirmek istediği ve bunun için muhaliflere gerekli askeri ve siyasi desteği sağlayacağına aldanmaları oldu. ABD Başkanı Obama ikide bir ‘Beşşar gitmeli' deyip durdu. Sonra ‘kimyasal silah kullanımı kırmızıçizgimizdir' dediği halde bir şey yapmadı. Yıllardan beri Türkiye'nin, arındırılmış güvenli bölge kurma planına da ABD hiç sıcak bakmadı. Şimdi ise Rusya ile beraber Suriye'yi paylaşma oyunu oynuyor. Bunun farkında olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, öfkeyle ‘ Ey Amerika senin ortağın ve müttefikin ben miyim, yoksa terörist PKK'nin uzantısı olan PYD mi?' diyerek tepkisini gösteriyor.
ABD'ye ‘güven' birinci büyük hataydı. İkincisi ise, Türkiye'nin bütün siyasetini Baas rejiminin düşmesine endekslemesi oldu. Bir ülkedeki rejimi değiştirmenin o kadar kolay bir iş olmadığını görmemek bağışlanacak bir hata değildir. Bazı taşları oynatmanın zorluğunu görememek bir devlet için bağışlanacak küçük bir hata değildir.
Türkiye'nin, komşu Arap ülkeleriyle henüz ilişkilerinin daha yeni yeni iyileşmeye başladığı bir dönemde, bölgeye nizam verme girişimi büyük bir yanlıştı. Bu tavır hem bölgede hem de dünyada gereksiz bir korkunun oluşmasına ve Türkiye'nin yalnızlaşmasına neden oldu ve Osmanlılar geri geliyor gibi istenmeyen bir intiba uyandırdı.
Ve her şeyden önemlisi, Suriye meselesinde itidalli, sabırlı bir duruş korunamadı. Devletlerin dış politikaları, özellikle komşu devletlerle olan ilişkileri aceleye getirilemez. Suriye meselesinin ilk günlerinden bugüne kadar bir aceleciliğin yaşandığını kim inkâr edebilir?
Türkiye, kendisine çok düşman üretmiş bu dış politikalarını artık bir şekilde değiştirmelidir. Çünkü yarın çok geç olabilir. Suriye'ye bir kara harekâtını ise aklının ucundan dahi geçirmesin.