Seçim çalışmaları tam sürat devam ediyor. Herkes kendine göre projelerini ortaya koyup halktan oy istiyor. Seçimin de öyle olması gerekiyor zaten. Her aday kendine göre bu halka neyi vadediyorsa onu anlatmalı, desteği buna binaen talep etmelidir.
Bölgeye yaptığım ziyaretler çerçevesinde kimi partiler için bunun geçerli olmadığını gördüm. Yıllardır korku siyaseti güdenlerin halen bu strateji üzerinden devam ettiklerine ve oy toplamaya çalıştıklarına vakıf oldum.
BDP’li Ahmet Türk’ün Büyük Şehir Başkan adayı olduğu Mardin’in Nusaybin ilçesinde bunu kanıtlayacak argümana bizzat şahit oldum. Şehir içinde seyir halindeyken BDP’ye ait iki aracın ortasında motosikletli iki kişiden birinin elinde silah vardı ve etrafı kolaçan ederek havaya kurşun sıkıyordu. Bir anlamda “bize göre bunun dönemi bitmedi, ona göre oylarınızı kullanın!!!” demek istiyorlardı.
Kan, şiddet ve ölümden nemalananların başvurdukları ilginç bir yöntem daha da, yıllar önce öldürülen veya kendi öldürdükleri kişiler için “ölüm haberini yeni aldık” yalanıyla taziye çadırı kurdurmaları. Çadırı kurup mağduriyet edebiyatıyla seçimde oy devşirmeye çalışıyorlar. Nusaybin’de böylesi biri için taziyeye giden orta yaşIı birinin “59’larda öldürülmüş ama haberi yeni gelmiş” deyişi çok tuhaf gelmiş ve “Nasıl yani? Menderes döneminde mi öldürülmüş?” diye sormaktan kendimi alamamıştım.
Türk’ün partisinin Kürtlere dönük korku hegemonyasının faydası olacak mı? Diye soracaksanız. Bunu hep beraber 31 Mart sabahı göreceğiz, diyorum.
İslami geçinen kimi kelli fellilerin üzerinde bunun, yani bu korku sarmalının etkin olduğunu Van’daki kahvaltıdan az çok anlıyoruz. Ama onurlu Kürt halkının buna pirim vereceğini sanmıyorum. Yıllardır Kemalist sisteme karşı bedel ödemekten çekinmeyen bu mazlum halkın; korku ve şiddetle iradesini ipotek altına almaya çalışanlara cevabı ters orantılı olacaktır.
Millete “Kürt partisiyiz” iddiasıyla giden Türk partisi BDP, “bizden başka Kürt partisi yoktur, başkalarına oy verseniz buralar Türklerin eline geçer” saçmalığında da bulunmaktan çekinmiyor.
Ha bir de korucu, TİM ve kontrgerilla edebiyatını yapanların, Bölge’deki ittifakları gözden kaçmıyor. 25 yıllık korucu başlarıyla ittifakları ve Türk’ün kendilerini ziyaretleri, yaptıkları edebiyatın gerçek mahiyetini gözden kaçırmıyor.
Düştükleri durum dolayısıyla bir noktada kendilerini PKK’ye karşı savunmak için zamanında kimi çözümlere kendilerini mecbur hisseden insanlara elbette gidilmeli, ama bunun, kendilerini düşman ilan ettikleri kişilerce ilkin yapılıyor olması, bu kadar kabarık hesabın nasıl kapatılıyor olduğunu sorgulatıyor. Düne kadar başkalarını işbirlikçi ve kontra diye tabir edenlerin bu işbirlikçiliği nasıl değerlendirilecek, merak konusu.
Bunlarla can kardeş olunurken yıllarca sistemin hışmına uğrayan kişilerin hedef noktasına oturtulması büyük bir çelişki değil mi? Van’da mesture bayanlara yapılan alçakça saldırı, Diyarbakır’da pompalı tüfeklerle yolları kesilmek suretiyle Kürtlerin saldırılara maruz kalması, saldırganların ne kadar Kürt ve ne kadar Kürt Partisi olduklarının nişanesi olsa gerek. Allah aşkına bu mu sizin Kürtlüğünüz?!
Bence BDP isim değişikliğine gitmeli ve ismindeki barış kavramını da söküp atmalıdır. Mesela, saldıran oldukları için SDP (Saldıran Demokratlar Partisi) veya yol kesen yönüyle YDP (Yolkesen Demokratlar Partisi) ismiyle anılabilirler. Veyahut ta başında “Ç” karakterinin bulunduğu bir sözcükle de anılabilirler. Çünkü bütün bu saldırılardan sonra BDP’nin isminde barış kavramı doğru durmuyor, bir anlam ifade etmiyor.
Selam ve dua ile.