Hayy ! Olanın Adıyla...
Ne gerek vardı laf kalabalığına tek kelime her şeyi anlatabiliyordu işte adı aşk gibi. Yani üç harf olan; "Elif, Şın, Kaf" toplamı üç harf, beş nokta, tek hece... İşte sadece bundan ibaretti, adı aşk olan... İşte bu işlenmesi gereken ince bir nakış...
Bu ince nakış ise her kişinin değil nice insandan birkaçınındır veya birinin veya hiçbirinin... Zordur gerçek aşık olmak, zordur... Aşk, ekmek misali... Önce toprağa tohum atmak ve toprağın ağırlığıyla, güneşin sıcaklığıyla tüm zorluklara, meşakkatlara rağmen üstündeki ağır toprağı atarak gün yüzüne çıkmak. Ardından en keskin bıçak darbelerine maruz kalarak daneden zerreye, zerreden kürreye kadar değirmende parçalanmak, öğütülmek... Sonra ateşe mustahak olmak... Yetmezmiş gibi bin bir yumrukla yoğrulmak... Pişmek için en kızgın narlara tutularak 'hamdım, piştim, yandım' demekti aşk... Aşık için ise ham kalmak utançtı, çünkü pişkinler ona gülerek hamdır derler diye... İşte buydu Şirin'i Perviz'e tatlı kılan, Ferhad'a kanlı gözyaşları döktüren, Leylâ'yı Mecnûn'a duçar kılan, Ramin'i Veysi'ye râm eden...
Züleyha'nın Yusuf’tan geçip Rabbe giden yoldu, adı aşk olan... Onunla maşuku arasında Züleyha olmamaktı. Onu fani olan gözlerle görmese de içinde ebedi bir âşkla büyütmekti. Maşukunu kokusundan tanımasıydı. Tüm varlığını, gençliğini, ömrünü, onun yolunda harcamasıydı...Kolay mıydı âşık olmak, bendeki benden geçmek, O’nun hayaliyle uyumak, yine O’nun hayaliyle uyanmak; gece-gündüz O’nun hayaliyle O’nu görme umudunu yitirmemek, tüm benliğiyle beklemek? İşte buydu onu fani olandan geçirip ebede götüren aşk...
Rabbin ezan vasıtasıyla alnını secdeye götürebilmekti, adı aşk olan...Tepeden tırnağa; içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye tüm hücrelerin seninle beraber secdeye varmasıydı. Her bir ayetin ağzından çıkarken kalbe lime lime işlenmesiydi aşk...O' na secde etmekten geri durmamaktı. Secde anını, O'nunla buluşmayı dört gözle beklemekti, bıkmadan, usanmadan, yılmadan...
Evren tılsımının içinde bir defineydi, adı aşk olan...Tüm kainatta; ayda, arşta, güneşte, sabit yıldızda, nebatta, gülde, dikende, küçük bir karıncada, aciz bir elma kurdunda...Hülasa her zerrede gizlenen ve adeta O'na ayna olan evrende, mahlukatta, O'nu görmekti, düşünmekti ve tefekkür etmekti, aşk...
Benlikten arınmaktı, adı aşk olan...Nefsini bilirken maşuku da bilmekti. Tüm nefsin ayaklar altına alınmasıydı maşuk adına. Tüm hayatını, bedenini rıza-i ilahi yoluna sunmaktı, kurban etmekti. Nefsin tüm arzularına sırt çevirmekti. Tümden zerreye Rahman'ın rahmetiyle yıkanmak; narıyla, kahrıyla bedenen, ruhen yoğrulmak ve kavrulmak...Aşığın maşukuna bürünmesiydi. O'nun gibi insanları affetmek, hoş görmek...O'nun gibi sevgisini, muhabbetini yansıtmaktı tüm mahlukat adına. Yemeden, içmeden kesilmekti. Susuzluğunu dahi hissetmemekti. Aşığın susuzluğunu O'nunla karşılamasıydı. O'nun için maşuk; sudur, ekmektir, gıdadır, teneffüstür...Zaruri ihtiyaçtır O. O olmadan ne doyar ne susuzluğu giderilir ne de hayati havayı teneffüs eder...Maşuk adına tenin candan lime lime kopup ayrılmasıydı. Tüm dünyevi ve uhrevi arzularını boşamadıkça O'ndan keyif almamaktı, aşk...
Gecelerini ona armağan etmekti, adı aşk olan...Uykulara küsmektir... Aşığın maşukuyla yalnız kalması için gecelere bürünüp O'nunla dertleşmesi, konuşmak istemesidir; sessiz ve kimsenin olmadığı, sadece aşığın ve maşuğun olduğu gecelerde...Hira misali gecelerde O'nunla hemhal olmaydı...Onun içindir ki aşık adına geceler kaftan olur yukarıdan aşağıya...
Pervane misali ateşte kül olmaktı, adı aşk olan...Tıpkı bunun gibi en kıytı köşede olan, baştan aşağı, içten dışarı her nerede var ise tüm hücrelerin tümden zerreye O'nu hissetmesi, yanması, tutuşması ve sonunda ne mutlu ki kül olabilmesiydi, aşk...Hem pervaneler de ateşte belli olmaz mıydı?
Onu görmek ümidiyle çırpınmaktır, irade etmektir; adı aşk olan...O'nun didâr olan yüzünü görmek için gözyaşı dökmektir. Ayet ayet O'nu O'ndan istemekti. Tüm isteyişler ve bekleyişler hep O'nun içindi. Tekrar tekrar o güzelliği görmek için var gücü ile âşk içinde yanmak, kavrulmak, hiçleşmek, her şeyi Rahman’ın iradesine bırakmaktı. Aşk, Yakub misali özlem ateşinden gözlere ak düşmesiydi. Şikayet etmeden O'nu görmek adına beklemek, bir nimetti aşık adına...
O olmadan kalemin nakşı çiğdir, adı aşk olan...Aşıktaki aşktı derisini kağıt, kanını mürekkep ederek O'na şiirler, nesirler, ağıtlar, mesneviler yazdıran; onu bir çare şair, yazar eden. Aşk kalesinin nakşıdır maşuğun adı. O olmazsa kalemin nakşı çiğdir, hamdır ve vallahi o yazı da eksiktir...
Kendini aşk meclislerinde görmek istemekti, adı aşk olan...O'nun dışında malayani işlerle meşgul olan insanlar arasına girmek eziyettir onun için...Eğer ki orada maşukun kelamı geçmesin. Çünkü kalp ancak maşukun esmasıyla çarpıp huzur bulur; göz, O'nun esmasıyla görür; kulak O'nun esmasıyla işitir...Hülasa tüm beden ve ruh O'nun esmasıyla vücud bulur, yek olur, pare olur...
Hüseyin-i Rehber misali O'na hizmet edip iman bayrağını bir adım öne götürebilmenin, heyecanının adıdır; adı aşk olan...Aşk, davadır ve bunu halife olma hasebiyle yeryüzüne yaymaktı...Seve seve etlerini harç, kanını su etmekti...Peygamber misali dava uğruna ayakkabıları kan dolana dek taşlanarak maşuk adına mücadele etmekti...
Ve nihayet ölümü O'na kavuşma ümidiyle O'ndan irade etmektir adı aşk olan...Maşuğun mahallesinin toprağına girip orada O'na kavuşmaktı...Ölümden korkmayıp O'na seve seve gitmektir. Ölümü, Mevlana misali "düğün gecesi" olarak görmekti, adı aşk olan...
Ahmed-î Hanî misali, Ya Rabb!
Biz gafiller, tembeller, günahkârlar,
Kötülük isteyen nefsimizle kayıtlıyız.
Gönlümüzde taşımıyoruz senin fikrini ve de zikrini,
Dilimizle de ödemiyoruz senin hamdini ve de şükrünü.
Bizler, gönülden anmıyorsak eğer seni,
Allahım! Bizlere şükredici bir dil ve kalp ver!