“Üç Maymun” hikayesi herkesin malumu olması münasebetiyle detaylarına girmeye gerek yok. Ancak herkesin kendine hukukçu kesildiği bir ortamda hukuksuzluk abidesi sayılacak uygulamalara karşı “Üç Maymun” kesilmesi, üzerinde durulmaya değer bir mesele olsa gerek.
Geçen yıllarda kumpas bilinciyle startı verilen İslami STK operasyonları ve bu operasyonlar sonucunda yüzlerce kişiye verilen “Örgüt üyeliği/yöneticiliği” cezaları kendine hukukçu hiç kimsenin nazarında bir değer ifade etmedi, bir tepki ortaya konmadı. Kendilerine dokununca “Paralel ifşaatlara” yönelen siyasi iktidar cenahı ve iktidar bağlantılı “İslami camialar/STK’lar” tarafından aynı vurdumduymaz tavırlar hep birbirini kovaladı. İslamcı diye geçinen basın, yaşanan hukuk cinayetlerinin neredeyse tümüne haber değeri bile biçmeye yanaşmadı. Topyekün “İslamcı” parantezine aldıklarımız vurdumduymaz olunca, kendilerine demokrat geçinen çevrelerden hukuk cinayetlerine karşı bir refleks beklemek de ne yazık ki mümkün görünmüyordu.
Yaşanan kumpaslar ve işlenen hukuk cinayetlerine karşı hiç değişmeden bugüne de sarkan en anlamlı tavır asla değişmiyordu: “Görmedim, duymadım, bilmiyorum!” Yani “Üç Maymun” tavrı.
“Üç Maymun” tavrıyla ortaya konan güzelleme, tabii ki geçmişte kalmadı. Aynı siyasi iktidar ve bağlantılı aynı “İslamcı çevrelerin” İslami STK’lara karşı kurulan kumpas politikasının ikinci evreye geçmesi karşısında takındıkları tavır değişmediği gibi, vurdumduymazlığın vardığı nokta, maymun sayısını artırma ihtiyacı hissettirmekten başka bir durum ortaya koymamaktadır.
Kumpaslarla İslami STK’lara karşı yürütülen “şafak baskınlarına” ara verilmiş ise de bu, hukuksuzluklara ara verme güdüsünden kaynaklı bir durum değildir. Aynı İslami STK’lara karşı güdümlü serkeşlerin artan saldırılarıyla eş zamanlı olarak ortaya çıkan izleme, dinleme, takip ile deşifre olan böcek, çiçek, öküz enstrümanları, yıldırma politikalarının farklı yöntemlerle sürdürüldüğünü ortaya koymaktadır.
Son zamanların moda tartışmasının “Paralellik” üzerine kurulduğunu biliyorsunuz. Devlet denen aygıtın artık sırtında taşımakta zorlanmaya başladığı hukuksuzlukların neredeyse tümü, “Paralel Günahkar”ın üzerine atılarak bundan kurtulma savaşı veriliyor. Daha önce Ergenekon sürecinde yaşandığı gibi “Paralel” süreçte de hukukun üstünlüğü kalkan yapılarak mevziler fethedilmeye çalışılıyor. Her gün “Paralel sırtlanların” yeni bir komplosu ortaya çıkarılıyor, deşifre edilen komplolar üzerinden kahramanlık marşları çalınıyor, kamuoyu kahramanlık marşlarıyla motorize edilerek “hukukun üstünlüğüne” vurgu yapılıyor.
Tam da böyle bir zeminde polis gözetimi ve denetiminde serkeşlik çeteleri İslami STK’lara saldırtılıyor, saldırılar her geçen gün nitelik değiştirerek insanları diri diri yakma girişimlerine kadar vardırılıyor. Halkın can ve mal güvenliğinden sorumlu polis uyku numarası çekiyor, siyasi iktidarı Ankara’da mevzi güçlendirme mücadelesi veriyor, İslamcısı “Paralel sırtlanla” mücadelede “amigo” görevi yürütüyor.
Kim bu saldırganlar? “Paralel kurumlara” sadece taş atınca tavuklar gibi kümeslerinden alınarak kafeslenen bu serkeşler yüzlerce saldırıya rağmen neden yakalanmıyor? Hangi karanlık güç bunları örgütledi? İnsan yakmaya varan saldırı girişimleri bırakın tepkilere yol açmasını, basına yansımasını, dolayısıyla kamuoyunun dikkatine bile sunulmasını kimler ne amaçla hedefliyor?
Cevap bizim açımızdan malum olsa da hukukun üstünlüğüne ve şeffaflığa vurgu yapanlar açısından sadece “üç maymunları” hatırlatıyor.
Elbette buradaki garabet sadece serkeşleri saldırılara yöneltmekle ortaya çıkmıyor. Eş güdümlü olarak polis ve savcı cenahınca yürütülen birçok uygulama, garabetler arasındaki bağlantılara ve bu garabetlere karşı “maymun sürüsünün” sürdürdüğü malum tavırlara da ışık tutuyor.
Daha önce HÜDA PAR yetkililerinin suçüstü yaptıkları korsan dinleme aracının hikâyesini biliyorsunuz, kamuoyunun bilgisine sundukları “böcek koleksiyonunu” da.
Son günlerde Şanlıurfa merkezli dinleme rezaletinde ortaya çıkan durum ise iktidarından İslamcısına kadar Ankara’da düşman addedilen “Paralel sırtlanlarla” bölgede ne denli yatay bir eşgüdüm içerisinde olduklarını göstermeye yetiyor. Şanlıurfa Mustazaflar Derneği şube başkanı için PKK üyesi denilerek dinleme kararı çıkarılıyor. Kendisininmiş gibi gösterilen telefon numarası ise Avukat Emin Güneş’e ait çıkıyor. Rezaletteki “paralellik” ortaya çıkınca bu kez D.Bakır’daki savcılık vaziyeti kurtarmak adına güya “yanlışın tashihine” gidiyor. Bu arada savcılık “yanlışı” tashih ederken takip için öne sürdüğü gerekçe adeta skandalda yeni bir çığır açıyor. Tashih açıklaması aslında İslami STK’lara karşı yürütülen kumpas, karalama ve çeteci saldırıların gerekçelerine ayna tuttuğu gibi, siyasi iktidarından İslamcısına ve İslamcı medyasına kadar geniş bir yelpazenin süren entrikalara karşı neden “üç maymun” rolünden keramet devşirdiklerini de gözler önüne seriyor.
Savcılık tashih adına yayınladığı skandal metnin şu cümlelerine dikkat edin:
“Nihai hedefi ülkemizdeki anayasal rejimi yıkarak, yerine şeri esaslara dayalı İran devlet yönetimi modelinde Kürt İslam devleti kurmak olan Hizbullah terör Örgütü 1988 yılından itibaren başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yürütmeye başlatmış olduğu faaliyetlerini daha geniş tabana yaymak amacıyla…” diye başlıyor ve şöyle devam ediyor: “…soruşturma olayının aydınlatılabilmesi için bu aşamada başka bir delil elde etme imkanı bulunmadığından belirtilen GSM hatlarının iletişiminin tespitine ve kayıt altına alınmasına ihtiyaç duyulmuştur.”
Dikkat edin, gerekçede güya “İran devlet modeli” için Hizbullah geniş bir alanda faaliyet gösteriyor, ancak savcılık, “bu aşamada başka bir delil elde etme imkanı bulunmadığından” bahsedip hukuksuz dinlemelere kılıf arama telaşına düşüyor. Nasıl iştir bu? Geniş bir alanda halka açık “terör faaliyeti” yürütülecek, ancak telefon dinleme hobisi dışında başka bir delil elde etme imkanı bulunmayacak, öyle mi?
Aslında bu açıklama, devletin kilit noktalarında hiç değişmeyen bakış açısının bugün de sürdüğünü ortaya koyuyor ve burada şu gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. İslami STK’lara karşı yapılandırılan çetecilik faaliyetleri, çetecileri saldırılara teşvik etme çabaları, saldırganların özellikle yakalanmaması ve hepsinden daha önemlisi saldırganca tüm tavırlara karşı takınılan “üç maymunluk” tavırlar, meğer devletin “terörle mücadele konseptinin” kaçınılmaz gerekçeleri durumundaymış. Hal böyle olunca devletleşen siyasi iktidar, iktidarlaşan İslamcılık neden İslami STK’lara karşı girişilen kumpas ve saldırıları görsün, neden saldırganlıklara tepki versin?!
Sözün özü şu ki; hukuksuzluklara karşı İslami erdem sergilemesini beklediğimiz birçok kesim, ne yazık ki hâlâ bize “Devletin terörist gözlüğü” ile bakıyor.