Yarın 10 Muharrem Aşura günüdür. Bugün de geçen hafta da dediğimiz gibi birçok tarihi olay olmakla beraber İslam Tarihi için Hz. Hüseyin'in Kıyamı ve şehadeti tüm olayların rengini değiştirmiş. Biz de bu vesile ile üç şahsiyetten bahsetmek istedik.
İlk olarak Kerbela'da şehit olan Resulullah'ın o tatlı torununun hikâyesini anlatalım. Recep ayında Medine'den ayrıldı. Çünkü Medine valisi, Yezid gibi İslam'dan uzak bir yaşamı olan birisinin hükümetini kabul etmesini, meşru görmesini istiyordu. Medine'den tüm aile efradı ile ayrılan bu 60 yaşlarındaki adam, ardı sıra Allah resulünün bütün aile efradını ardına takmış Mekke'ye gidiyordu. Yola çıkan bu kafileye katılmak isteyip de kocasının engeli ile karşılaşan bir kadın da vardı, Zeyneb-i Kübra. Kocası, Hz. Hüseyin'in ölüme gittiğini söylüyor ve bu yolculuktan uzak durması gerektiği konusunda son derece ısrar ediyordu. Ama bu Zeyneb'ti. Nübüvvet ağacının meyvelerinden biriydi. Kader-i İlahinin yüklediği bir vazifesi olduğunu bilen bir Zeyneb. ‘Ey Abdullah! Babam beni sana nikahlarken ‘Bu kızımı sakın ola Hüseyin'den ayırmayasın. Bu şartı unutmayasın.' Sözünü alarak nikahlamıştı.'' Dedikten sonra Abdullah bin Cafer artık ısrar edemedi. ‘Ama çok tehlikeli bir yolculuğa gidiyorsun Zeyneb' diyebildi. Zeyneb, yanına iki babayiğit oğlunu da alarak çok sevdiği abisi ile beraber yollara düştü. Önce Mekke'ye gittiler. Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on gününe kadar Mekke'de kaldılar. Herkes Hac ibadeti ile meşgulken Ehl-i Beyt-i Mustafa, bu yıl hac yapmıyordu. Kufe diye bilinen ordugâh şehrin yolunu tutmak için hazırlıklarını yapıyordu. Tüm ümmetin gözüne baka baka Kerbela'nın yolunu tuttu Hz. Hüseyin. Bazı önde gelen şahsiyetler sadece ‘Gitme Hüseynim' diyorlardı. Ama Ehli Beyt-i Mustafa'nın en güzide adamı, büyüğü olan Hz. Hüseyin diyordu ki: ‘Ben azgınlık, ifsad, zulüm yapmak ve makam elde etmek için Medine'den ayrılmadım. Ben dedemin ümmetini ıslah etmek, ma'rufu emredip münkerden nehyetmek, dedem Resulullah ve babam Ali b. Ebi Talib'in yolunu ihya etmek için kıyam ettim. Yezid b. Muaviye benden biat istemeseydi bile yine de tuttuğum yolu sürdürürdüm. ‘
Bu sözleri söyleyip gitti. Kerbela'da yaşanan olay asırlardır İslam ümmetini ağlattı. Ama ağlattıkça da emri bil maruf nehyi anil münker görevini hatırlatan bir misyonun olması gerektiğini aile efradı ile beraber can veren Ehli Beyt-i Mustafa'nın ciğerpareleri bizlere öğretti.
Aslında Muharrem ayında Hz. Hüseyin ve ailesini okumalı, anlamalı ve anlatmalıyız. Hicri yılın ilk ayı bizim içimizde kötülüğe ve zulme karşı bir öfkemizin olduğunu hatırlatmalıdır. Zeyneb-i Kübra'nın Kerbela olayından sonra evine gelişinden bahsedelim. Zeynep kapıyı çaldı. Kocası Abdullah kapıyı açtı. ‘Buyrun, ne istediniz teyze?' Diye sordu. Zeynep kapıyı iteleyip içeri girdi. Abdullah sinirli bir şekilde' be kadın ne diye evime izinsiz girersin? Çık dışarıya!' dedi. Zeynep biraz daha umursamaz bir tavırla saçlarını açtı. Bembeyaz saçlardı. Gözlerini kocasının gözlerine dikti ve uzunca baktı. Abdullah ağlamaklı bir sesle ‘Zey- Zey-Zey-nep sen misin? Vah Zeynebim! O simsiyah saçların ne kadar da ağarmış, ne kadarda yaşlanmışsın! Vah Zeynebim!' dedi ve hıçkırarak ağladı. Biz de ağladık Zeyneb. Allah sana, koruyup da muhafaza ederek Medine'ye geri getirdiğin Hüseyin'imizin yetimlerine, mazlumluğunuza ağladık. Dualarla Medine mescidinde ağlayan Sahife-i Seccadiye'nin yazarı Kerbela'da sağ kurtulan o bağrı yanık Ali b. Hüseyin'e ağladık. Sahife-i Seccadiye'yi okuyup imanın lezzetini alarak Zeynelabidin'e ve babasına ağladık.
Rabbim Ali Beyt-i Mustafa'yı anlamayı, tanımayı ve onlara benzemeyi hepimize nasip etsin der, hepinizi Allah'a emanet ederiz.