Arap Baharı olarak adlandırılan, aslında Müslüman halkların zalim ve diktatörlere karşı kıyama kalktığı bu büyük uyanış dalgası, Allah Teâlâ’nın mazlum milletlere ve Müslüman halklara bahşettiği büyük fırsatlar içeriyordu. Bu büyük silkiniş ve inkılabi ayaklanmaların çoğu yerde istenilen noktanın gerisinde kalması ve hedeflenen inkılapların yapılamaması söz konusu olsa da; bu büyük kıvılcımın sönmediği, zamanla büyük engelleri aşacak birikimi ortaya koyacağından şüphe edilmemelidir. Halkların kıyamıyla birlikte bazı yerlerde diktatörlerin devrilişi, ümitleri arttırırken; tarih ve medeniyeti günümüzle müşahhaslaştıran dünyanın en büyük müzesi konumundaki Suriye’de, insanlık değerleri bir bir heba ediliyor. On binlerce insanın kanını akıttığı halde diktatör pes etmiyor. Çektikleri büyük sıkıntılara rağmen İslam coğrafyasının kimi yerlerinde güçsüzlükten ve örgütsüzlükten dolayı mazlum milletlerin suskun kalışları, kimi yerlerde ise protestolara rağmen hareketlerini daha ilerilere taşıyamamaları sonuç almayı zorlaştırıyor.
Ülkemizde de sorun ve sıkıntılar insanımızın hayatını derinden etkiliyor. Rejimin İslam’ı toplum hayatından çıkarma projesine binaen İslam dışı hayat ve bozulmuşluk, halkımızı boğazına kadar kuşatmış durumda. İslami geçmişten gelen insanların ülkeyi yönetmeleri, defalarca vurguladıkları gibi kimsenin hayat şekline karışmamaları, bozulmuşluklara, ahlaksızlıklara ve yozlaşmalara sebebiyet veren davranışların engellenmesi gibi yaklaşımlara pirim vermemeleri; iktidarlarıyla birlikte bozulmuşluğun katlanarak artmasına neden oldu. Bu iktidar zamanında Müslüman halkın inanç ve kültürüne aykırı giyinen ve yaşayanlara saygı duyulurken, Müslüman halkın çocuklarının dini sorumluluklarından dolayı örtüleriyle okullarına gitme istekleri, her zaman baskı ve engellerle karşılık buldu.
90 yıldır bir toplumun yok sayılması üzerinde şekillenen, on binlerce insanın kanının akıtılmasına ve büyük servetlerin heba edilmesine yol açan Kürd sorununda ne solcuların ne liberallerin ne de milliyetçilerin geçerli bir çözümü bulunmaktadır. Çünkü bunların hiçbirinin algıları, bakış açıları ve olaylara yaklaşımları halkın değerleriyle uyuşmuyor. Hakları gasp edilen ve yok edilmeye çalışılan bir halka insaf ve adalet çerçevesinde yaklaşabilen ve insanca kucaklayıp bağrına basabilenler, düşünce ve algılarını Kur’an ve sünnete dayandıran Müslümanlardır. Oysa bugünkü iktidar bütün bunların epeyce uzağında duruyor. Kimi zaman geçmişten gelen boş hamaset duygularına yaslanıyor, kimi zaman milliyetçi argümanlara sığınıyor. Kimi zaman da hakları çiğnenen ve yok sayılan Müslüman bir halkın geleceği, bu halkın inanç ve kültüründen uzak, dayatmacı ve zorba Marksistlerle masaya oturularak belirlenmeye çalışılıyor. İslamcıların kapılarını çalmaya ve Müslüman halkın geleceğiyle ilgili hasbihal etmeye cesaret edemiyorlar. Çünkü İslami gömleklerini çıkarıp muhafazakâr gömlek giydiklerini iddia edenlerin, perdeleme gereği duymadan bakış açılarını, siyasetlerini ve kısaca hayatlarını kuşatan biricik kaynağın Kur’an ve sünnet olduğunu ileri süren İslami düşünce sahiplerinin kapılarını çalmaları için mangal gibi yüreğe ve büyük cesarete sahip olmaları gerekir.
Ülkenin en önemli problemi haline gelen Kürd sorununu çözmede samimi olanlar bile bugüne kadar halkın gönlüne su serpecek ve çözüme kapı aralayacak bir reçeteyi ortaya koyamadılar. Hükümetin, Kürtçe televizyon kanalı ve Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulmasıyla Kürdlerin gasp edilmiş haklarının çoğunun verildiğiyle ilgili bir halkın izzet ve onurunu yaralayan boş söylemleri her fırsatta dillendirmesi; sıkıntılardan başka neticeye yol açmıyor. Sorunların ana kaynağı olan muhalefetin, çözüm diye bir derdi görünmüyor. Milliyetçi kesim ise öldürmenin, kan akıtmanın ve bir halkı yok saymanın dışında bir şeyden anlamıyor. Devletin solcu muhalifleri ise Müslüman Kürd halkının kaderinin Marksist örgütün inisiyatifine terk edilmesini istiyorlar. Görüldüğü gibi bu yaklaşımlardan hiçbiri ne Müslüman Kürd halkının yarasına merhem olabilecek ne de çözüm sayılabilecek nitelikler taşıyor.
Gerek Kürd sorununun halledilmesinde gerekse de ülkenin Kemalist zihniyetten kurtulmasında tek aktör olabilecek güç İslamcılardır. İslamcıların sunacağı çözüm halkın inancı, kültürü ve örfüyle paralellik oluşturacaktır. İslamcılar, kaynaklarıyla ve tarihten devraldıkları tecrübeyle alternatif bir çözüm üretme kapasitesine sahiptirler. Hz. Resul-i Ekrem (sav)’in Medine’de devletini kurup yönetimini Kur’an temele dayandırması; bu numune devlette yaşayan Müslümanlar, müşrikler, Yahudiler ve Hıristiyanlara eşit haklar tanınması; bugün bile modern anlaşma ve yasaların epeyce önünde bulunan “Medine Vesikası” ile bunun belgelenip yazılı hale getirilmesi; önemli bir tecrübe olarak günümüze ışık tutmaktadır.
Bu ülkenin sorunlarını İslamcıların çözebileceği, Kur’an ve sünnet perspektifinde ve Medine Vesikası örnekliğinde ülkede yaşayan herkesin onur ve izzetini koruyarak ve adaleti sağlayarak sıkıntıları sona erdirebileceği; bir imkan olarak önümüzde durmaktadır. Ancak, İslamcıların inisiyatif alabilmeleri ve yumruklarını güçlü şekilde masaya vurmaları için ciddi bir örgütlülüğe ve önemli güce ulaşmaları gerekiyor.
İnsanımızı İslam’ın ahlak ve kültürüyle yüzleştirerek, evlerimizi vahyin merkezleri haline getirerek ve yeni nesillerimizi İslam’ın aydınlığında yetiştirerek bu büyük misyonu yüklenebiliriz. Aksi takdirde ülkemiz sorunlarla boğuşmaya ve halkımız acı çekmeye devam edecek.
(Hürseda Haber)