Uluslararası güçlerle ilk karşılaşmada kerari olabilmek zaferdir
“Zaferi bir insan ömrüne sığdırmaya kilitlenmiş davalar fıtratın balyozları altında ezilmeye mahkûmdurlar” diyor İslam’ın yetiştirdiği büyük öğretmenlerden biri olan merhum Seyyid Kutup… Üstad Hazretleri; “Ey bundan üç asır sonra gelecek olan Aliler, Saidler, Hüseyinler! Ne yapayım ben acele ettim, kışta geldim, ama sizler cennetasa (cennet benzeri) bir baharda geleceksiniz.” derken Seyyid’le aynı kaynaktan aldığı hakikati tüm halkın anlayacağı bir versiyonla takdim etmiş oluyor.
Bu, veciz bir şekilde ifade edilen hakikatleri okuduğumuzda üç asır, algımız için çok uzun bir zaman oluyordu ve hala uzun bir zaman olarak algılamaya devam ediyoruz, ama İslam âlimleri sünnetullahtan bihaber değiller. Sünnetullah’ın iptalini istemeyi de edebe aykırı görüyorlar, sünnetullah insanlar içinde en fazla kendileri için iptal edildiği halde… Sünnetullah’ın zafer için koyduğu en büyük kurallar biri hiç şüphesiz olgunlaşacak zamanın geçmesini sabırla beklemektir.
Bununla beraber başarı/zafer tek yönlü bir olgu değildir. Yani sadece insanın kendisini ilgilendiren bir mesele değildir. Bunun gaybi olan tarafı çok daha baskındır. Çalışkan olmak “kesbi”dir ama başarı/zafer kesbi değil “Leduni”dir. Tıpkı ilmin kesbi(kişinin gayretine bağlı) olduğu halde malın Leduni olması gibi… Başarı/zafer için insan üzerine düşen her şeyi, her yükümlülüğü yerine getirmekle mükelleftir, ama insan bütün külfiyetlerini yerine getirdiği halde bu her zaman indAllah’tan sana zafer olarak dönecek manasına gelmez. Zafer külli takdir çerçevesinde nasipse verilir, aksi halde verilmeyebiliyor.
İnsanların algısında zafer olan, sana ister nasip edilsin isterse edilmesin; ama sen üzerine düşen bütün yükümlülükleri yerine getirmişsen, sen zaten muzaffersin… Bütün dinamiklerini harekete geçirmeyi başarmışsan sen başarmışsın demektir.
Sen bu işe başlarken niyetini halis kılmayı başarmışsan, yani girdiğin yolla devasa imkânları İslami hizmetin kontrolüne almaya niyet edip bunun yanına başka bir şeyi katık yapmamışsan bu zaferin ta kendisidir.
Bununla beraber her şey kendi ortamı ve şartları içerisinde değerlendirilmesi gerekir. Aksi halde sağlam bir değerlenme yapmış olmaktan dolayısı isabet etmekten uzak düşmüş oluruz.
Unutulmamalıdır ki Mute Savaşı, mücadele arenasında Hz. Resulullah (SAV)’ın uluslararası güçlerle ilk karşılaşması, ilk mücadelesidir. Bu savaşa katılan ashab Hz. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem hariç bütün Müslümanlar tarafından mağlup sayılıp İslam’ın en büyük günahlardan saydığı “firari” olmakla itham edilmişlerdi. Ama üç kumandanı şehit olmasına rağmen uluslararası bir güç karşısında dağılıp gerisin geri kaçmayıp düzenli bir şekilde çekilmenin ne demek olduğunu en iyi bilen Allah (cc) Resulü bu başarıyı takdir ediyordu. Bu takdirin neticesidir ki, arkasından Yermük zaferi gibi Bizans’ın külliyen Şam coğrafyasından söküldüğü zafer gelmiştir.
HÜDA PAR’ın katıldığı bu seçimler, HÜDA PAR camiasının uluslararası güçlerle ilk karşılaşmasıdır. Zira HÜDA PAR bu seçimde hem yerel hem de uluslararası güçlerin açık ve kesintisiz desteğini arkasına alan Kürt solu ile Uluslararası güçlerle cephe savaşı verdiği algısını kabul ettiren Ak Parti ile yarışmıştır.
Kürt solunun arkasında duran devasa güç ile mücadele ederken aynı zamanda bu mücadelede normalde HÜDA PAR’ın arkasında duracağı kesin olan çok sayıda destekçisi, oluşturulan algı nedeniyle Ak Parti cephesine kaymıştır ya da kaydırılmıştır.
Bütün bunlara rağmen HÜDA PAR camiasının elde ettiği sonuçlar en azından Mute kahramanlarının “kerari”liği (çarpışa çarpışa geri çekilmeleri) kadar takdire şayandır.
Şayet yenilgi diye bir şey varsa bile bu en az Hz. Ali (r.a)’nin yenilgisi kadar şerefli bir yenilgidir. Zira bin dört yüz yıldan beridir tarih Hz. Ali (r.a)’nin yenilgisinin tek nedeni olarak, İslam olan ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmasına olarak gösteriyor. Onu güya yenilgiye uğratanlar ise aldıkları zaferi kural, ilke, erdem diye hiçbir şeyi kendileri için bağlayıcı kabul etmemelerine borçludurlar.
Eğer HÜDA PAR dileseydi, İslam olan ilkeleri ile çatışmayı hesaba katmasaydı literatürlere başarı diye geçecek ama aslında o zaman yenilgi olacak olan çok uygulamaya imza atabilirdi. Ama İslam olan ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmayı tercih etti, Zira “akıbetin eninde sonunda takvanın olduğuna inandı.”
“Akıbet eninde sonunda müttakilerindir” gerçek zafer bu inanca sahip olmaktır.
Uluslararası güçlerle ilk karşılaşmada kerari olabilmek zaferdir