Diyarbakır…
Kutlu Doğum denince Diyarbakır…
Diyarbakır denince Kutlu Doğum.
Sevda seli… İhtişamın zirvesi.
Sıradanlaştı artık zannederdik.
Monotonlaştı diye düşünürdük çoğumuz.
Farklı bir şey var mı diye sorar gibiydik.
Farklılıkları arar olmuştuk.
Lakin bu seneki Kutlu Doğum bir başkaydı.
Etkinlik, genel hatlarıyla geçen senekilerle aynı.
Kalabalıklar aynı.
Coşku aynı.
Yine de bambaşkaydı bu sene.
Hatta bambaşka olduğunu ancak etkinlik sonrasında fark ettik. Belki de fark ettirdiler.
Bir kırılma yaşanıyor bölgede. Sapkın ideolojiler, yanlış stratejiler, çukur siyasetler, insan kanını pazarlayarak büyümeye odaklanan ahtapotlar.
Sokak serseriliğine, terör holiganlığına, yıkım çılgınlığına dönüşen Ebu Cehil'in “Özgürlük naraları” illallah ettirmekle kalmadı. Beşeri ideolojilerin, şeytani stratejilerin, dogmatize edilmiş canlı kültlerin içyüzünü de ifşa etti.
Kitlelerin canı, basit ama kanlı bir tiyatronun masraflarına harcandı. Sokaklar deşildi, mahalleler yıkıldı. Kırk küsur yıldır yalan dolan üzerine kurulan “Özgürlük bağları” idam kemendine dönüştü. Halk şaşkın, “özgürlük tellalları” halka düşman kesildi. Sevgi, sempati diye düşündüğümüz şey, kimisinde şaşkınlığa, kimisinde nefrete dönüştü.
Bir çark oluşmuştu bölgede. Ecnebi takımından yerel taşerona, karanlık odaklardan sübvansiyon politikalarına kadar herkesin katkı sunduğu çok enteresan bir çark. Ve olan oldu. Herkes, her şey deşifre oldu. Çark yara aldı, kitlelerin hayal kırıklıkları yeni arayışlara yelken açmaya başladı. İşte bu, bir kırılmaydı.
Toplumsal kırılmalar farklı sürprizlere gebedir. Kirli çarkın müntesipleri kırılmanın farkında. Yara alan çarkı düzeltirler mi bilinmez. Düzeltilinceye kadar akacak toplum seli yeni mecralara yönelir mi, zaman gösterecek. Gösterecek göstermesine ama tam da bu noktada devreye giren korkular; iftiralarla, karalamalarla, gölgelemelerle müthiş bir ön alma hamlesine dönüştü.
Başta dedik ya, sıradanlaştı zannetmiştik diye. Meğer “sıradanlaştı” zannettiğimiz şey, iliklerine kadar sarsmış baronlar topluluğunu. En çok da bu dönemde.
Eyvah dercesine… Bu da ne şimdi dercesine… Sağcısıyla Solcusuyla, Amerikancısıyla israilcisiyle, demokratıyla faşistiyle, laikçisiyle ulusalcısıyla, Türkçüsüyle Kürtçüsüyle aynı homurdanma partisinde buluştular. Aynı sahada salya sümük şenliklerine katıldılar.
Eh… Geldik, gidiyoruz havasındayken bizler, bir de ne görelim. Çakallar, sırtlanlar, tilkiler böcekler aynı siperden nişan almış, yaylım ateşine tutmuşlar. Bu zamanda “Peygamber aşkı da neymiş” dercesine!
Öfkeliydiler… Kinleri tavan yapmıştı. Bir yandan yalan dolan üzerine kurulan düzenlerinin çatırdama sesleri… Öbür yandan akan göz kamaştırıcı sevda seli.
En ilginci de neydi, biliyor musunuz? Her dem birbirlerine diş bileyen, kan davası güden tüm bedevi kabilelerin aynı söylemle, aynı ithamla, aynı prosedürle salya akıtmalarıydı.
Ne zaman bir araya geldiler, ne zaman bacı-kardeş oldular, ne zaman federalizm oluşturdular?
Metin yazarı kimdi, senaryo nerede yazılmıştı, suflör kimdi, muamma gibi görünse de figüranlar arası ahenk gerçekten enteresandı!
Peygamber, belki de Mekke'den sonra; sevdası belki de ilk defa bu denli bir birleşik kinci cepheyle karşı karşıya kalmıştı.
Besbelliydi ki birilerini, bazı odakları korku sarmış, kinleri figüranların ağzından taşıyordu.
Büyük bir toplumsal kırılma yaşandığının onlar da farkındaydı. İbni Selül misali tam da TAÇ giymeye odaklanmışlarken dalgalanan bu muhteşem sevda, dizlerinin bağını çözmüş gibiydi.
Bu kritik zamanda, hile hurda üzerine inşa edilen sahte düzen büyük bir kırılma yaşıyorken, meğer “Kurtarıcı Kawa” diye lanse edilenler, kumar masasında “Dehhak'ın yancılarıymışlar. Yancılık yaparken çekilen görüntüleri artık infial seviyesine çıkmış durumdadır. En ciddi alternatifin “Peygamber sevdası” olduğunun farkındalar. Hem de çoğumuzdan daha ziyade farkındadırlar.
Endişelidirler, umutsuzdurlar, tir tir titremektedirler. Korkularını yenmek adına son bir umutla tüm kabileler birleşerek ortak hamleler yaptılar, yapıyorlar.
Demokrasi adına, illetli ideolojiler adına, çatırdayan büyük kırılmayı onarmak için farklı hamleler de deneyebilirler.
Mühim olan, bu sevda selini diri tutmak, en büyük alternatif olarak daha fazla öne çıkarmaya çalışmaktır.
Bir kalpte iki sevgi olmaz. Ya Muhammedi sevda yer alacak, ya da Ebu Cehil sevdası. Bu vaziyet toplumsal hareketlenmeler için de geçerlidir. Muhammedi sevda daha fazla öne çıkarılamazsa Ebu Cehil sevdası kalpleri kirletmeye, işgal etmeye devam edecek.
Kutlu Doğum etkinliğine, etkinliği düzenleyenlere ve hatta katılanlara yönelik özellikle bu yıl yapılan açık düşmanlık, bilesiniz ki toplumsal inşayı Ebu Cehil'e adama arzusuyla doğrudan ilişkili bir büyük kampanyanın en organize edilmiş halinden başka bir şey değildi.
Onlar bunun bilincinde…
Peki bizler?.. Bu bilincin ne kadar farkındayız?
Kendimizi az görmeyelim. Bilal gibi siyahi bir köle, karnına taş koyan Umeyye için nasıl bir “tehlike” unsuru olduğunun farkında mıydı, bilmiyorum.
Ama Umeyye bu “tehlikeyi” öyle bir seziyordu ki!..
Şu an yaşanan toplumsal kırılmanın yeniden inşası bağlamında birçoğumuz, “Muhammedi Sevdanın” ifa edeceği değişimin yeterince farkında mıyız? Doğrusu emin değilim!
Onlar her birimizi; işkence edilecek, yakıcı kumlarda süründürülecek, karnına kaya parçaları bindirilecek birer Bilal-i Habeşi olarak görüyorlar.
Peki bizler… Öfke dolu gözlerindeki Umeyyeci kini fark edebiliyor muyuz? İşte can alıcı nokta bu olsa gerek.
Bilal, Umeyye'yi unutmadı; Biz de unutmayalım!